Prof. Dr. Mustafa Aşkar’ın, “Son Dönem İskilipli Âlimler” Kitabı Çıktı

h4 { font-size: 24px !important; } Print Friendly and PDF

KİTAP TANITIMI

 

Prof. Dr. Mustafa Aşkar, Son Dönem İskilipli Âlimler, (Palet Yayınları) Konya, 2023, 329 s.

 

Bir milletin geleceğinden emin olabilmesi, ilmî ve fikrî yönden gelişmesi, geçmişteki kültür mirasını çok iyi bilmesi ve benimsemesine bağlıdır. Bu kültür mirasının temel taşları da yetiştirdiği büyük şahsiyetlerdir. Milletler, kültür tarihlerinin mümtaz simalarını sonraki nesillere tanıtmakla çok şey kazanırlar. Bizler, tarihe mal olmuş bu büyük insanları takdir etmeyip gelecek kuşaklara aktarmadığımız takdirde, onlar kendilerine başka kültürlerin ürünü olan şahsiyetleri örnek alacak; dolayısıyla bir tür kültürel yozlaşma ortaya çıkacaktır. Bu sebeple İslâm âlemi, yetiştirdiği bu değerli insanları iyi tanımak ve onların kristalleşmiş fikir ve davranışlarını örnek almak durumundadır.

Ne yazık ki bu büyük insanlar, genellikle hayattayken maalesef hak ettikleri takdiri görmezler, -tabiri caizse- öldükten sonra kıymete binerler. Bu insanlık tarihi boyunca hep böyle olmuştur. Hatta milletlerin kaderini değiştirenler, ma’kus tarihini yenenler, onur ve vakarlarından olsa gerek, kendilerini gizlerler ve belki de ömürlerinin geri kalan kısmını acı ve sefalet içinde geçirirler. Bizim şanlı tarihimizde olduğu gibi bu tür kimseler yaptıkları kahramanlıktan sonra devlet tarafından kendilerine tahsis edilen istihkakla ilgili olarak da çoğunlukla onu almak ve kullanmaktan hazer ederler. Tam da büyük filozof-şair Ömer Ferit Kam’ın (ö.1944) şair Süleyman Nazif’in (ö.1927) ölümünden sonra kabrinin üzerine bir türbe yapılacağı haberi üzerine yazdığı şu dörtlüğünde terennüm ettiği gibi (Ferit Kam, Dinî Felsefî Sohbetler, (DİB Yayınları) Ankara trz, s. 18):

Sağlığında nice ehl-i hünerin

Bir tutam tuz bile yoktur aşına

Öldürler evvel ânı açlıktan

Sonra bir türbe dikerler başına

Ülkemizin, din öğretimi ve eğitimi tarihinin son asırdaki dönemi gerçekten araştırma ve incelemeye değerdir. Bu da ancak bir dönemde yaşamış kişilerin biyografileriyle ortaya çıkar. Literatürümüzde bir kişinin hayatını ayrıntılı olarak veren kişisel biyografi kitapları olduğu gibi birden çok kişinin hayat hikâyelerini bir araya getiren genel biyografi eserleri de vardır. Geçmişte telif edilip, kültür mirasımızın basamak taşları olan tercüme-i hâl/biyografi kitaplarının günümüzde pek çok örnekleri vardır. Bu anlamda çalışma, bir tür genel biyografik bir eserdir. Pek çok birikim ve malzemenin bulunduğu bu dönem hakkında, günümüzde az da olsa yapılmış bazı çalışmalar mevcuttur. Ancak bu çalışmalar, genelde bilimsel ve akademik olmaktan çok, sadece bazı anektotlara/menkıbelere dayalıdır.

Bu eserimizin adına gelince: “Son Dönem” den 1800’lü yıllardan sonrası kastedilmektedir. “Âlimler” tabirinin ise herhangi bir kamusa bakıldığında, “Âlim: Bilen ve bilgin” anlamına geldiği görülür. Ancak bu terim, asırlar içinde sadece “eğitimli din bilgini” olarak anlam daralmasına uğramıştır. Günümüzde de maalesef bu dar anlamda kullanılmaktadır. İslâm düşünce tarihinde ilk dönemlerde aslına uygun olarak insanlığa faydalı olmak kaydıyla hiçbir ilim alanı ayırt edilmeksizin, tüm alanlardaki bilginlere ‘âlim’ denmekteydi. Maalesef İslâm Medeniyeti Tarihi’nde bu ayrım yapılmaya başlandıktan sonra, tabii olarak gerilemeye başladığı bir hakikattir. İslâm düşüncesinde bilginin bütünlüğü ve bölünemezliği esastır. Bilginin parçalanması; dinin metafizik alana, bilginin de sadece temel İslâm bilimlerine hasredilmesine ve böylece ilimlerin dinî ve gayr-ı dinî olarak birbirinden uzaklaşmasına sebep olmuştur. Aslında İslâm nazarında bilginin cinsi yoktur. İyi, güzel ve doğru olarak değerlendirilen her bilginin, İslâm dairesi içerisinde değerlendirilmesi zorunludur. Yani tefsir, hadis, fıkıh kadar; matematik, hukuk, astronomi ve fizik de aynı derecede önemli ve faydalıdır. Biz bu anlayıştan dolayı, sadece din âlimlerini değil diğer alanlardaki bilim adamlarını da “âlim” olarak ele aldık.

Hayatlarını ele aldığımız bazı hocalarımızın dönemlerinde sadece birer din görevlisi oldukları malum olduğu halde, biz tarihe not düşmek adına, teberrüken “âlim” kategorisinde ele aldık. Bu hocalarımızı bizden önce ele alan A. Hamdi Ertekin Hocamız (ö.2021) onları faaliyet alanlarına göre beş gruba ayırır. (Bkz. A. Hamdi Ertekin, Zengin Tarih Kenti İskilip, (İskilip Belediyesi Yayınları) Şubat 2012, s. 34.)

Bu çalışmamızda da burada ele alınan zevat-ı kiramın hakkındaki bilgiler, yazılı kaynaklar esas olmak üzere, kısmen kendi çocukları, daha çok torunlarına dayalı bilgilerden oluşmuştur. Biz de üçüncü kuşakla beraber, bu bilgiler toprağın altına girmeden, 2000’li yıllardan itibaren ele aldığımız bu şahısların biyografilerini, önce akademik olarak ele aldık. İlahiyat Fakültemiz öğrencilerine mezuniyet tezi olarak verdik. Bu eserde ele alınan zevât-ı kiram hakkında danışmanlığını üstlendiğimiz 19 lisans tezi yaptırıldı. Arkasından bu âlimlerin ailelerine öğrenciler göndererek ayrıca bu zatlar hakkında geniş röportajlar yaptırdık. Buna ilaveten bu hocalardan Diyanet personeli olanların, Diyanet İşleri Başkanlığı arşivinde olan sicil dosyalarına ulaştık. Bu dosyalarda, özellikle bu zevatın farklı dönemlerdeki fotoğrafları, atama, tayin ve hac görevleri gibi günü gününe bilgilerine ulaştık. Bu da bizim için son derece güvenilir ve zengin bilgiler oldu. Neticede –elhamdülillah- ortaya böyle bir eser çıktı. Bu hususta yoğun mesai sarfederken Kâtip Çelebi’nin (ö.1657) Keşfüz-Zunûn mukaddimesinde (Kâtip Çelebi, Keşfü’z-Zunûn, c. I, Dersaadet 1310, s. 3) yer alan şu sözü bizim âdeta dayanağımız olmuş ve bugünkü deyimle bizi daima motive etmiştir:

من ورّخ مؤمنا فكأ نما أحىياه (Kim bir müminin hayatını yazarsa, sanki ona hayat vermiş gibidir.) Bu kelâm-ı kibarın devamında  ومن قرأ تاريخه فكأ نما زاره  (Kim de o müminin hayatını okursa, sanki onu hayattayken ziyaret etmiş gibi olur.) ifadesi yer alır. Yine büyükler: “Âlimin ölümü, âlemin ölümü gibi…” derler.

Bazı şehirler, beldeler vardır ki orada yetişmiş zevat oranın adıyla âdeta özdeşleşmiştir ve o şahsın adını andığınız zaman o şehir hemen akla gelir veya o şehrin adı zikredilince o şahıs akla gelir. İşte bunlardan biri de Evliya Çelebi’nin (ö.1682) “ilim ve hilim beldesi” dediği İskilip’tir. Bunun için türbesi hâlen İskilip’te bulunan Şeyh Yavsî, oğlu büyük Osmanlı Şeyhülislâmı Ebussuud Efendi, bir dönem İskilip Evlik köyünde tekke kurmuş/yaşamış Akşemseddin ve Şeyhülislâm Sun’ullah Efendi gibi âlim ve fazılların İskilip’ten yetişmiş olması yeterlidir. Özellikle de İskilip denilince Âtıf Hoca hemen akla gelir ve onun adıyla birlikte anılır.

Bu çalışmada biyografilerini ele aldığımız zevatın kahir ekseriyeti aslen İskilipli olmakla beraber, bunlardan Âtıf Hoca ve İbrahim Edhem Hazretleri, ‘İskilipli Âtıf Hoca’ ve ‘İskilipli İbrahim Edhem Hazretleri’ şeklinde her zaman “İskilip” ön adıyla anılmış, âdeta bu şekilde isimleri klişe/künye haline gelmiştir.

Evliya Çelebi, İskilip ve kalesini şöyle anlatır, (Evliya Çelebi Seyahatnâmesi, c. III, Sad: Tevfik Temel Kuran, (Üçdal Neşriyat) İstanbul, s. 880.) :

“Yüksek bir dağın en üstünde burç ve dişleri düzgün taşları ile yapılmış altı köşeli yüksek bir kaledir. Varoşu dereli, bağlı ve bahçeli bir yerde olup güzel evleri vardır. Fakat evler o kadar geniş değildir. Bilginleri gayet çoktur. Her camide medrese, müderris ve talebesi vardır. Burası zevk ve hava yeri olmayıp ilim yeridir. Olgun, necip sıbyanı üç yüz kadar Kur’ân hafızı ve kırk adet ebcet okuyan sıbyan mektebi vardır. Çarşısı ve bedesteni yoktur. Çarşıları da diğer çarşıları gibi düzgün değildir. Türk şehri ise de halkı birbirinden çekinir.”

Bizden önce yine “Son Dönem İskilipli Âlimler” başlığı ile merhum A. Hamdi Ertekin tarafından 1997 yılında bizim de iştirak ettiğimiz“Türk Kültüründe İz Bırakan İskilipli Âlimler” Sempozyumunda (23-25 Mayıs 1997-İskilip, ss. 407-428) bir tebliğ sunulmuştu. Tabii olarak bu tebliğde on dört zatın hayatı muhtasaran ele alınmıştı. Biz bu bilgilere/isimlere ilaveten, hepsi ahirete intikal etmiş otuz beş zatın biyografilerini ortaya koymaya gayret ettik. Yani bu eserin isim babası, A. Hamdi Ertekin’dir. Bütün isimlerin doğum tarihine göre sıralaması yapılmış ve detaylı bir şekilde hayatları ele alınmaya gayret edilmiştir. Ayrıca alanımızın bize zorunlu kıldığı bazı imla kuralları ve terkipler hariç bu eserde, Türk Dil Kurumunun yazım kurallarına titizlikle uyulmaya gayret gösterilmiştir.

Özetle bu eserde otuz beş âlimin hayatı doğum tarihleri esas alınarak mufassalen ele alınmıştır: Hacı Ömer Efendi, Şeyh Hacı Mustafa Efendi, Mehmet Arif Efendi, Mehmet Hilmi Efendi, Kutuğunlu Abdullah Efendi, İsmail Hakkı Efendi, Cıncıllı Mehmet Efendi, Serbestzâde Ahmet Hamdi Bey, Kürt Hacı Mustafa Efendi, Kestefzâde Emin Efendi, Mehmet Dilek, Mehmet Münir Çağıl, Hacı Veli Hafız Efendi, İskilipli Atıf Efendi, Ali Galip Köstekçi, Kuzköylü Mehmet Efendi, İskilipli İbrahim Ethem Efendi, Osman Kalfa, Ali Fikri Efendi, Hacı Hüseyin Efendi, İsmail İpekçi, Dr. Ziya Talat Çağıl, Ahmet Hamit Çağıl, İsmet Şahinbaş, Mekkeli Ömer Efendi, Prof. Dr. Orhan Münir Çağıl, Mustafa Deliküçük (Karavapur), Şaban Panal, Mustafa Atıcı (Sarı İmam), Mustafa Avşar (Tavukçu Hoca), Mürsel Şahinbaş, Ahmet Hamdi Ertekin, Faik Şahinbaş, Prof. Dr. Mücteba Uğur, İsmail Aktaş.

 

 

 

Tüm hakları SDE'ye aittir.
Yazılım & Tasarım OMEDYA