Ozan Arif “Kerkük” destanında bu Türk İlinin kara talihi yeraltı zenginliklerine bağlıyor:
“Ne zaman ki petrolün tam farkına vardılar
Üşüştüler başıma, her yanımı sardılar
Beni senin bağrından çektiler, kopardılar
Anasız kuzu gibi yıllardır meliyorum,
Ya yetiş imdadıma ya artık ölüyorum..”
Olaya doğal zenginlikler açısından bakarsak yukarıdaki tahlilin Doğu Akdeniz’de yaşanan son gelişmeler için birebir geçerli olduğu görülecektir.
Kıbrıs’ın çevresinde, önemli doğal gaz yatakları ve büyük miktarda hidrokarbon rezervleri bulunduğu anlaşıldıktan sonra, başlayan gerilim yükselerek devam ediyor.
Kıbrıs'ta düzenlenen 5. Avrupa Birliği (AB) Üyesi Güney Avrupa Ülkeleri Zirvesi'nin ardından yayımlanan ortak deklarasyonda, Kıbrıs'ta bir çözüme ulaşma çabalarının desteklendiği belirtilerek, "Kıbrıs sorununda ilgili BM kararları ile AB müktesebatı değerleri ve ilkeleri doğrultusunda kapsamlı, uygulanabilir bir çözüme yol açacak müzakerelerin yeniden başlaması için devam eden çabalara kararlı desteğimizi yineliyoruz." ifadeleri kullanıldı.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da, Güney Kıbrıs'la tam bir dayanışma içinde olduğunu belirterek, Güney Kıbrıs'ın egemenliğine saygı duyulması gerektiğini ifade etti.
Macron, Türkiye yönetimini Doğu Akdeniz bölgesindeki faaliyetlerine son vermeye çağırırken, "Tamamen Kıbrıs’la dayanışma içindeyiz ve egemenliğine destek veriyoruz. Türkiye, Kıbrıs’ın münhasır ekonomik bölgesindeki yasadışı faaliyetine son vermeli. Avrupa Birliği bu konuda zayıflık sergileme niyetinde değil” ifadelerini kullandı.
Bu açıklamalara Türkiye’nin cevabı elbette gecikmedi.
Dışişleri Bakanlığı zirvede kabul edilen ortak bildiri hakkında yazılı açıklama yaptı.
Açıklamada, "Fransa, İtalya, İspanya, Malta, Portekiz, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin (GKRY) katılımıyla 14 Haziran 2019'da Malta'da düzenlenen MED 7 6. Zirvesi sonunda kabul edilen ortak bildiride yer alan Ege, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs meselesine ilişkin, taraflı, gerçeklerden kopuk ve uluslararası hukuka aykırı ifadeleri reddediyoruz." ifadeleri kullanıldı.
ABD, İngiltere, Fransa, İsrail gibi ülkelerin o bölgeye kimi savaş gemileri ile kimi savaş uçaklarıyla kimi üstleriyle nasıl “üşüştüklerini” iyi biliyoruz.
Bu durum gösteriyor ki Akdeniz’de sular ısınmaya, tansiyon yükselmeye devam edecektir.
Rumlar’ın çıkarcı dostları “sizi Tehlikeli Türk’e karşı koruyacağız” bahanesiyle pastadan pay kapmak için sıraya girmişler.
Özellikle Fransa’nın açıktan, İngilizlerin perde arkasında, Güney Kıbrıs’ı cesaretlendirmeye yönelik çabaları dikkat çekiyor.
Güney Kıbrıs ve Yunanistan “iyi gün dostu” ile zor işlere girişmenin riskleri üzerine düşünmeleri gerekir.
29/30 Eylül 1938 tarihli Münih Antlaşması bu bakımdan Rum komşumuz için altın değerinde ibretlik bir belgedir.
Bilindiği gibi bu antlaşma ile Fransa (askeri garantörlük sözleşmesine rağmen) ve İngiltere, Çekoslovakya’nın Almanya tarafından işgaline yeşil ışık yakmıştı.
Kendilerini savaştan korumak adına müttefiklerini düşmanın Pençesine terk eden bu iki ülkenin başbakanlarına Churchill şöyle seslenmişti:
“Savaş ile Şerefsizlik arasında bir tercih yapmalıydınız. Şerefsizliği seçtiniz ama savaştan da kurtulamadınız.”
Kaldı ki Yunanistan daha dün yaşadığı borç krizinde Avrupalı dostlarının ne kadar merhametli olduklarına bizzat şahit olmuştur.
Açlık ve yoksulluk had safhaya ulaşmışken Ülke olarak nasıl kendi hallerine terk edildiklerini iyi bilmektedirler.
O bakımdan Güney Kıbrıs ve Yunanistan “yürü sen, arkandayız” edebiyatına karşı dikkatli olmalı.
Nasreddin Hocanın şu hikâyesi aslında Rumların gözlerini açmaya yeter:
Aksak Timur, Akşehir’e gelirken yanında bir de erkek fil getirmiş. Fil bu, bağ bahçe tanımıyor, önüne gelen yeri talan ediyormuş. Bununla kalsa iyi, Akşehirliler fili beslemek için ambarda, kilerde ne varsa tüketmişler. Bakmışlar böyle olmayacak, Hoca’ya:
– Aman Hocam, demişler, Hünkâr seni dinler; bir konuş da şu fil belasını başımızdan alsın.
– O zaman demiş Hoca, toparlanın, o aksak mendebura derdimizi birlikte anlatalım.
Hoca önde, Akşehirliler arkada, huzura çıkmak için yola düşmüşler. Otağın kapısına gelindiğinde Hoca arkasına bakmış bir Allah bir kendisi!
Ben yapacağımı biliyorum, diyerek huzura çıkmış. Timur sormuş:
– Hayırdır, Hoca, yine ne istiyorsun?
– Hünkârım, demiş Hoca, Akşehirli sizin fili çok sevdi; ancak yalnızlığına üzülüp duruyor, ferman buyursanız da yanına bir de dişi fil getirseler.
Timur memnun:
– Çok yaşa Hoca, demiş, bunu nasıl düşünemedim. Var git müjdeyi hemen ver.
Hoca, otağın kapısından çıkınca, sağa sola saklanan Akşehirliler etrafını sarmışlar:
– Müjde bekleriz Hoca, fil ne zaman gidiyor?
Hoca müjdeyi vermiş:
– Alın size müjde, dişisi de yarın geliyor!
Avrupa Birliği (AB) Üyesi Güney Avrupa Ülkerine dönecek olursak
Akdeniz ülkeleri olarak bugün Şeref ile Savaş arasında bir tercih yapmak durumundadırlar.
2015 yılında kurulan ve mültecilere yardım eden “SOS MÉDİTERRANÉE” (İmdat Akdeniz) derneğinin başkanı Francis Vallat katıldığı bir radyo programında şu çığlığı attı:
“Akdeniz’de batan mülteci gemileri ile birlikte bizim ruhlarımız batmamalı”
Aynı röportajda kanı donduran şu bilgiyi verdi Francis Valla:
“Akdeniz’in dibinde bilinen en az 60.000 ceset bulunuyor.”
(France İnfo, 15/06/2019)
Nerdeyse balık kadar çoluk çocuk cesedi demektir bu, denizin dibinde.
Daha vahim olanı ise batma tehlikesi ile karşı karşıya olan yüzlerce mülteci dolu geminin Avrupa ülkelerinin kıyılarından geri çevirilmeleridir.
Alenen “pasif” bir soykırıma dönüşüyor bu mülteci meselesi.
Bu sebeple AB üyesi Avrupa Güney Ülkeleri öncelikle bu trajediye bir çözüm bulmak için bir araya gelmelidirler ve bu konuyla ilgili “ortak deklarasyonlar yayınlamalıdırlar.”
Aksi takdirde bir kez daha hem Savaş’ı hem Şerefsizliği hak edeceklerdir.