Güray ALPAR

Güray ALPAR

Tüm Yazıları

Yunanlı Politikacılar Artık Büyümeli

14 Şubat 2020
h4 { font-size: 24px !important; } Print Friendly and PDF

Yunan ekonomisi uzun bir süreden beri bütçe açıkları, yüksek kamu borcu, düşük rekabet gücü ve yabancı yatırımların azlığı gibi sorunlarla karşı karşıya. 10 yıllık bir ekonomik durgunluğun ardından, 2020 yılına girdiğimiz günlerde Yunan ekonomisi hala borç verenler tarafından sıkı bir denetim altında tutuluyor. Yunanistan AB ülkeleri arasında kamu borç yükünün Gayrı Safi Yurtiçi Hasılaya oranı en yüksek ülke olma konumunu sürdürüyor.

Diğer yandan Yunanlılar bu ekonomik sıkıntılardan bunalmış durumdalar. Yunan halkının ekonomik sorunları çözmekte zorlanan Yunanlı yöneticiler ise halkı yanlarında tutabilmek adına hayali Türk düşmanlığını körüklemekle meşgul. Öyle bir hava yaratılmaktadır ki, sanki onca sorunları arasında, Türkler sabah akşam Atina’yı ele geçirip Acropolis’e bakarak kahve içmeyi düşünüyor.

Oysa Türkler ve Yunanlılar kültürel olarak birbirine oldukça yakın olan iki halk. Yüzlerce yıl bir arada yaşamanın getirdiği benzerlikler, yemekten yaşama birçok alana yansımış. Binlerce ortak kelimemiz ve kültürel paylaşımımız var. Şimdiye kadar da kendini savunma dışında, Türklerden Yunanlılara yönelik bir saldırı olayı da yok.

Bununla birlikte her zaman olduğu gibi, Yunanlı politikacılarının Türkiye’ye yönelik saldırgan söylem ve eylemleri devam ediyor. Akdeniz’e en uzun kıyısı olan Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni yok sayarak anlaşmalar imzalıyor, tehditler savuruyorlar. Üstelik Münhasır Ekonomik Bölge tezleriyle sadece Türklerin değil; Arnavutluk, Libya, Mısır, İsrail ve Lübnan’ın haklarını da gasp ederek. Yunanistan’ın ve GKRY’nin, Türk düşmanlığını kullanarak kendilerine göre oluşturmaya çalıştığı bu düzende, neredeyse kendi yüzölçümlerinin iki katı bir alanı sahiplenmek istedikleri ve doğu Akdeniz’in neredeyse tamamının tek hâkimi haline gelmek istedikleri görülüyor.

2019 yılı mayıs ayında Kıbrıs’ta yapılan bir toplantıda GKRY eski Dışişleri Bakanı Rolandis “Bizim için hangi filo Türkiye ile savaşacak?” diyerek Türkiye’ye karşı savaşacak ülke arıyordu. Yine GKRY’nin küçücük Kıbrıs adasında önüne gelen ülkeye üsler vererek adayı ve çevresini bir savaş alanı haline getirdiği de biliniyor. Tehditler bununla da kalmıyor. Yunanlı yöneticiler komşuları Türklere karşı “Libya’da Hafter’i destekleyelim” diyor, en küçük kayalıkları bile işgal ederek buraların kıta sahanlığı olduğunu iddia etmeye çalışıyor, gereksiz yere satın aldığı ve masraflarını karşılamakta zorlandığı hava savunma silahlarını, sırf Türklere karşı kullanması için başka ülkelere veriyor. Yunanlı yöneticilerin, her şeye birden sahip olmak isteyen çocuklara has şımarık davranışları karşısında Türkiye hep sabırlı davranıyor. Bunca saldırgan davranıştan sonra Yunanlı politikacılar çıkıp “Türkler bize saldıracak” diyor. Suni tehditler yaratıyor, adalara birlikler ve silahlar yerleştiriyor. Bunların masrafları ise Yunan halkının belini büküyor. Üstelik uzmanlar, eğer Türkiye’nin gerçekten saldırgan bir niyeti olsa, Yunanistan değil hiçbir ülkenin binlerce adayı silahlandırarak korumasının uygulamada mümkün olmadığını ileri sürüyor.

Yunanlılar daha önce de Batılıların oyununa gelerek güçlerinin çok ötesinde maceralara girişmişlerdi.

Yunanlılar Kızılırmak’a, “tuz ırmağı” anlamına gelen “Halys” diyorlardı. Yüzyıllar önce ünlü Lidya Kralı Krezüs’e bir kâhin: “Eğer bu ırmağın öbür tarafına geçersen, büyük bir imparatorluğu yok edeceksin.”  kehanetinde bulunmuştu. Ancak MÖ 6. yüzyılda Krezüs bu ırmağı geçmeye çalıştığında, tam tersi olmuş ve krallığını kaybetmişti. Yunanlılar aynı hatayı I. Dünya Savaşı bittikten sonra fırsattan istifade ile Batılıların oyununa gelerek Anadolu’yu ele geçirmeye çalışarak tekrar yapacak, ancak tarihi iyi bilmemelerinin sonucunu 1922 yılında, neredeyse ordularının tamamını aynı topraklarda bırakmak zorunda kalarak göreceklerdi. Yunanlılar iyi tarih yazıyorlardı ancak okumayı pek bildikleri söylenemezdi (Alpar, Güray. Stratejik Dünya Tarihi, Pelit Yayınları, Konya, Ağustos, 2014.s.282.)

Bir ülke politikalarını gücüne göre oluşturur. Yunanistan’ın tarihin değişik dönemlerinde aynı oyunlara gelerek gücünün çok üzerinde maceralara giriştiği açık. Türk düşmanlığı yaratmaya ve böylece uluslararası destekle alan genişletmeye çalışanların da Yunanlı politikacılar olduğu görülüyor. Bu anlamda, kurulduğu günden bu yana “Türkiye aleyhine” sürekli büyüyen ülkenin Yunanistan olduğu da açıkça ortada. Böyle bir niyeti yok ama, tersi olarak aynı kazanımı Türkler Yunanlılardan yapmış olsa Yunanlılar ne düşünürdü acaba?

Asıl sorun da bu empatiyi kuramamaktan geçiyor gibi. Tabi istisnalar dışında. Türkler’e yapılan haksızlığı dile getiren politikacıların da olduğunu hatırlamak gerekir. 2018 yılının sonlarında, Kıbrıs Rum Siyasetinden ana muhalefetteki AKEL partisi de “Rumların Türk sivilleri katlederek toplu mezarlara gömdüğünü” kabul ederek katliamları resmen kınamıştı.

AKEL’in açıklaması şu şekildeydi: “1974’te Muratağa, Atlılar ve Sandallar köylerinde EOKA-B vahşeti şovenizmin yurdumuzda yaşayan trajedinin en temel nedenlerden biri olduğunu hepimize hatırlatmaktadır. Kurbanların ailelerine, yakınlarına, dostlarına ve köylülerine AKEL olarak en içten taziyelerimizi ifade ediyoruz. EOKA-B’ci faşistlerin bu 3 köydeki toplu katliamının kurbanı olan 126 kişi asker değil, çoğu kadın ve çocuk olan korumasız sivil yurttaşlardı. Bu insanlardan çoğunun katledilmelerinden önce tecavüze ve şiddete uğradıkları da dikkate alındığında, yaşananların daha da dehşet verici ve ürpertici olduğu görülmektedir...”

Türkiye ve Yunanistan arasında yaşanan sorunlara mantıklı bir açıklama ve çözüm getirmek isteyen kişilerden birisi de Yunanistan eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Andonis Andonyadis. Türkiye’nin Libya ile Deniz Yetki Alanlarına ilişkin Mutabat Muhtırasını imzalamasından sonra, Yunan medyası ve politikacılarının savaş söylemlerini artırdığı bir süreçte 2020 yılının şubat ayının başında Andonyadis’in açıklamaları ezber bozan nitelikteydi.

Bilindiği gibi Yunanistan karasuları 6 milken, komik bir şekilde hava sahası 1930 yılında çıkarılan bir kararnameye göre 10 mil olarak belirlendi. Andonyadis ise “Dünyada, Yunanistan’dan başka hiçbir ülkenin karasuları ve hava sahası farklı değil. Sadece Türkiye değil başka hiçbir ülke bunu tanımıyor. Bizim tezimiz deniz hukukuna aykırı.” diyerek bu saçmalığa dikkat çekerken, Yunanistan’da bazı aşırı milliyetçiler tepki gösteriyor. Böyle bir ortamda hangi aklı başında insan mantıklı bir söylemde bulunabilir ki?

Antonyadis, bundan başka konulara da mantıklı açıklamalar getiriyor. Türkiye’nin ihlal ettiğini söylediği FIR hattının bir egemenlik bölgesi olmadığını ve Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü (ICAO) kurallarına göre, Türk savaş uçaklarının Yunanistan’ın iddiasının aksine uçuş planı vermeye mecbur olmadığını, Adalar Denizi üzerinde uçan bir Türk uçağının amacının Yunan adalarını istila etmek olarak değerlendirilmesinden sadece bir “Zararsız Geçiş” hakkı olarak görülmesi gerektiğini söylemiştir. Ona göre asıl sorun “Yunanlıların Adalar Denizi’ni (Ege) bütün olarak bir Yunan denizi olarak görmeleridir ki bunun en önemli sebebi bilgisizlikten kaynaklanmaktadır.

Eski Yunan Deniz Kuvvetleri Komutanına göre, Türkler Yunanistan’ı işgalden ziyade denizlerde hakkı olan zenginlikleri paylaşmak istiyor ve Türkiye ile müzakere durumunda bu sorunların büyük bir kısmı kolayca çözümlenebilir.

Ezber bozan bu açıklamalardan sonra, Yunan asıllı Ord. Prof. Dimitri Kitrikis’in 2016 yılındaki açıklamalarını tekrar hatırlamakta fayda var. Kitrikis’e göre; Batı Osmanlı’yı yıkmak için milliyetçilik ve ırkçılık mikrobunu yaydı. Okullardaki kitaplar nefretle beslenen ön yargılarla dolu. Batı, Yunanlıların Türklerden nefret etmesini istedi. Türkler Yunanlıların neden kendilerinden nefret ettiğini uzun süre anlayamadılar. Yunanistan ise öyle bir hale geldi ki kangren oldu.

Kitrikis’in değerlendirmesine göre; Türkiye ve Yunanistan birbirine yakın olması gereken iki ülke: “Türkiye ve Yunanistan arasındaki deniz bir insanın nefes borusu gibidir. Batı Yunanistan ve Türkiye’yi ayırarak bir vücudu ikiye böldüler. Akciğerin yarısı Yunanistan’da, diğer yarısı ise Türkiye’de kaldı. Vücudu ikiye ayrılan bir insan yaşayabilir mi? O yüzden Türkiye de Yunanistan’da zorluklar çekiyor. Bunu çözmek için siyasilerimiz, İş adamlarımız ve entelektüel çevrelerimiz bir araya gelerek Türkiye-Yunanistan Konfederasyon perspektifini masaya yatırmalıdır.”

Aynı bakış açıları hep aynı sonuca götürür. Şüphesiz ortaya konan bu farklı açıklamalara katılanlar kadar katılmayanlar da olacaktır. Burada önemli olan sorunlara farklı bakış açılarının getirilmesinin çözüme de katkıda bulunacak olmasıdır. Bu türden söylemler çoğaldığı sürece de barış gelecektir.

Sonuç olarak, Yunanlı politikacıların bunca yıllık tecrübeden sonra, artık büyümelerinin zamanı gelmiştir. Türk düşmanlığının Yunanistan’a bir faydası yoktur. Yunanistan böyle bir korkuyla uzun süre yaşayamaz. Zaten gerek de yoktur. Türkiye bölgede bir güç olarak, sadece uluslararası hukuka göre hakkı olanı istemektedir. Bu açıdan bakıldığında hiçbir zaman gerçekleşmeyecek aşırı milliyetçi söylem ve çalışmalarla, sürekli olarak Türkiye’nin kışkırtılmasının da bir anlamı olamaz. Türk ve Yunan halkları birçok bakımdan birbirine yakındır ve barış istemektedir. Bu nedenle mevcut kaynakların savaşa ve silaha harcanması yerine, akılcı projelerle bir araya getirilip her iki ülke insanının refahına hizmet edecek şekilde kullanılmasının daha uygun olacağı değerlendirilmektedir. Türkiye ve Yunanistan arasındaki denizin savaş alanı yerine bir barış denizi olması, biraz akıl ve empati ile mümkün olacaktır. Gerçekten ihtiyacımız olan da budur.

Tüm hakları SDE'ye aittir.
Yazılım & Tasarım OMEDYA