Danimarka, küçük bir ülke olarak büyüklerin koruması altında olmaktan her zaman teselli bulmuş, Londra, Berlin ve Washington üçgeninde dış politikasını şekillendirmiştir. 2014’te dönemin dışişleri bakanı Martin Lidegaard’ın ifade ettiği gibi, "Kopenhag’ın Berlin’e mi yoksa Washington’a mı daha yakın olması gerektiği" sürekli bir tartışma konusu olmuştur.
Ancak İngiltere’nin Brexit ile AB’den ayrılması, Almanya’daki siyasi belirsizlik ve ABD’de Donald Trump’ın öngörülemez liderliğe tekrar gelmesi, Danimarka’yı yalnız bırakma riski doğuruyor. İngiltere, Danimarka için Brüksel’de önemli bir denge unsuru olurken, Almanya da Helmut Kohl döneminden beri güvenilen bir ortak olarak görülüyordu. Fakat bugün Almanya siyasi bir kriz yaşıyor, Amerika ise güvenilir bir ortak olarak algılanmıyor. Eski dışişleri bakanı Uffe Ellemann-Jensen’in de dediği gibi, Britanyalılar kendilerini ön planda tutma eğilimindeler.
Bu belirsizlikler arasında, Danimarka’nın dış politika stratejisini nasıl şekillendirmesi gerektiği sorusu gündemde. Diplomasiye yıllarını vermiş Friis Arne Petersen’in, "Büyük ülkelerin bizden farklı çıkarları var, bunun farkında olmalıyız" şeklindeki uyarısı, 2021’de Kabil’deki tahliye sürecinde somutlaşmıştı. ABD’den beklenen yardım gerçekleşmeyince Danimarka, kendi çabalarıyla baş başa kalmıştı.
Şimdi, Britanyalılar çekilmiş, Almanlar zayıflamış ve ABD öngörülemez bir durumda olduğunda, Danimarka’nın nereye yönelmesi gerektiği sorusu hayati önem taşıyor.
Diğer İçerikler