Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

İslam Dünyasının Kabul Etmek İstemediği Gerçek: Filistin Meselesinin Teo-Politik Hakikati

Bu yazı 08/12/2023 tarihinde yayınlanmıştır.

*Sayed Sulaiman NABİL

 

Beytülmakdis’te 1948 yılından bu yana devam eden zulüm ve işgal şüphesiz tüm Müslümanları ve insanlık onurunu taşıyan herkesi derinden sarsmış ve üzmüştür. Yaklaşık bir asırdır devam eden bu zulmün artarak devam etmesinin birçok iç ve dış sebebi vardır. Ancak burada genç bir Müslüman olarak içeriden bir bakışla temel sorunlar olarak gördüğümüz üç hususa değinmek istiyoruz. Devamında da bir Müslüman olarak bu konudaki görevlerimizin neler olduğuna dikkat çekerek yazımızı nihayete erdireceğiz.

İlk olarak, Filistin’de devam eden bu savaş artık realizm gibi popüler uluslararası ilişkiler teorileriyle açıklayabileceğimiz bir mesele değildir. Üstelik din ve medeniyet anlayışından bağımsız salt bir çıkar savaşı da değildir. Hele hele Netanyahu’nun son açıklamaları bu savaşın ulusal çıkar savaşından çok topyekûn bir teo-politik savaş olduğunu göstermektedir. Ancak ne yazık ki Müslüman topluluklar olarak bu gerçeği olması gerektiği gibi anlamadık yahut anlamak istemedik ve ona karşı olması gereken politikayı üretemedik/üretemiyoruz.

İslam ülkelerinde bu gerçeği nadir de olsa anlayanların başında Necmettin Erbakan geliyor. Türkiye yakın tarihini incelediğimizde siyasiler arasında sadece Erbakan’ın bu konuyu teo-politik açıdan ele aldığını ve sürekli gündemde tutmaya çalıştığını görüyoruz. Ne yazık ki bütün samimi gayretlerine rağmen hayattayken toplum tarafından tam olarak anlaşılamamış hatta komplo teorileriyle uğraşmakla itham edilmişti.

Yıllar sonra bu saldırılarla birlikte siyonizm barbar bir ideoloji olarak tekrar araştırmaların ve okumaların konusu olmaya başladı. Ancak üzülerek beyan etmek gerekir ki bu mesele de üzerine gerçek manada tefekkür edilmedikçe baharda aniden akan seller gibi akıp geçecek ve yine somut, kalıcı bir çözüm ortaya konamayacak. Ve tüm İslam âlemi bir kez daha şu vecizenin hakikatine duçar olacaktır: “نشستند و گفتند و برخواستند / Oturdular, konuştular ve dağıldılar.” Filistin meselesindeki bu apaçık teo-politik gerçekleri kabul etmek ve bu meseleye kalıcı bir çözüm ortaya koyabilmek için yaşanan acıların kendi başımıza gelmesini mi beklemek gerekiyor?

Her şeyden önce şunu kabul etmek gerekir ki modern zamanlarda İslam âleminde ümmet kavramı gibi Filistin davası da siyasi arenada salt bir söylemden öteye henüz geçemedi. Bu söyleme muhtemelen pek çok okurumuz farklı tekil örnekler üzerinden karşı çıkacaktır. Ancak sonuç itibarıyla haritayı incelediğimizde İsrail ve Filistin topraklarının geçen bir asır içerisinde nasıl değiştiğini kolaylıkla görebiliyoruz. Ve bu noktada İsrail’in her ilerleyişi sonrasında taktiksel olarak sert söylemlere başvuran Müslüman devletlerin kısa süre sonra tekrar kısa vadeli çıkarları için İsrail ile normalleşme sürecine girdiklerine şahit oluyoruz. Peki biz neyi yanlış yapıyoruz? Hangi ilkeleri göz ardı ediyoruz? Gerçekten bu konuda ne yapmalıyız?

Burada üç ayetten yola çıkarak üç temel sorunu ortaya koyacak ve ardından çözüm niteliğinde bir Kur’an’ı Kerim ayetini zikrederek yazımızı sonlandıracağız.

1- وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعاً وَلَا تَفَرَّقُواۖ ,[i] Bir ümmet olarak birbirine yardımcı olmayı salık veren bu ayet, her halde Fâtiha’dan sonra yediden yetmişe biz Müslümanlar tarafından en çok bilinen ayetlerdendir. Ancak ümmet olarak modern dönemde biz bu konuda ne yaptık? Gerçekten yardımcı olma konusunda birbirimize sıkıca tutunabildik mi? Çözümü birleşmede yani kesret içinde vahdette gördük mü? Bu sorulara cevabımız ne yazık ki “HAYIR”dır. Bu suallerin ardından şu soru akla gelebilir: İslam İşbirliği Teşkilatı, Arap Birliği, D8 vs. bunlar yukarıdaki sorulara evet cevabı vermemizi sağlayan birer örnek değil midir? Bu noktada da cevap ne yazık ki olumsuzdur. Evet bugün tüm Müslüman ülkeler bu kurumsal yapılar altında bir arada bulunuyor. Ancak bu teşkilatlar kapsamında bölgenin herhangi bir sorununa yönelik topyekûn bir hareket alanı oluşturulabildi mi? Ümmete rehberlik ve hizmet etme rekabetinde Müslüman ülkelerin büyük devletleri birbirini stratejik müttefikler olarak görebildi mi? Bu meseleye en uygulanabilir kurumsal çözümler üretenleri komploculukla suçlamadan anlama gayreti gösterdi mi? Yahut bu kurumlar uluslararası düzeyde yaptırım gücüne sahip olabildi mi? Ne yazık ki bütün bu soruların cevabı da kocaman bir hayır.

2- İkinci ayetimiz ise فَمَنِ اعْتَدَىٰ عَلَيْكُمْ فَاعْتَدُوا عَلَيْهِ بِمِثْلِ مَا اعْتَدَىٰ عَلَيْكُم.[ii] Düşmanlıkta aşırıya kaçmadan Müslümanların izzet ve onurunu koruma adına mütekabiliyet esasına göre hareket etmeyi bize emreden bu ayete rağmen Müslümanlar olarak, bireysel düzeyde doğru anlayanımız muhakkak olmakla birlikte kurumsal düzeyde ne yazık ki doğru anlayamadık. Zira İsrail uzun vadeli bir strateji, güçlü müttefiklikler ve hesaplanmış adımlarla son bir asırda bu büyük çaplı işgali sağlarken, biz Müslüman ülkeler, işgalci güç İsrail’e karşı, izzet ehli Gazze’nin izzetini koruma adına pek bir şey yapmadık. Yekpare düşmana karşı yekvücut bir ümmet olarak cevap veremedik/vermedik. Düşmana karşı kalıcı ve uzun vadeli stratejiler belirleyemedik. Kısa vadeli çıkarlarımızla hareket ettik. Uluslararası sisetmin geçici/kısa vadeli siyasi ve ekonomik yaptırımlarına maruz kalmamak veya başka bir deyişle bugün Elon Musk’ın düştüğü acınası duruma düşmemek için çoğu müslüman devletin bugün sergilediği siyasi tutum, bunun en somut örneğidir. Öyle görünüyor ki biz bu ilkeye sarılmadıkça ve popülist söylemlere tamah etmekten vazgeçmedikçe kalıcı, sürdürülebilir ve sistematik bir plan yaparak eyleme geçmedikçe bu sorunlar bitmeyecektir.

3- وَمِنْهُم مَّنْ إِن تَأْمَنْهُ بِدِينَارٍ لَّا يُؤَدِّهِ إِلَيْكَ إِلَّا مَا دُمْتَ عَلَيْهِ قَائِمًا ۗ ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ قَالُوا لَيْسَ عَلَيْنَا فِي الْأُمِّيِّينَ سَبِيلٌ وَيَقُولُونَ عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ [iii]Deyim yerindeyse beş almadan bir vermeyen düşmanlara karşı bizi uyaran bu ayet bir nevi günümüzde Filistin’de yaşadığımız katliamı hem açıklayan hem de bizlere yol gösteren bir ayettir. Ancak bu noktada da bizler bu mesajı doğru bir şekilde kavrayamamış ve gereğince harekete geçmemiş görünüyoruz. Zira özellikle 1967 sonrasında birkaç istisna hariç tüm İslam ülkeleri olarak bizler İsrail’i Filistin topraklarının bir kısmına haklı emanetçi olarak gördük ve onların elde ettikleri topraklarla kifayet etmeyeceklerini hiçbir zaman aklımıza getirmedik. Onların arz-ı mevud iddialarına karşın olması gerektiği âlemşümul bir söylem geliştiremedik. Onlara hakkıyla karşı koyamadık. Oysa eğer 67 Arap-İsrail Savaşı, 73 Yumkipur Savaşı, birinci ve ikinci İntifada gibi eylemlerin sadece bir tanesinde bile Müslüman ülkeleri olarak bir safta yer alarak “إِلَّا مَا دُمْتَ عَلَيْهِ قَائِمًا”ya uygun davransaydık karşılaştığımız bunca sorunla mücadele etmek zorunda kalmazdık.

Müslüman dünyanın siyaset alanındaki ikircikli siyasetinin altında yatan sebepleri açıklamaya çalıştığımız bu üç ayet aslında bir taraftan da çözümleri de kendi içerisinde barındırmakta. Ancak tüm Müslümanlar olarak, tüm insanlık olarak yapmamız gereken şeyleri tek bir Allah kelamı ile özetlemek istersek akla ilk gelen şu ayet olacaktır: فَاستَقِم كَما أُمِرتَ وَمَن تابَ مَعَكَ وَلا تَطغَوا ۚ إِنَّهُ بِما تَعمَلونَ بَصيرٌ.[iv]

 

[i] “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin” [Âl-i İmrân Suresi 103. Ayet].

[ii] “Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah müttakîlerle beraberdir.” [Bakara Suresi 194. Ayet]

[iii] “Ehl-i kitaptan öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet bıraksan, onu sana noksansız iade eder. Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet bıraksan, tepesine dikilip durmazsan onu sana iade etmez. Bu da onların, 'Ümmîlere karşı yaptıklarımızdan dolayı bize vebal yoktur’ demelerindendir. Allah adına bile bile yalan söylüyorlar.”  [Âl-i İmrân Suresi 75. Ayet]

[iv] “O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.”  [Hûd Suresi 112. Ayet]