CELAL KAZDAĞLI
Çok iyi hatırlıyorum. 1984 Ağustosu’ydu. İzmir Bornova’da bir haftalık askerdim. Gözüm hiç bir şey görmüyordu, canım müthiş sıkılmıştı.
Aldığım eğitim, karşılaştığım katı disiplin değildi can sıkıntıma sebep. Askerliği er olarak yapmanın getirdiği sorunlar vardı elbette. Ama onlar değildi benim derdim.
Beni asıl bunaltan şey gazeteydi. Olması değil olmaması canımı fena halde sıkıyordu. Bir haftadır hiç gazete okumamış, hiç bir gazeteyi elime almamıştım.
Yedinci gün içtimadan sonra birlikten ayrıldım. Bazı arkadaşların dışardan kaçak yiyecek şeyler aldığını öğrenmiştim. Nöbetçilerin olmadığı, ya da göz yumduğu bir yerde, sokakta çocuklar oluyordu. Ücretini ödüyordunuz size istediğiniz şeyi köşedeki bakkaldan alıp getiriyorlardı.
Bir çocuğa para verdim ve “git bakkalda ne kadar gazete varsa her birinden bir tane getir” dedim. Üç dakika bile geçmeden on kadar gazete elimdeydi. Bir kuytuya çekilip o gazetelerin tamamını okudum. Akşam içtima saatine zor yetiştiğimi hatırlıyorum. Ama nasıl rahatlamış, ne kadar huzura ermiştim anlatamam.
Şimdi kalmış mıdır benim gibi insan?
Ya da soruyu şöyle sorayım: Okuduğunda insanı rahata erdirecek, merakını giderecek bir tane bile gazete var mı ortalıkta?
Gazete haber veriyordu eskiden. Olup biten şeyleri bize aktarıyordu. Birileri de köşelerinde o şeylerin ne anlama geldiğini kendine göre yazıp duruyordu. Onları okuyup epeyce şeyler öğreniyorduk.
Şimdi bu durumdan eser yok.
Bizler nicedir haberi gazetelerden, televizyonlardan veya radyolardan öğrenmiyoruz.
Haber için gazete almaya, televizyon seyretmeye radyo dinlemeye gerek duymuyoruz artık.
Haber yanımızdan hiç ayırmadığımız cep telefonuna geliyor. İşi bize haber vermek olan gazetede veya televizyonda çalışan gazeteciyle aynı anda öğreniyor haberi sokakta yürüyen ya da ofiste çalışan, evinde oturan biri.
Teknolojinin gelişimi, sosyal medyanın varlığı, gazetenin, televizyonun, radyonun haber verme ayrıcalığına son vermekle kalmadı, onun işlevini üstlendi.
Medya haber verme önceliğini, özelliğini kaybetti. Haberi artık medyadan öğrenmiyoruz.
Medyanın haber verme, bilgilendirme dışında bir de eğlendirme, hoşça vakit geçirtme özelliği vardı. Giderek o da elinden alındı. İnsanların müzik dinleyebileceği, film izleyebileceği, dizileri takip edebileceği çok sayıda alternatifi var. Evde çay servisi için reklam arasını beklemeye ihtiyacımız yok artık. Düğmeye bastığı zaman yayın bekliyor; siz de bu arada gidip işlerinizi yapıyorsunuz. Dönünce kaldığınız yerden devam ediyorsunuz.
Gazetelerin ve televizyonların haberin ve eğlencenin dışında bir özelliği daha vardı. Haberi işlemek; yani yorum yapmak, analiz etmek. O haberin aslında ne anlama geldiğini, kimin işine yaradığını, olup biten şeyin gerçek anlamının ne olabileceği hakkında bir şeyler söylemek; yazıp çizmek, kimi değerlendirmelerde bulunmak.
Bu özelliği ile medya, bir süre iş yaptı. O gün gazetelerin hangi haberleri, ne şekilde ve nasıl verdiği, o haberleri nasıl analiz ettiği, yorumladığı merak konusuydu. Televizyonlardaki açık oturumlar ve haber bültenleri bu açıdan önemliydi ve izlenmeye devam etti.
Heyhat onun da sonuna gelindi.
Sosyal medyada herkes haberci, herkes yorumcu oldu. İlgi televizyondan cep telefonuna, kağıttan sosyal medyaya kaydı.
MAĞLUBİYETE SEBEP TEKNOLOJİ Mİ?
Konvansiyonel medyanın yani gazete, televizyon ve radyonun cep telefonuna yenik düşmesi sadece teknolojideki gelişmelere dayanan bir şey değil. Evet sosyal medyanın getirdiği geniş bir “özgürlük” alanı var. Herkes istediği haberi verebiliyor, kendi düşüncesini yazabiliyor ve tepkisini ortaya koyabiliyor.
“Herkes gazeteci, her yer medya.” Bu muazzam bir olay. İnsanlar bu imkanı doyasıya kullandı; kullanıyor.
Lakin konvansiyonel medya için “budur bitişine sebep” diyemeyiz. Sadece burada yaşanan coşku değil konvansiyonel medyanın itibarını kaybetmesine sebep.
Hiç birimiz bir gün önce sosyal medyada gördüğümüz, okuduğumuz, üzerine yorum yaptığımız bir haberi akşam televizyon haberlerinde, sabah da gazetenin birinci sayfasında görmek istemez.
Ama gördük; heyhat görmeye devam ediyoruz. Televizyonlar saat başı ya da akşam bültenlerinde aynı haberi neredeyse aynı şekilde bize verdi; veriyor. Gazeteler de ertesi gün aynı cümlelerle bize haberi sundu; sunmaya devam ediyor.
Öyle olunca anlamlarını yok ettiler, karizmalarını çizdirdiler. Yayınlarında haberin ötesine geçebilselerdi, bize olup bitenin başka yönünü gösterebilselerdi, ilgimiz hala üzerlerinde olacaktı.
Yapmadılar; yapamadılar.
Köşe yazarlarının ve televizyon yorumcularının çoğunluğu da benzer hataya düştü. Yorum diye aynı cümleyi tekrarladı. Yaptığı tek şey ses tonu ve mimiklerini değiştirmekten ibaret kaldı.
Sosyal medya yorumu ile köşe yazarının yorumu aynı olmaya başlayınca gazetenin yorum ayrıcalığı da bitmiş oldu.
Hangi görüşe yakın ya da yatkın olursa olsun gazete ve televizyonlar aynı hatayı tekrarladı. İktidar ya da muhalefete yakın olmak durumu değiştirmedi; herkes kendi tek görüş ve tek sesini tekrarlayıp durdu.
Karşı tez her iki kesim tarafından dışlandı. Yorum yerini propagandaya bıraktı. Bir olayı değerlendirmek, analiz etmek, ne anlama gelebileceğini anlatmak kaybolup gitti; bir görüşü kabul ettirme, dayatma anlayışı sahne aldı. Haberi vermek yerine saklamak bir matahmış gibi asıl iş haline geldi.
Siyasal iktidarlar ve siyasi partiler de bu sürece katkıda bulundu. Doğası gereği her siyasal iktidar ve her siyasi parti medyayı kontrol etmeyi sever. Hep kendi görüşleri önde olsun, kendi değil rakip eleştirilsin, kötülensin ister. Karşı tezi görmezden gelme hali, farklı sesin duyulmasını kısıtlama çabası, sonunda kendi tezinin ve kendi sesinin duyulmasını da önler; nitekim önledi.
MEDYA ÖLDÜ MÜ?
Konvansiyonel ve dahi sosyal medyanın içine düştüğü durum, hemen, aklımıza şu soruyu getiriyor:
Medya öldü mü? Bir daha eskisi gibi fonksiyonu yerine getiren bir medya olur mu?
Şu anda pek çok kişi bu soruya “evet medya öldü. Bir daha bu memlekette medya olmaz” cevabını vermeye hazır; zaten veriyor.
İlk bakışta haksız da sayılmazlar. Medya patronları memnun değil. Ortada reklam vermeye gönüllü iş insanı yok. Gazeteciler işlerine küsmüş gibiler. Yaptıkları işe iyice yabancılaşmışlar. Okurlar da hayal kırıklığı içindeler.
Ben bu durumun bir geçiş süreci olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de medya kendini yeniden üretebilir. Buna herkesin ihtiyacı var.
Bu durumdan köklü çıkış sadece medyanın tek başına altından kalkabileceği iş değil. Başka pek çok faktörün harekete geçmesi lazım.
Türkiye içe kapanarak, enerjisini başta siyaset olmak üzere üç beş gündeme kilitleyerek bu işin içinden çıkamaz. Yelpazesini genişletmeli, gözünü dünyaya açmalı, gelişmelere odaklanmalı, dünyayı ve olup biten her şeyi izlemeli, incelemeli ve kendi görüşünü oluşturmalıdır.
Ön kabullerini bir kenara bırakmalı, bilgiyi hedeflemeli, bilginin örgütlenmesini gerçekleştirmelidir. Geçmiş tarihimizde yaşadığımız bir örnek ne yapmamız konusunda bize yardımcı olabilir.
820’lerde başlayıp 1258’de Moğol istilasına kadar en görkemli dönemini yaşayan İslam Medeniyetinden öğrenecek çok şeyimiz var.
Abbasiler Bağdat’ta işe, 830’da Beytül-Hikme denilen Bilgelik Evi’ni kurarak başladılar. Dünyanın çeşitli yerlerinde, muhtelif dillerde kaleme alınmış, ulaşabildikleri ve o ana kadar üretilmiş bilgilerin tamamı kısa sürede Arapçaya tercüme edildi. Beytül-Hikme’de her dil-din-milletten insan çalıştı. O dönemin bilim insanları bu çevirilere şerhler düştü. Çok zengin bir tartışma ve bilgi üretim ortamı oluştu. Binlerce kitap yazıldı.
Bugün yapay zekanın yolunu açan ilk adımı, yazdığı El Cebir kitabıyla atan Harezmi Beytül-Hikme’nin bir tür kurucu rektörüydü. Farabi, Kindi, Bruni o iklimden çıktı.
Orta Çağ Avrupası Aristo başta olmak üzere Antik dönem dahil bilimi Beytül-Hikme’nin açtığı o kapıdan çıkan eserleri tercüme ederek yeniden öğrendi. Çünkü ellerinde hiç bir şey kalmamış, geçmişe dair her şey yakılmış, yıkılmıştı.
Türkiye o bilgeliğe yeniden kapı açmak zorunda. O bilgi üretimi ve tartışma ortamı özgün ürünlerini ortaya koydukça medya kendini yeniden inşa eder.
NELER YAPILABİLİR?
Beklemek, çözümü ertelemektir. Şartlar olgunlaşsın sonra üzerime düşeni yaparım demek, “hazır sofraya davet bekleme” işidir.
Şartlar medyanın yenilenmesine ya da yeni bir medyaya her zamankinden daha fazla ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Olup bitenden haberdar olmaya, yapılıp edilenin ne olduğunu anlamaya en çok muhtaç olduğumuz dönemleri yaşıyoruz.
Dünya, toplum, üretim, dağıtım, sosyoloji, zihin dünyası, hayat topyekun değişiyor. Bu değişimi takip edebilmek bile bir iş. En azından bunu yapacak bir medyanın olması gerekiyor.
Her şeyden önce şunu söylemeliyiz. Hayır; medya ölmüyor. Gazete çıkmaya, televizyon yayın yapmaya, radyo konuşmaya devam edecek.
Evet konvansiyonel medyanın yara aldığı, üstünün başının toz toprak içinde olduğu, önünü bile göremez bir hal içinde bulunduğu doğrudur.
Yerini doldurmaya aday sosyal medya ise daha da kötü. Sosyal medya cep telefonu üzerinden bize anında haber veriyor; o kadar. Fazlasını yapamıyor. Yani içerik üretemiyor. Kendi başına haber yapıp bunu veremiyor. Bir başkasının içeriğini kullanıyor.
“Herkes gazeteci, her yer gazete” olduğuna göre diyebilirsiniz ki; insanlar gördüğünü yazıyor, resmini çekiyor gönderiyor. Üstüne bir de yorum yapıyor. Doğru aynen öyle yapıyorlar. Ancak burada bir şey var. Verdiği haber doğru mu? Çektiği resim gerçeği yansıtıyor mu?
Sadece o kişinin “doğru gördüğü” şey bize ulaşıyor. Pekala o kişi yanlış görmüş olabilir. O an çok etkilenmiş, sevgi ya da nefret gibi duygularının etkisi altında kalmış ve öyle davranmış olabilir.
Sosyal medyanın içerik ve inandırıcılık problemi var. İsteyen istediği haberi yayabiliyor. Bu özgürlük gibi görünse de çoğu zaman “yanlışın özgürlüğü”, “öfkenin hürriyeti” olabiliyor. Gerçekler yerine yalanlar ön plana geçiyor.
En azından bizim kafamızda “o haber acaba doğru mu” şüphesi hep var. Kaldı ki kimi çevreler, siz buna troller diyebilirsiniz, lobiler olarak anlayabilirsiniz veya istihbarat örgütlerini doğrudan sorumlu tutabilirsiniz; bunlar istediği bilgiyi, haberi, yorumu, gerçekmiş gibi sosyal medya üzerinden yayabiliyor. Milyonlar bunun etkisinde kalıyor. Bakanlıklar o yalanı gerçek zannedip resmi açıklamalar bile yapabiliyor.
“Efendim konvansiyonel medya da provokasyon yapıyordu, insanları yönlendiriyordu” diyebilirsiniz. Bu söylediğiniz de doğru. Ancak sosyal medya ile konvansiyonel medya arasında şu fark var: Biz konvansiyonel medyada kimin yalan söylediğini, provokasyon yaptığını, algı yönetimine kalkıştığını tespit edebiliyor, nihayetinde bir sorumlu bulabiliyoruz. Sosyal medyada bunun izini sürmek, sorumluyu bulmak pek mümkün değil.
Sağlık konusunda hepimizin bir fikri var. Hasta olduğumuzda o fikirlerle hareket etmiyoruz. Bir doktora gidiyoruz. Tedaviyi ondan alıyoruz. Doktor kendini yetiştirmiş uzman biriyse, şanslıyız demektir. Bir hata yaparsa da o hatanın bedelini ödetecek mekanizmalar mevcut.
Hasta olduğumuzda bize doktor bakıyorsa, haberi de gidip gazeteciden alacağız. Dün gazeteciyi denetleme mekanizması yoktu bugün mebzul miktarda denetim mekanizması var. Sosyal medya gazeteciyi ve medyayı “terbiye” için yeterince imkana sahip.
Demek ki öncelikle konvansiyonel medyanın varlığını sürdüreceğini bilmemiz gerekiyor. Konvansiyonel medya ile sosyal medya çok daha yakın işbirliği yapmalıdır. Birbirini hem beslemeli hem de denetlemelidir.
Yeni medya bu işbirliği üzerine örgütlenecek. İçerik medya organı ve gazeteci tarafından üretilecek, sosyal medya üzerinden anında yayılacak ve müthiş bir denetime tabi kılınacak. Bu örgütlenmeyi başaran, organizasyonu kuran yeni medya yapılanması en itibarlısı olacak.
BİRAZ CESARET
Türkiye’de yenilenecek medya için yeterince insan malzemesi var. Sermaye, işletmeci, yönetici ve gazeteci sorunu olduğunu sanmıyorum. Sermaye sahibinin biraz risk almaya ve cesur davranmaya ihtiyacı var; o kadar.
Türkiye eskisi gibi değil; hayatın her alanında ve dünyanın her coğrafyasında bir mensubuna rastlamak mümkün. Türk insanı kendi gözüyle dünyayı izleyip, anlayıp ve anlatabilecek durumda.
Dünyayı başkasının gözüyle değil kendi gözü, aklı ve kalbiyle takip edebilecek bir potansiyelin üzerinde oturuyor bugün Türkiye.
Kısa bir dönem Anadolu Ajansı Ortadoğu’da Batının haber ajanslarına nal toplattı. O tecrübe yeniden harekete geçirilebilir.
Pek çok düşünce kuruluşu var. Hemen her konuda çalışıyor. O çalışmaları değerlendirmek bile yeni medyayı fark edilir bir noktaya hızla taşır.
Yenilenmiş ya da yeniden inşa edilmiş medya için eksik olan sadece cesaret.
Önce yatırım için cesaret.
Sonra olup biten ne var ise onun haberini vermek için cesaret.
Ortada bir tez var ise muhakkak karşı tezin ne olduğunu anlatma ve anlamak için cesaret.
İktidarların ve siyasi partilerin yapıp ettiklerini, söylediklerini, söyleyemediklerini kritik etmek için cesaret.
Medyayı Ankara’da Çankaya ile Beştepe gündemine mahkumiyetten çıkaracak geniş bir ufkun sahibi olmak için cesaret.
Hepsi bu kadar.
Ötesi uygulama işi.
İyi olan kazanır ve kazandırır.