İyi Bir İnsan: Aliya
Bu yazı 12/10/2022 tarihinde yayınlanmıştır.
*Araştırmacı-Yazar/ Mehmet DOĞAN
Kabrin nurla dolsun Aliya…
Bismillah kutlu vakte; ömre, bilinmez olan ve dahi kadere, itaat eden tutuma ve de bilgi ve hikmete…
Berrak olan Dolunay’ı bilir misiniz?
Ay’ın tam bir daire olarak dolgun; parlak görüldüğü evreden bahsetmiyorum...
O, kadim iman-tevhid nosyonundan bahsediyorum... Olmadığında haysiyet ve şahsiyet sahibi olunamayan, Cihanşumul düşünülemeyen, mümin asaletinden yoksunluktan bahsediyorum…
Dolunay gibi şeffaf ve berrak; apaçık zıya’dan bahsediyorum...
Zihin kodlarında ve yaşam pratiğinde mü’min izzet ve şerefini; onur ve haysiyetini bu değerler üzerine inşaa eden ve dahi bu minval üzere nefes almaya çalışan iyi bir insandan bahsediyorum,
Aliya İzzetbegoviç’ten!
Aliya, Dolunay gibi idi; berrak mı berrak ve dahi apaçık!
Kocaman bir çınarın filizlenmiş ve de kökü sağlam bir uzvu gibi...
Kötülüğün muhteşem tarihine karşı iyiliğin mükemmel direnişine öncülük yapan bir salihten bahsediyorum; sınanmış bir liderden...
Aliya; yüzyıl önceki devasa ve trajik bir çöküşün yıkıntıları arasında yaşayan bir ülkenin geleceği üzerinde düşünmeye çalışan bir aydın idi; bir filozof, bir aktivist ve fakat bir politikacı ve dahi bir devlet adamı…
Koca bir çınarın izdüşümü idi; tıpkı bizim trajik tarihimiz gibi idi biyografisi…
Yıkılmayanların tarihi idi; kaybedip kazananların…
Şairin tanımıyla “biz yangında koşuyu kaybeden atlarız…biz kirli ve temiz çamaşırları; aynı zaman aynı minval üzere katlarız... koşu bittikten sonra da koşan atlarız…” diyerek tarih yazanlardan idi…
İşte bu tanımlama bizim ve Aliya’nın makus tarihi idi!
Aliya’nın yaşadığı coğrafya; sosyolojik ve ideolojik segmentlere bölünmüş, anlamsız parçacıklara ayrılmış iradesiz yığınlar ikliminde yaşamıştı. Anlamsız, bağrında hiçbir doğurgan parçayı, yaratıcı ışığı, üretken zekayı barındırmıyordu...
Varlık ve beka sorunu yeniden gündeme geldiğinde devlet adamı sorumluluğunu almıştı... Din; cahil, kifayetsiz ve muhteris bezirganların elinde bir meta aracına dönüştüğünde din adamı kimliğinde; sloganlara indirgenmiş isterik bir dilin ya da kimlik bulamamışlığın uydurma ve paravan bir ideoloji olduğunda ise; düşünce adamı, ideolog idi…
Soğuk savaş çığırtkanlığının ayyuka çıktığı yani 1989 parantezinin kapandığında ise; yeni bir tarihsel zaman aralığına girildiğini haykıran politikacı olmuştu.
Tarih denen kadim işbirlikçi tekerrür etmiş idi; yüklemişti tekrardan sorumluluğu Aliya’ya!
“Aliya” diye çağrılırdı; arkadaşları, dostları ve halkı tarafından, başka sıfat ve dahi ek yapılmadan; böyle anılmak ve çağrılmak her insana nasip olmadığını nereden bilecek idi.?
Kimi isimler sahibini yansıtmaktan uzak dururdu, kimisi ise açığa vururdu...
Aliya dendiğinde İzzetbegoviç’ten başkası düşünülemez idi. Her ne kadar yaygın olarak “Bilge Kral” olarak tanımlansa bile sadece Aliya daha sade ve daha sahici idi; böyle anılıyordu sevdikleri tarafından...
Bilge idi; yaşamın içerisinde... İgman Dağı kadar ise; Lider idi!
Sultan fetişizmine karşı olduğu için Kral da değil idi!
Bilgi ve Hikmete özlemi vardı kuşkusuz; ancak, bilgeliği bir mertebe olarak asla kabul etmiyordu...
Ne eksik ne de fazla; ne bilge idi ne de kral!
O Salihlerden idi; hepsi bu kadar!
Kötülüğün muhteşem tarihine karşı; iyiliğin mükemmel sabrını ve dahi direnişini sembolize ediyordu...
Nasıl ki, Sinan dendiğinde Mimar ve estetik akla geliyorsa, nasıl ki Yunus, evvela Yunus Emre oluyorsa, Aliya diye kurulan her cümle ve dahi kelime belli idi:
iyi insan Aliya İzzetbegoviç..
Fikirleri, siyasi mücadelesi, entelektüel birikimi, politikaya bakış açısı ve devlet adamlığı sevenleri ve dahi karşıtları; düşmanları tarafından hayranlıkla takip edilen; referanslarının tamamını inanç ve kültür dünyasından damıtarak dürüst, feraset ve basiret sahibi, kısa vadeli başarılar için inandığı ilkelerden fedakârlık yapmayan, iyi eğitim almış bir lider idi…
Hayatıyla, eserleriyle, kişiliğiyle Müslümanların sevgisini kazanan, hikmet arayışı içinde olan zihinlerde de fikirleriyle karşılık bulan bir dava adamı, bir düşünür idi Aliya...
Dünyaya sadece siyah ve beyaz olarak bakmaz; böyle bakmanın dönüşüm denen olgunun varlığını inkar etmek anlamına geldiğini bilir idi...
Renkten renge girmek güzel ve dahi iyi ile kötünün birbirine dönüşmesini izleme fırsatı bulabilmek ise; heyecan verir idi Aliya’ya!
“Akan suda bir ışıltı olmak... veya kararan sularda bir ışıltı bulmak umuduyla yaşıyorum” derdi kendi mücadelesini anlatırken…
“İyi niyetli insanların muhalefetine saygı duyarım... neden duymayayım ki.? ve fakat; iyi niyetleri manipüle eden, kötü niyetli muhaliflerin muhalefetine karşı dikkatli olunması gereğine işaret etmek te vazifemdir” diyerek, iktidar-muhalefet rekabetine anlam kazandırır idi...
“Kökten inkılap veya devrim, bir günlük bir süreç değildir ve asla silahların gölgesinde yapılamaz...” felsefesini yazmış idi…
Ve fakat;
“İyilerin çok kurban vermesi; çok ölümler yaşaması; çok iyi yolda oldukları anlamına gelmiyor... insan kaynakları israfına neden olacak egosantrik örgütçülüklere hep karşı oldum... yine karşı olacağım... kendinizden vazgeçmeyi gerektirecek bir dava varsa; bu vazgeçişleri israf etmeyecek adam gibi adamlara daha çok ihtiyaç var demektir...” diye nasihatte bulunurdu.
“Doğrular, doğru dürüst anlatılmalı; insanın gözüne sokar veya kulağına tıkar gibi anlatılmamalı” prensibine sadakatte yarışmamızı isterdi...
“Doğru'nun yobazlığı ve acımasızlığıdır "doğruyu” marjinalleştiren; doğru tutum daha mühimdir; sevdiriniz; ikrah ettirmeyiniz” diyen güzel söze çağırmıştı savaşın ateş olup yaktığı günlerde...
Aliya Müslüman idi ve dahi iyi bir insan...
Ancak İslam’ın “gel seni iyi yapayım” demediğini çok iyi bilirdi çünkü insan doğuştan iyi idi; ahsen-i takvim üzere yaratılmış, eşref-i mahlukat idi…
İslam’ın “gel bu iyiliği sağda solda dolaşarak israf etme, vadilerde şaşkın şaşkın boşboğazlık edip; hiçbir şey yapmadan yan gelip yatma ilkesini özümsemiş idi...
Kendini kanıtla, iyiliğini ispat et demeye çağırdığının farkında idi...
Aliya salt dindar olduğu için iyi insan değildi; insan sosyalist olduğu için; anarşist, liberal, islamcı ve veya benzeri başka bir aidiyet mensubu olduğunda İYİ İNSAN olunmadığının bilincindeydi!
Vicdan sahibi, düşünen, hisseden ve masumiyetini yitirmemiş bir fert olarak; iyilik adına, derin tartıp, derin yorumlayıp, bir çare olarak, aidiyet ve mensubiyet tercihlerine özgürce inisiyatif kullanabildiği için İYİ İNSAN olunabileceğinin farkındaydı.
“Herhangi bir din veya ideoloji bizi İYİ İNSAN yapmıyor” derdi...
“İnsan zaten özünde iyidir, bu iyilik hali bizim; yaşam süreçleri içinde kendimizi nasıl daha iyi ifade edebilir sorusuna bir yanıt arayışına girersek anlamlı kılıyor...” derdi.!
İyilik; kötüye bile merhamet nazarıyla bakar idi...
Gerçekten iyi; hakikaten dürüst; essahtan namuslu ve adil olunsa bile; diğerlerini önemsemeden kötü bir adam olarak anılmaktan kurtulamayacağını en iyi o biliyordu...
Toplum mühendisliğinin yeterince kötülüğünün farkında idi...
Adalet, gerektiğinde İyi'ye bile acımaz idi...
Her iyi, adil olamayabileceği gibi her kötü de adil davranamaz anlamına gelmez idi...
İyi bir anne evladına karşı gerektiğinde adalet istemeyebilir idi...
Hukuk; çok derin bir fehm ; çok yönlü bir nazar ve çok yüksek bir basiret gerektirir idi..
Fakih; rasih olmak gerektir... Rasih, arif olmak gerektir...
Hepsinden evvel illa vicdan sahibi olmak gerek idi...
Aliya iyi bir insan idi; vicdan idi; adalet idi ve dahi salih idi…
Tutum idi, tarz idi, tavır idi, eda idi, üslup ve bilgelik idi…
Aliya Kabrin Nurla Dolsun !
Kelime Ara
Konular
- Uluslararası İlişkiler
- Savunma-Güvenlik
- Teknoloji-Siber Güvenlik
- Enerji
- Ekonomi
- İklim-Çevre
- Sağlık
- Toplum
- İnsan Hakları
- Çatışma
Bölgeler
- Asya
- Afrika
- Avrupa
- Amerika
- Okyanusya
- Orta Doğu ve Mağrib
- Türkiye
- Rusya
- Körfez Ülkeleri
- Avustralya
- Kuzey Amerika
- Batı Afrika
- Batı Avrupa
- Kafkasya
- Merkez Asya
- Doğu Avrupa
- Doğu Afrika
- Latin Amerika ve Karayipler
- Yeni Zelanda
- Levant Bölgesi
- Kuzey Afrika (Mağrib)
- Diğer Okyanusya Ülkeleri
- Orta Afrika
- Balkanlar
- Doğu Asya
- Güney Afrika
- Çin
- Güney Asya
- İskandinav-Baltık Ülkeleri
- Güney Doğu Asya