Hint Pasifik Mücadelesinin Yeni Aşaması: Shınzo Abe Suikasti
Bu yazı 14.07.2022 tarihinde yayınlanmıştır.
*Doç. Dr. Güray ALPAR/ SDE Başkanı
II. Dünya Savaşından sonra doğan (1954) ve Japonya tarihinin en uzun süre başbakanlık yapan kişisi olma unvanını taşıyan Shınzo Abe’nin, 08 Temmuz 2022 tarihinde suikast sonucu öldürülmesi, 28 Haziran 1914 tarihinde Avusturya-Macaristan tahtının varisi Franz Ferdinand (1863 –1914)’a yapılan suikast gibi yeni bir dünya savaşına yol açıp açamayacağı bilinmez ama Hint Pasifik Mücadelesinin yeni bir aşamaya geldiğini göstermesi açısından, oldukça ilginç bir olay olarak tarihe geçecek gibi görünüyor.
Olayın ardından birbiri ardına spekülasyonlar yapılmaya başlandı ve kafa karıştırıcı birçok iddia ortaya atıldı. Aslında burada “olayı kimin yapmış olduğundan” ziyade, “olayın kimin işine yaradığı” üzerine yoğunlaşmak daha doğruydu. Doğrusu Abe kurgulanan oyun için en uygun kişiydi. Japonya’nın askeri gücünü geri kazanması gerektiğine inanan ve 2007 yılında Afganistan'da görev yapan Japon Deniz Kuvvetleri personelini geri çekme planını askıya almış olan Abe, Çin’le ekonomik ilişkileri geliştirme taraftarı olmakla beraber, bu ülkeye karşı şüpheci bir şahin politikacı olma özelliğini hep korumuş ve Çin’in gerçek amacı ve askeri gücü konusunda sürekli uyarılarda bulunarak, Japonya’nın bu bölgede kendini savunabilmesi gerektiğini söylemişti.
Abe’nin bir suikast sonucu öldürülmesi ise şüphesiz öldürülmesinden iki gün sonra gerçekleşen seçimlere yansıdı ve partisi Liberal Demokrat Parti ve koalisyon ortağı partiler büyük bir zafer kazandı. Bunun anlamı, Temsilciler meclisinden sonra Danışmanlar Meclisinde de çoğunluğu yakalaması demekti. Bunun bir diğer anlamı ise Japon Anayasasını değiştirebilecek çoğunluğa da ulaşması demekti. Bu aynı zamanda, her ne planlanıyorsa, zaman ve mekân açısından stratejik bir hamlenin başarılması anlamına da geliyordu.
Askeri anlamda; 1895 yılındaki Çin Savaşında ve 1905 yılında Ruslara karşı savaşlardaki başarısı yanında, 1930’lu yıllardan sonra Mançurya ve Çin’deki ilerlemeleri ile Japonya, II. Dünya Savaşı başlarında en geniş sınırlarına ulaşmıştı (Salkin ve Schellinger, 1996: 515). Bu dönemde Japonya neredeyse 2 milyon km2 alana ve 500 milyona ulaşan bir nüfusa hükmediyordu ve Japonların işgal bölgelerindeki halkın Japonya ilgili algıları pek de olumlu sayılmazdı.
Savaşın sonlarında Japonları teslim olmaya razı etmek hiç de kolay olmamıştı. Acı kayıplardan sonra artık Japonlar için kendi deyimleriyle “dayanılmaza dayanmak” dönemi başlamıştı. II. Dünya Savaşının arkasından, ülkeyi ABD tamamen kontrol altına aldı ve Japonya’nın ekonomik ve siyasal alt yapısında birçok değişiklikler yapıldı. Bunların en önemlisi ise Japon ordusunun tasviyesiydi (Giffard, 1994: 278-282).
1947 yılında Japon Anayasası yürürlüğe girdi. Bu Anayasanın 9. Maddesi, Japonya’nın uluslararası anlaşmazlıkları çözmek için savaşa girmesine şu şekilde yasak koymuştu: Nizam ve adalete yönelik milletlerarası bir barışı gönülden dileyen Japon milleti, halkın hükümranlık hakkı olarak savaştan ve milletlerarası anlaşmazlıkları hal işinde tehdit ve kuvvet kullanmaktan, daimî şekilde feragat eder.
Doktrin bir dizi tutarlı, mesaj veren ilkeden oluşur ve inançlara atıfta bulunur. Bunun yanında karar vericilerin düşüncelerinin bir bileşimi olarak resmi fikirleri de temsil eder. Japonya için bu, yaşananların bir sonucu olarak “Yoshida Doktrini” olarak ortaya konulmuş ve savunmaya yönelik barışçıl bir uygulamayı esas almıştı (Chai, 1997: 396-398). Japonya’da bundan sonraki esaslar, Öz Savunma Kuvvetleri uygulaması dahil, buna göre düzenlenmişti.
Anayasanın bu maddesine göre Japonya’nın, savaş potansiyeli olan silahlı bir gücü muhafaza etmeyeceği vurgulanmaktadır. Burada, “devletin savaşçılık hakkının” hiçbir zaman tanınmayacağı açıkça ortaya konulmuştur. Maddede ayrıca, bu amaçlara ulaşmak için savaş potansiyeli olan silahlı kuvvetlerin muhafaza edilmeyeceği de belirtilmektedir.
Benzer bir durum, II. Dünya Savaşı sonrası Almanya için de geçerliydi ve Almanya başlangıçta NATO ittifakına dahil edilmemişti. Ancak, Avrupa’daki Rus tehlikesi nasıl Almanya’nın kontrollü bir şekilde silahlandırılmasına izin verdiyse, aynı durum, Kore gibi bölgelerde beliren tehdit nedeniyle, Japonya için de geçerli oldu ve kısıtlamalar gevşetilerek, barışçıl maksatlarla kullanılmak üzere, 1951 yılından itibaren Japonya Öz Savunma Kuvvetleri oluşturulmaya başlandı. Gerek Almanya gerekse Japonya için oluşan bu durum, gerçekte artık ABD’nin tek başına bu bölgelerde güvenliği sağlamakta zorlanmaya başlaması ve askeri harcamalara bu ülkeleri ortak etmek istemesinin bir neticesiydi (Almanya ülkesindeki ABD askerlerinin (35.000 civarı) bir kısım masrafları için yüklü miktarda para ödemesi yapıyor. Bunun yanında, Rusya’nın Ukrayna saldırısı sonrası 50 milyar dolarlık savunma harcamasını 100 milyar dolara çıkarmayı taahhüt ederken aynı zamanda, ABD’den F35 savaş uçakları da alacağını açıkladı. Güvenlik İttifak Anlaşması gereğince Japonya da 1978 yılından beri ev sahibi ülke desteği adı altında ülkesindeki ABD askerlerinin (55.000 civarı) hizmet, işgücü ve eğitim masraflarını karşılıyor. Yine Öz Savunma Kuvvetlerinin başlangıçtan itibaren masraflarını üsleniyor. ABD ile yapılan görüşmeler neticesi Japonya Başbakanı, bu yıl savunma harcamalarını artırarak 47,18 milyar dolara çıkarma sözü verdi. Japonya’nın da, Almanya gibi ABD’den benzer şekilde pahalı silahlar almak için girişimleri sürüyor).
1951 yılında ABD ve Japonya arasında imzalanan “San Francisco Güvenlik Anlaşması” aslında, Japon askeri güçlerinin müttefikleri ile (ABD) entegre olacak şekilde düzenlenmesini öngörüyordu. Buna göre ABD; Japon topraklarında konuşlanabilecek, Japonya’yı iç (iç ayaklanmaları bastırma yetkisi de vermektedir) ve dış saldırılardan koruyacaktır (Lu, 1997: 497-500). 1954 yılında imzalanan Savunma Antlaşması ile de Japonya’nın “meşru müdafaa hakkı” kabul edilerek “Öz Savunma Kuvvetleri” resmen kurulmuştu. Ancak açıkça görülüyor ki, uçak, uydu, lazer gibi kendi milli projeleri bulunsa da bu kuvvetler ABD kuvvetleriyle entegre, envanter yönünden ABD’ne bağımlı ve kontrol edilebilir durumda. Japonya bugün topraklarındaki ABD askeri sayısıyla, dünyada en fazla ABD askerini konuşlandıran ülke unvanını taşıyor. Japonya’yı; Almanya ve Güney Kore izliyor.
Soğuk Savaş Dönemi sonrasında Japonya’da artık güvenlik anlayışı değişmeye başladı (Kawasaki, 2001: 230-232). Bu dönemde ABD birçok bölgede güç zehirlenmesiyle anlamsız savaşlarda zaman ve prestij kaybederken, silahsızlandırılan Japonya’nın yarattığı boşluğun, başta Çin olmak üzere diğer devletler tarafından doldurulmaya başlandığı da görüldü.
Yeni dengeler oluşuyordu. Oysa bu dönemde silah sistemleri aşağı yukarı aynı kalmıştı (Orwell, 2021:193,194). Bir şeylerin değişmesi ve kamuoylarının buna hazırlanması lazımdı. Yeni tehdit değerlendirmeleri yapılıyor, yeni oyunlar kurgulanıyor ve bu durumun giderek strateji belgelerine, zirve bildirilerine ve tatbikatlara yansımaya başladığı görülüyordu.
Uluslararası sistemde bir devletin güvenlik stratejisi oluşturmasının anlamı, o devletin, gücüyle orantılı olarak hedefleri ve bu hedeflere ulaşma kararlılığının güçlü bir şekilde ortaya konulmasıdır. Stratejik dengeleri değiştirme yeteneği olan devletler planlamalar yaparlar. Bu açıdan strateji belgeleri başlangıç noktasını oluşturur. 2021 yılı ocak ayında Biden imzasıyla yayınlanan “ABD Geçici Stratejik Güvenlik Belgesi de bir çok açıdan faaliyetlerin başlangıç noktasını oluşturuyordu (ABD Geçici Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi: 2021). Strateji belgesinin giriş bölümünde, dünyadaki güvenlik ortamı tanımlanıyor ve Çin ve Rusya gibi otoriter devletlerle büyüyen rekabet ortamının, zorluklar yanında fırsatlar da yarattığından bahisle, bunların ancak yaratıcı yaklaşımlarla çözülebileceği belirtiliyordu (O zamandan beri gelişen olaylar, Rusya ve Çin’e karşı yaratıcı yaklaşımların ortaya konulmaya başladığına işaret etmektedir).
Hemen ardından, 2021 yılı şubat ayında Münih Güvenlik Konferansında Biden, “Çin ile rekabet çetin geçecek, Çin ile uzun vadeli stratejik bir rekabete beraber hazırlanmalıyız. Bu dönemde en önemli işlerimizden birisi, ABD ve Avrupa’nın, Pasifik’teki çıkar ve değerlerini güvence altına almak olacaktır.” derken, belki de bugünlere işaret ediyor gibiydi (Biden, Münih Güvenlik Konferansı: 19.02.2021). “Bu bölgelerde hasımlarımızı caydırıp menfaatlerimizi savunurken, Avrupa ve Hint-Pasifik bölgesine ağırlık vereceğiz” sözü ise bugün gerçekleşmeye başladığı gibi, ağırlık merkezi olarak belirlenen iki ana harekat alanına yoğunlaşmayı içeriyordu.
Konferanstan birkaç ay sonra gerçekleşen NATO Zirvesinde ise ana gündem, askeri bir güç olarak ortaya çıkan Çin ve Rusya’ya karşı alınacak önlemler ve 2030 yılına kadar hedeflenen NATO kuvvet yapısıydı (NATO Zirvesi Sonuç Bildirgesi, 14 Haziran 2021). Böylece zaten Soğuk Savaş Dönemi sonrasında alan genişleten NATO, artık Hint Pasifik Bölgesini de içerecek planlamaların içine sokulmaya başlamıştı.
ABD tarafından 2022 yılı şubat ayında yenilenen “Hint-Pasifik Strateji Belgesi” de aslında daha önceki gelişmelerin beklenen bir sonucuydu. Trump'ın eski ulusal güvenlik danışmanı H.R. McMaster'a göre, Hint-Pasifik ittifakı fikrini (QUAD) ilk defa ortaya atan kişi, Abe olmuştu. Biden’ın, 24 Eylül 2021 tarihinde, Çin tarafından Asya’nın NATO’su olarak nitelendirilen QUAD (ABD, Japonya, Hindistan ve Avustralya) Liderler Zirvesinde söylemiş olduğu “Hepimizin ve dünyanın geleceği Hint Pasifik bölgesinde şekillenmektedir” sözü de bu belgenin başında yer almıştı (Indo-Pacific Strategy of the United States (Washington, DC: The White House, 11 February 2022).
“Sıradan Amerikalıların refahı Hint-Pasifik ile bağlantılıdır, ABD, ancak Asya’nın da güvende olması durumunda güvenliğini sağlayabilir, bölgede uzun vadeli konumumuzu ve bağlarımızı kuvvetlendirmeye kararlıyız. Eğer ortaklarımızla birlikte bölgeyi güçlendirebilirsek, Hint-Pasifik Bölgesi, Birleşik Devletleri güçlendirerek, geliştirecektir.” sözlerinin yer aldığı Strateji Belgesinde, talimat niteliğindeki şu cümleleri de dikkate almak gerekir: Bölgede Çin Halk Cumhuriyeti (CHC) kaynaklı zorluklarla karşı karşıyayız. Çin askeri, ekonomik ve teknolojik olarak etkili bir güç. Amacımız Çin’i değiştirmek değil, stratejik ortamı şekillendirmektir. Hedeflerimizi tek başımıza başaramayız. Çıkarlarımızı müttefiklerimiz ve ortaklarımızla birlikte savunacağız. Japonya’yı, etrafındaki tehditleri caydıracak seviyeye getireceğiz.
Yeni dönem için belgede hedefler açıkça ortaya konulmuştu. Ancak Japon toplumunda Anayasa’da belirtildiği şekilde silahlanmaya karşı bir konsensüs oluşmamıştı. Gerçekten de tereddüt yaşayan bir toplumda kararsızlığı ortadan kaldırmak için bundan daha iyi bir zaman ve Abe’den daha uygun bir kişi bulunamazdı. II. Dünya Savaşından sonra silahlanması sınırlandırılmış olan Japonya’nın, özellikle nükleer alanda tekrar silahlandırılması Çin’e karşı bu bölgede dengeleri sağlamada oldukça önemliydi. Ancak Rusya’nın Ukrayna’ya işgalinden sonra bile, dünyada bu silahların kullanıldığı ilk ve tek ülke konumundaki Japonya’da, politikacılar ikiye bölünmüştü.
Dış politikada Japonya'yı dünya ile birleştirici ve ülke lehine yapıcı tutumuna karşın, iç politikada Şinzo Abe'nin popülist söylemleriyle kutuplaştırıcı bir kişilik sergilediği uzmanlarca kabul ediliyor. Abe’nin, Japonya'nın İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Amerikalılar tarafından yazılan barışçıl anayasasının ordu bulundurmayı yasaklayan 9. Maddesini, bölgenin güvenliğini öne sürerek ısrarla değiştirmek istemesi, özellikle atom bombasının yaptığı yıkımı çok iyi hatırlayan kesimlerle ve solcularla arasının açılmasına neden olmuştu. ABD’den alınan silahların pahalı olması da dikkat çekiyordu. Bölgesel tehditler karşısında ABD’den alınan Aegis Ashore füze savunma sistemlerinin pahalı olması nedeniyle, Tokyo Hükümeti 2022 yılında plandan vazgeçmek zorunda kalmıştı. Buna rağmen ABD’den F35 uçaklarının, destroyerler alınması planlanıyor. ABD askeri varlığının bazı bölgelerde Japonlar tarafından hoş karşılanmaması ise başka bir durum.
Yeni Başbakan Fumio Kişida'nın, Hiroşima'dan meclise girdiği ve nükleer silahlar konusundaki karşıt duruşu düşünülürse, yeri geldiğinde ABD ile nükleer silah paylaşımı fikrini bile ortaya atabilen Abe'den farklı bir politika izleyeceği tahmin ediliyordu. Tarih kitaplarının Japonya'nın zaferlerine daha çok yer vermesi gerektiğini savunan ve Japonya'nın İkinci Dünya Savaşı'nda işlediği savaş suçlarını inkâr eden veya görmezden gelen Abe'nin, özellikle Japonya'nın bir zamanlar arka bahçesi saydığı Kore Yarımadası halklarını kızdıran ama Japonya'da muhafazakâr, ulusalcı ve aşırı sağcıların sevdiği bölücü bir politika izlediği de biliniyor. Bu durum ise dünyanın belki de en homojen ülkesi Japonya'da kutuplaşmayı arttırma riskini taşıyordu.
İkinci Dünya Savaşı sonunda büyük bir yenilgi alan ve yeniden askeri bir güce dönüşmesi anayasal olarak yasaklanan Japonya’nın, 1945’ten itibaren uluslararası ilişkilerdeki rolünde belirleyici unsur yumuşak gücü olmuştu. Şimdi ise yeni bir aşamaya giriliyordu.
Tarihi boyunca orduya büyük önem veren, hatta bazı dönemler militarist yaklaşımlar benimsemiş Japonya, 1946 tarihinden sonra anayasal pasifizm dönemine girmiş ve ABD ile sıkı ilişkiler geliştirerek askeri güvenliğini tamamen ABD’ye bırakmıştı. Öte yandan gerçekleştirdiği ekonomik atılımlarla, ekonomik anlamda önemli bir güç haline gelmeyi başarmıştı. Ancak Soğuk Savaş sonrası değişen konjonktür, bölgesel bir güç olarak konumunu sağlamlaştırmak isteyen Japonya’nın askeri olarak güçlenmesi gerektiğini ortaya koymaktaydı. Bu aşamada kamuoyunun iknası büyük önem taşıyordu ve ancak sansasyonel bir olay bu dönüşümü gerçekleştirebilir ve engelleri ortadan kaldırabilirdi.
Abe, bir yandan Japonya’yı dünya ile birleştirici bir tutum sergilemesi yanında, diğer yandan söylemleriyle kutuplaştırıcı bir kişilik de sergilemişti.
Eski Başbakan Abe, Hint-Pasifik bölgesinde ABD’nin yanında etkin ve silahlanmış ordusuyla güçlü bir Japonya’nın bulunması gerektiği iddiasını kabul ettirmeyi başarmıştı. Abe, istifa etmiş olsa da iktidardaki Liberal Demokrat Parti içinde etkin bir isimdi ve Çin’in askeri hamlelerinin Japonya’ya olduğu kadar ABD ile güvenlik ittifaklarına da zarar vereceği iddialarının gerçek olduğuna bazılarını ikna etmişti.
Abe bugüne kadar Japon Anayasasının ordu bulundurmayı yasaklayan 9. maddesini ısrarla değiştirmek istemesi, özellikle nükleer silahların yıkımını hatırlayan kesimlerle arasının açılmasına neden olmuştu ve ne kadar istese de silahlanmaya ilişkin kısıtlamaları kaldırmayı başaramamıştı. Oysa son zamanlarda yapılan araştırmalara göre Japon halkı, giderek Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrasında Rus nükleer tehdidinin gündeme gelmesinin, Çin’in Tayvan üzerindeki hak iddialarını artırdığına inanmaya başlamıştı.
Katıldığı bir televizyon programında (Yorulmaz, 2 Mart 2022) Abe, bu tehlike karşısında Japonya’nın ABD ve NATO üyesi ülkeler arasında nükleer silahların paylaşımı gibi bir durumun ABD ile Japonya arasında da olması gerektiğini savunurken şöyle demişti: “Dünyada güvenliğin nasıl sağlandığını iyi anlamamız gerekiyor. Karşı karşıya kaldığımız gerçekleri tartışmaya açmayı tabu saymamalıyız.” Ancak öte yandan, halen başbakanlık görevini sürdüren ve ilk atom bombasının atıldığı şehir olan Hiroşima’dan milletvekili seçilen Fumio Kişida ise, Abe ile ters düşmeyi göze alarak, Japon Anayasasında yer alan, Japonya’nın bağlı bulunduğu üç pasifist ilkeyi (Nükleer silahlara sahip olmamak, üretmemek ve izin vermemek) korumak gerektiğini savunuyordu. Bu ilkeler atom bombalarının yarattığı tahribat nedeniyle 1967 yılında Başbakan Eisaku Sato tarafından resmi politika haline getirilmişti. Şimdiki Başbakan Kişida, nükleer silaha sahip olmamayı hayatının amacı olarak gören ve nükleer silahlara aşırı karşı olan birisi olarak biliniyordu ve nükleer silahlanma karşıtı programların güçlü bir destekçisi konumundaydı. Öyle bir olay olmalıydı ki Kişida ve savaş karşıtı Japonlar bile oluşan dalgaya karşı koyacak gücü kendilerinde bulamamalıydı. Bu iş için Abe en uygun kişi olabilirdi.
Şimdilik suikastın arkasında kimlerin olduğunu tam olarak bilmiyoruz ama kimlerin işine yarayabileceğini az ya da çok tahmin edebiliyoruz. Yoshida Doktrinine göre, adalete dayalı bir uluslararası düzene ve barış ortamına içtenlikle gönül veren Japon halkı, savaşı uluslararası anlaşmazlıkları çözen bir araç olarak görmekten sonsuza karşı vazgeçmişti. Ancak bu olay sonrası, Japon toplumunun düşünce yapısında önemli değişimlerin olacağını tahmin etmek de zor değil. Artık Japonya’da aksine bir karar alınmazsa üç yıl seçimsiz bir süreç var ve reform ve anayasal değişiklik yapmanın önünde hiçbir engelin kalmadığı bir dönem yakalandı. Muhtemeldir ki, bundan sonraki süreçte, çok kuvvetli bir karşı dalga yaratılmadığı sürece, her şey Abe’nin açtığı yoldan gelişecek gibi görülüyor. Kısıtlamaların kaldırılması sonucu Japon Ordusu, orta ve uzun vadede Rusya ve Çin karşısında potansiyeli olan, dünyanın en güçlü ordularından birine dönüşebilir. Tarihi hatırlayalım ve yeni gelişmelere hazır olalım.
Kaynakça:
ABD Geçici Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi: 2021.
Akçadağ, Emine. (2010). Yumuşak Güç, Japonya’nın Sert Güç Arayışı, Bilge Strateji, Cilt 2, Sayı 3.
Biden, Münih Güvenlik Konferansı: 19.02.2021.
Flint, Colin. (2006). Introduction to Geopolitics, Routledge: New York.
Giffard, Sydney. (1994). The Development of Democracy in Japan: Japan Among The Powers (1890-1990), Yale University Press.
Göney, Suat. (1993). Siyasi Coğrafya, Cilt 2, İstanbul Üniversitesi Yayınları: İstanbul.
Haushofer, Karl. (1924). Pasifik Okyanusu Jeopolitiği – Coğrafya ve Tarih Arasındaki İlişkilere Yönelik Çalışmalar, Kurt Vowinckel Basımevi: Berlin, Almanya.
Indo-Pacific Strategy of the United States. (11 February 2022). The White House: Washington, DC.
Kawasaki, Tsuyoshi. (2001). “Postclassical Realism and Japanese Security Policy,” The Pacific Review Vol 14 No 2.
Lui J. David. (1997). Japan: A Documentary History (The Late Tokugawa Period to the Present): Newyork.
NATO Zirvesi Sonuç Bildirgesi, 14 Haziran 2021.
Orwell, George. 1884, Çev. Aslı Okur, Doğan Kitap: İstanbul.
Salkin ve Schellinger. (1996). “Kyoto”. International Dictionary of Historic Places: Asia and Ocenia: Routledge, UK.
Yorulmaz, Ilgın. (2 Mart 2022). Rusya'nın Ukrayna'yı işgali sonrası Japonya'da nükleer silah tartışması- BBC News Türkçe.
Kelime Ara
Konular
- Uluslararası İlişkiler
- Savunma-Güvenlik
- Teknoloji-Siber Güvenlik
- Enerji
- Ekonomi
- İklim-Çevre
- Sağlık
- Toplum
- İnsan Hakları
- Çatışma
Bölgeler
- Asya
- Afrika
- Avrupa
- Amerika
- Okyanusya
- Orta Doğu ve Mağrib
- Türkiye
- Rusya
- Körfez Ülkeleri
- Avustralya
- Kuzey Amerika
- Batı Afrika
- Batı Avrupa
- Kafkasya
- Merkez Asya
- Doğu Avrupa
- Doğu Afrika
- Latin Amerika ve Karayipler
- Yeni Zelanda
- Levant Bölgesi
- Kuzey Afrika (Mağrib)
- Diğer Okyanusya Ülkeleri
- Orta Afrika
- Balkanlar
- Doğu Asya
- Güney Afrika
- Çin
- Güney Asya
- İskandinav-Baltık Ülkeleri
- Güney Doğu Asya