Tarihsel süreçte teknolojik ilerlemeler, savaş enstrümanlarının yıkıcı gücünü arttırmış ve bunun neticesinde daha az maliyetli caydırıcı mekanizmaların icadını zorunlu hale getirmiştir. Yıkıcı askeri müdahalelerin alternatifi olarak ortaya çıkan yaptırımların nihai amacı ise; bir devleti veya uluslararası bir aktörü mevcudiyette hegemonyasını sürdüren uluslararası normları ihlal yahut tehdit etmesi halinde istenmeyen davranışından ötürü öncelikli olarak caydırmak, caydıramadığı taktirde ise cezalandırmaktır. Kısaca yaptırımlar; karar alıcılar üzerinde politika değişikliğini amaçlayan ve şiddet içermeyen kararlardır. II. Dünya Savaşının yıkıcı etkisinden sonra askeri müdahalelere alternatif olarak formülüze edilen yaptırım mekanizması Soğuk Savaş’ın ardından ivme kazanan küreselleşmeyle birlikte kendine uygun ortamı bulmuş ve etkinliği çok daha fazla artmıştır. Bu süre zarfında yaptırımların başarısı, etkinliği yani caydırıcı birer araç olup olmadığı da tartışmalara konu olmuştur. Literatürdeki önemli bir çalışmaya göre; 204 yaptırım örneği analiz edilmiş ve sonuç olarak yaptırımların başarı oranı %34 olarak tespit edilmiştir. Bunun yanı sıra kimi durumlarda bu oranın %50’ye kadar çıktığı da kayıtlara geçmiştir.
Yaptırımların başarısını artıran en önemli unsur ise hiç şüphesiz dünya ticaret hacmindeki devasa artış olmuştur. 1960’da yıllık bazda 134 milyar dolar olan dünya ticaret hacmi 1992 yılına gelindiğinde 3.94 trilyon dolara ulaşarak muazzam bir artış yaşamıştır. Bunun neticesinde küreselleşmenin beraberinde getirmiş olduğu karşılıklı ekonomik bağımlılık bir yandan yaptırımların etkinliğini artırırken diğer yandan da ülke ekonomilerini kırılganlaştıran önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmıştır. Temel olarak siyasi ve ekonomik olarak iki farklı biçimde uygulama alanı bulan yaptırımlar; askeri müdahalelerin ikâmesi olabilecek düzeyde karşı tarafı zorlayıcı bir etkiye sahip olmasalar da hedef aldığı ülke üzerinde yıpratıcı sonuçlara yol açmayı başarabilmiştir. Ekonomik yaptırımlar kadar şiddetli bir etkiye sahip olmayan siyasi yaptırımlar daha çok bir ülkenin uluslararası itibarını hedef alan sembolik kararlar olarak kabul edilirken, ekonomik yaptırımlar; devletler üzerinde politika değişikliğine neden olabilecek düzeyde ekonomileri sarsan ve uzun vadeli etkiler yaratan kararlar olarak kabul edilmiştir. Ekonomik yaptırımların bir diğer önemli özelliği ise hedef alınan devletin makro ekonomisine zarar vermek suretiyle muhtemel bir askeri müdahaleyi kolaylaştırıcı bir rol üstlenmesidir. Yaptırımlarla ekonomisi kırılganlaşan ülkenin askeri müdahalelerle baş etme kabiliyeti zayıflar, böylelikle ilgili ülkenin işgale açık hale gelmesi için uygun ortam sağlanmış olur.
20.yy'ın Önemli Yaptırım Vakaları
İtalya/Etiyopya (1935)
20. yüzyılın önemli yaptırım vakalarından kısaca bahsedecek olursak dikkat çeken yaptırımların ilki; İtalya’nın o dönemki adıyla Habeşistan Krallığı olan Etiyopya’yı işgalinin ardından Ekim 1935’te Milletler Cemiyeti tarafından uygulanan yaptırımdır. Etiyopya’nın Milletler Cemiyeti’ne başvurmasının ardından Eylül ayında anlaşmazlığın çözümü için zemin sunan Konsey önerileri Etiyopya tarafından kabul edildiyse de İtalya reddetmiş ve 3 Ekim’de İtalyan kuvvetleri saldırılarına başlamıştır. Bunun üzerine Konsey, 16. madde kapsamında derhal yanıt vermiş ve kapsamlı birtakım yaptırımları uygulamaya koymuştur. Bunlar; silah ambargosu, İtalya ile mali anlaşmaların kısıtlanması, İtalya’dan ithalat ve nakliye yasağı, hayvan, kauçuk, boksit, alüminyum ve diğer stratejik maddelerin ihracatının yasaklanmasını içermiştir. Bununla birlikte diplomatik ilişkiler kesilmemiş ve İtalya’ya seyahat yasağı getirilmemiştir.
Yugoslavya (1948-55)
Komünist bloktaki sapmaları bölgesel güvenlik tehditti olarak algılayan Moskova’nın ilk hedeflerinden biri Tito’nun bağımsız politikası olmuştur. Bu doğrultuda Sovyetler Birliği, Doğu Avrupa hükümetlerinin Moskova çizgisine yakın durmasını sağlamak adına 1948’de Yugoslavya’ya ekonomik yaptırımlar uygulamıştır. Tito hükümetinin itibarını sarsmak ve istikrarsızlaştırmak için tasarlanan dışlama kampanyası, diplomatik ve ekonomik ilişkilerin kopmasını ve tam kapsamlı bir propaganda savaşını içermiştir. Yugoslavya, Kominform’dan ihraç edilmiş, ticaret durdurulmuş, borçlar ödenmemiş ve sınırlar kapatılmıştır. Sovyetler Birliği ile ilişkilerin normalleşmesi ise ancak Stalin’in ölümünden iki yıl sonra, 1955’te başlayabilmiştir.
Küba (1960-62)
Fidel Castro’nun iktidara gelmesinin ardından Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Küba’ya tek taraflı yaptırımlar uygulamıştır. Ağustos 1960 ile Ocak 1961 arasında gıda ve ilaç dışındaki tüm ihracata ambargo konulmuş, şeker kotası sıfıra indirilmiş ve diplomatik ilişkiler kopmuştur. Bu gelişmelerin ardından Küba; 1 milyar dolar değerindeki Amerikan mülkünü tazminat ödemeden kamulaştırmış ve Amerikan ürünlerine ayrımcı vergiler koyarak misillemede bulunmuştur. Nisan 1961’de Başarısız Domuzlar Körfezi Çıkarmasının ardından gıda ve ilaç dışındaki tüm ABD-Küba ticareti 1962’nin başlarında ambargoya tabi tutulmuş ve resmi onay olmaksızın Küba hükümetine veya vatandaşlarına gemi satışı, kiralanması, devri yasaklanmış ve normal deniz ve hava bağlantıları da kopmuştur.
Rodezya (1965-79)
Rodezya’ya (Güney) yönelik yaptırımlar, Ian Smith’in beyaz azınlık rejimi tarafından tek taraflı ve yasadışı bir bağımsızlık ilanının (UDI) ardından Kasım 1965’te uygulamaya konmuştur. Smith rejiminin anayasaya dönmeyi reddetmesi, İngiliz Milletler Topluluğu’nda önemli bir gerginliğe neden olmuştur. Anayasal olarak sorumlu güç olan İngiltere’nin müttefikleri de yaptırımlara katılmış; Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Fransa tarafından da petrol ambargoları uygulamıştır.
Güney Afrika (1961-94)
Avrupa kökenleri beyazlar tarafından ‘’Baasskap’’ adı verilen, beyaz ırkın diğer ırklardan üstün olduğunu savunan bir ideolojiden beslenen ve Güney Afrika’da ırksal ayrımcılığı / üstünlüğü savunan Apartheid, 1948’de iktidara gelen Ulusal Parti tarafından aşamalı olarak kurumsallaştırılmış ve 1994 yılına kadar resmi devlet politikası olarak uygulanmaya devam etmiştir. Apartheid; özel mülkiyet hakları olmayan ayrılmış kasabalarda izolasyon, vasıflı ticaretten men, düşük eğitim ve ücret oranları ve sosyal yardımların yokluğu gibi acımasız politikaları içermiş ve bu siyasi sisteme muhaliflik cezai bir suç olarak nitelendirilmiştir. Bu politikaya yönelik yaptırımlar en başından beri BM’lerin ajandasında yer almıştır.
Mısır (1979-90)
Mısır’ın İsrail’i tanıması ve 1979’da bir Mısır ile İsrail arasında barış antlaşması imzalanması, Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat’ı Filistin davasının yanı sıra Arap dayanışmasına ihanet etmekle suçlayan Arap Birliği’nin diğer üyelerinde bir öfke dalgasına yol açmıştır. Suudi Arabistan liderliğinde Cezayir, Irak, Libya ve Suriye; Mısır’ın cezalandırılması gerektiği görüşünü kabul etmiş ve Mart 1979’da Bağdat’ta dışişleri bakanları düzeyinde toplanan Arap Birliği kapsamlı bir dizi karar üzerinde mutabık kalmışlardır; diplomatik ve ekonomik yaptırımlarla Büyükelçiler Kahire’den çekilmiş, Mısır’ın Arap Birliği üyeliği askıya alınmış ve genel merkez Kahire’den Tunus’a taşınmıştır. Bunlara ek olarak Mısır’a petrol ve petrol ürünlerinin satışı, finansal işlemler ve Arap fonları ve finansal kurumlardan gelen yardımlar yasaklanmıştır.
İran (1979-81)
4 Kasım 1979’da ABD’nin Tahran Büyükelçiliği’nde çoğunluğu diplomatik personel olan 52 ABD vatandaşı İranlı militanlar tarafından rehin alınmıştır. Uluslararası normların alenen ihlali olan bu eylem neticesinde uzun süren diplomatik müzakereler yürütülmüş, Birleşmiş Milletler (BM) ve Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) başvuruda bulunulmuş ve ABD ile sınırlı ölçüde müttefikleri tarafından İran’a yönelik cezai tedbirler uygulanmıştır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi harekete geçmiş ve 4 Aralık’ta rehinelerin serbest bırakılması çağrısında bulunan karar (Oybirliğiyle) alınmıştır (Karar 457, 1979).
Sovyetler Birliği/ Afganistan (1979-81)
Batı’nın Sovyetler Birliği’ne yönelik ticari, stratejik ambargoları 1948’den beri yürürlükte olmuş ve NATO’nun Paris’te bulunan bir alt komitesi olan COCOM tarafından koordine edilmiştir. Bununa karşılık Sovyetler Birliği Aralık 1979’un sonlarında komşu ülkelere yaklaşık 85.000 Sovyet askeri sevk etmiştir. Sovyet askerlerinin konuşlandırıldığı ülkelerden biri de Afganistan olmuştur. Bu durum uluslararası toplumun güçlü tepkisini ve Amerika Birleşik Devletleri’nin sponsorluğunda çeşitli cezai tedbirleri beraberinde getirse de Güvenlik Konseyi’ndeki Sovyet vetosu Birlemiş Milletler’in hareket kabiliyetini engellemiştir. Batı ittifakı için bu kriz, süper güç müdahalesinin sınırlarının yeniden tanımlama sorununu gündeme getirmiştir çünkü Sovyet birliklerinin Afganistan’a girişi, II. Dünya Savaşı’nın sonunda Sovyetler tarafından işgal edilmemiş bir bölgeye ilk girişiydi. Japonya ve Batı Avrupa’ya petrol arzı için hayati önem taşıyan Körfez bölgesine yakınlık, yeni güvenlik tehditlerini meydana getirmişti. Bunun sonucunda ABD müttefiklerini de teşvik ederek bir dizi tek taraflı yaptırım ilan etmiş ve SALT II anlaşması ABD Senatosu tarafından onaylanmamıştır. Bunu bir dizi diplomatik, ekonomik ve kültürel tedbirler izlemiş; Kiev’deki ABD konsolosluğu kapatılmış, kültürel ve bilimsel alışverişler askıya alınmış, ABD sularındaki Sovyet balıkçılarına yönelik ayrıcalıklar geri çekilmiş, yüksek teknolojik ürünlerin ihracatı yasaklanmış ve Sovyetler Birliği’nin hayvan tüketimi için 17 milyon tonluk tahıl ihracatına ambargo konulmuştur. Ayrıca ABD, kuvvetlerin 20 Şubat’a kadar Afganistan’dan çekilmemesi halinde Moskova’daki Temmuz 1980 Yaz Olimpiyat Oyunlarını boykot etme tehdidinde bulunmuştur.
Sovyetler Birliği/ Polonya (1981-2)
13 Aralık 1981’de General Jaruzelski komutasındaki Polonya ordusu hükümetin kontrolünü ele geçirip sıkıyönetim ilan edip siyasileri tutuklamışsa da Sovyetlerin vetosu nedeniyle Birleşmiş Milletler’in herhangi bir eylemde bulunması mümkün olmamıştır. Ancak Reagan Yönetimi derhal yeni yaptırımları uygulamaya koymuştur; yeni uzun vadeli tahıl anlaşması müzakereleri rafa kaldırılmış ve Aeroflot’un ABD’deki iniş hakları ve Sovyet deniz haklarına ilişkin yeni anlaşma müzakereleri askıya alınmıştır. Sibirya’dan Batı Avrupa’ya uzanan 3000 mil uzunluğundaki doğal gaz boru hattının ekipmanı da dahil olmak üzere yüksek teknolojili ürünlerin ihracatına yönelik yasaklar güçlendirilmiş, bilimsel değişim anlaşmaları yenilenmemiş ve Sovyet Satın Alma Komisyonu kapatılmıştır. Sovyetler Birliği’nin yanı sıra Polonya’ya karşı da önlemler alınmıştır.
Arjantin (1982)
Arjantin’in Nisan 1982’de Falkland Adaları’nı ele geçirmesinin ardından İngiliz ekonomik yaptırımları devreye girmiş; Arjantin’in İngiltere’deki varlıkları dondurulmuş, mali işlemlere ve Arjantin’den yapılan ithalata yönelik ambargolar uygulanmıştır. Müttefiklerin de desteği ile; Kanada, Belçika, Fransa, İtalya, Batı Almanya ve Hollanda, 7 Nisan’da Arjantin’e silah satışını yasaklamıştır. İngiltere aynı zamanda AT’ye üye ülkeleri toplu ticari ve mali önlemler almaya çağırmış (Arjantin’in AT’ye ihracatı 1980’de yaklaşık 1013 milyon sterlin değerindeyken) bunun neticesinde ağır uluslararası borcu nedeniyle yeni krediye erişiminin engellenmesi Arjantin için ekonomik zorluğu beraberine getirmiştir.
Irak (1990)
Irak’ın 1 Ağustos 1990’da Kuveyt’i işgali dünya kamuoyunun tepkisini almış ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni harekete geçirmiştir. Bunun sonucunda Irak’a, kuvvetlerini Kuveyt’ten çekmesi çağrısında bulunulmuştur. (Karar 660, 1990). Ardından Konsey; Rodezya krizinden bu yana ilk ve tarihindeki ikinci kapsamlı zorunlu yaptırım emrini çıkarmıştır. Karar 661 (6 Ağustos 1990) göre; en önemlisi petrol olmak üzere Irak ve Kuveyt’ten tüm ithalat ve bu ülkelere veya bu ülkelerden herhangi bir şekilde mal sevkiyatı yasaklanmış, askeri malzeme dahil (tıbbi malzeme hariç) ihracata ambargo uygulanmış, Irak ve Kuveyt’e uçuşlar yasaklanmıştır.
Yogoslavya (1991)
Yugoslavya 1991 yazında dağılmaya başlamasının ardından ortaya çıkan iç çatışma, tüm kurucu cumhuriyetlere uygulanan bir silah ambargosunun Güvenlik Konseyi Kararı (25 Eylül 1991) ile (oybirliğiyle) kabul edilmesine yol açmıştı. Eski Yugoslav hükümeti Kasım 1991’de bir BM barışı koruma gücü talep etmiş ve bu talep doğrultusunda 21 Şubat 1992’de Güvenlik Konseyi’nin 743 sayılı Kararı ile bir BM Koruma Gücü (UNPROFOR) kurulmuştu. Çatışmalar; Bosna’da ayrı bir devlet kurduklarını iddia eden ve geniş çapta ‘’etnik temizlik’’ yapan Bosnalı Hırvat ve Sırpların geniş çapta toprak parçalarına el koymasıyla daha da kötüleşmiş ve dünya kamuoyunun öfkesine neden olmuştu. Tüm bu kötü gidişatın ardından 30 Mayıs 1992’de Güvenlik Konseyi; Bosna içindeki tüm düzensiz güçlerin dağıtılmasını ve silahsızlandırılmasını talep eden 757 sayılı Kararı kabul etmiş, etnik temizliği esefle karşılandıklarını açıklamış ardından Sırbistan / Karadağ’ı kınamıştır. Bunlara ek olarak tüm ticari ve mali işlemlere (onaylı tıbbi malzeme ve gıda maddelerinin tedariki hariç) bir yasaklama getirilmiş ve BM üyelerinden ayrıca diplomatik, kültürel ve sportif bağlantıları azaltmaları istenmiştir (İlgili karar, Çin ve Zimbabve’nin çekimser kaldığı 13 oyla kabul edilmiştir).
Libya ( US 1978-; UN 1992-)
ABD’nin Libya’ya yönelik yaptırımları uluslararası terörizme destek verdiğini ileri sürerek 1978’de askeri teçhizat satışının yasaklanmasıyla başlamış ve 1979’dan itibariyle ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından terörizmi destekleyen bir ülke olarak resmen listelenmiştir. Bunlara ek olarak; 1981’de ABD’nin Libya’ya küçük uçak, helikopter ve parçaları ihracatına yasak getirilmiş, ABD pasaportları Libya’ya seyahat için geçersiz kılınmış ve Amerikan vatandaşlarına ülkeyi terk etmeleri çağrısında bulunulmuştur. Ertesi yıl Libya’dan petrol ithalatı, gaz ve petrolle ilgili ekipman ve teknoloji ihracatı yasaklanmış, Ocak 1986’da ABD, müttefiklerini de aynısını yapmaya davet ederek, kapsamlı ticari ve mali denetimleri uygulamaya koymuştur. Libya hükümetinin ABD’deki varlıkları dondurulmuş. Mart ayında ABD Altıncı Filosu Libya’nın Sidra Körfezi’nin kendi karasularının bir parçası olduğu iddiasına karşı çıkıp, ardından Nisan ayında Trablus’taki hedefleri bombaladığında iki ülke arasındaki ilişkiler kopma noktasına gelmiştir. AT ülkeleri, Libya büyükelçiliklerindeki personel sayısını azaltmayı ve Libyalı diplomatların kendi ülkelerindeki hareketlerini kısıtlamayı kabul ettiyseler de Trablus’un bombalanması onaylanmamış ve Fransa fiilen bu konuda ABD uçaklarına izin vermeyi reddetmiştir.
Haiti (OAS 1991-4; UN 1993-4)
Başkan Jean-Bertrand Aristide’nin BM destekli bir seçimde oyların yüzde 67’sini kazanmasından dokuz ay sonra, Eylül 1991’de askeri darbeyle görevden alınması, OAS üyelerinin ticaret ambargosu uygulanmasıyla sonuçlanmıştır. Yaptırımlara rağmen Raoul Cedras liderliğindeki cunta iktidarda kalmayı sürdürmüş buna karşılık 16 Haziran 1993’te Güvenlik Konseyi zorunlu bir silah ve petrol ambargosu kararı almıştır (Karar 841). Ekim 1993’te Başkan Aristide’nin dönüşüne izin verecek bir anlaşmaya varılmışsa da cunta iktidarının anlaşmaya riayet etmemesi üzerine 27 Ağustos’ta askıya alınan yaptırımlar, 13 Ekim’de yeniden uygulamaya konmuştur. 6 Mayıs 1994 tarihli Kararla 917 gıda, ilaç ve yemeklik yakıt dışındaki her türlü ticaret ve Haiti’ye uçuşlar yasaklanmış, Haziran ayında Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada, Haiti ordusunun ve destekçilerinin varlıklarını dondurmuştur. Kriz, Eylül 1994’te, eski Başkan Jimmy Carter’ın arabuluculuğundan sonra, ABD uçaklarının askeri müdahaleye hazırlandığı bir anda sona ermiş, Cedras ve diğer cuntacı liderler ülkeyi terk etmiş ve Başkan Aristide, sözde çok taraflı ancak ağırlıklı olarak ABD gücünün koruması altındaki görevine iade edilmiştir. Tüm bu gelişmelerin ardından Amerika Birleşik Devletleri yaptırımları 26 Eylül’de kaldırmış ve Güvenlik Konseyi yaptırım emirleri 29 Eylül’de iptal edilmiştir. Yaptırımların ekonomik etkilerinin, zaten yoksul olan bir ülkeye ciddi zararlar verdiği belgelere yansımış, bu süreçte fiyatlar iki kattan fazla artış göstermiş, işsizlik tırmanmış ve binlerce umutsuz Haitilinin tekneyle ülkelerinden kaçmaya çalıştığı kayıtlara geçmiştir.
Kaynak
-Doxey MP. (1996). International Sanctions in Contemporary Perspective. Macmillan Press, s.16-46.
-Hufbauer G C, Schott J J, Elliot K A, Oegg B. (2007). Economic Sanctions Reconsıdered. Washington, DC: Peterson Institute for International Economics.
-Lopez, GA, Cortrıght D. (1995). The Sanctions Era: An Alternative To Military Intervention. The Fletcher Forum of World Affairs, 19 (2): 65–85.
-Miyagawa M. (1992). What Are Economic Sanctions? Do Economic Sanctions Work?, 6–15. https://doi.org/10.1007/978-1-349-22400-5_2.
-Peksen D, Drury AC. (2010). Coercive or corrosive: the negative impact of economic sanctions on democracy. International Interactions, 36(3): 240– 264.
-Rudolf P. (2007). Sanctions in International Relations On the Current State of Research.