Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

Kenan Evren’in Anılarında 12 Eylül Darbesi: Ayrılıkçılıktan Kürt Meselesine

Bu yazı 12/09/2022 tarihinde yayınlanmıştır.

*Prof. Dr. Tevfik ERDEM/ SDE İç Politika ve Hukuk Koordinatörü 

 

Evren anılarında darbeye doğru giden süreçte terör olaylarının (sağ ve sol çatışması) önemine dikkati çekerken diğer yandan da bölgede görev yapan komutanlarla yaptığı görüşmelerden hareketle çok ciddi bir bölünme tehdidinin varlığının altını çizer.

Biraz sonra anlatılacak örnekler ayrılıkçı Kürt hareketinin terör örgütü PKK henüz ortaya çıkmadan önce de var olduğunu göstermektedir. Öyleyse Kürt meselesi bağlamında Türkiye’de çözülmesi gereken, PKK eksenli kurtuluş yolu değil PKK’yı da dışarıda bırakacak biçimde toplumsal bütünleşmeyi sağlayacak çözüm önerilerinin peşinden gitmektir.

Evren anılarında bölgede, özellikle eğitim başta olmak üzere çeşitli kamu kurumlarının Türkiye Cumhuriyetinin belirlediği kurallar çerçevesinde değil ayrılıkçı hareketler temelinde işlediğini belirtir. Belki de ayrılıkçı terör olaylarını önleme adına darbe sonrası ortaya konan işkencelerin bu amaca hizmet etmekten çok darbe sonrası ayakta kalan tek örgütün PKK olmasından dolayı cezaevlerinde işkenceden geçirilenlerin çıktıktan sonra doğru PKK’ya katıldıkları görülür. PKK ayakta kalan tek örgüttür çünkü Öcalan 1979’da ülkeyi terk edip Bekaa’daki kamplara gitmiştir. Diyarbakır Cezaevi sonrası katılımların neden PKK’ya olduğu, örgüt üyelerinin anılarında da aynı gerekçe ile dile getirilir çünkü darbe tüm örgütleri kazımıştır. Kawa’dan Rızgari’ye kadar tüm terör örgütü üyeleri çıktıktan sonra PKK girdabının içine çekilmişler ya da hapishanede yaşadıkları işkence tecrübelerinden dolayı açıkçası itilmişlerdir. Diyarbakır Cezaevi işkenceleri sonraki kuşakların da devlete tavır almasına neden olan sembolik bir öneme sahiptir.

Bu noktada Diyarbakır cezaevinin bugün bir müze olmasının özel bir önemi vardır. Ancak bu doğruluk bizi sorunların tarihi köklerini görmekten de alıkoymamalıdır. Zira Kürtlerin kendi organik aydınları dolayımıyla sol-sosyalist hareketle tanışmalarının tarihi Türk soluyla iç içe oldukları 1960’lı yıllara kadar gider. Bu durum aynı zamanda bugün çok popüler olan Kürt sekülerleşmesinin kitleselleşmeye başladığı dönemdir. Özellikle TİP içinde başlayan seküler Kürt solunun seküler Türk solundan hiçbir farkı yoktur. Aynı jakoben tavır, aynı sosyalist dil, Marksist jargon… 1960’lı yılların sonunda başlayan sol parçalanma sadece örgüt içi parçalanmalarla sınırlı kalmamış, Kürt solunun da Türk solundan ayrıldığı yeni bir süreci başlatmıştır. Ancak kaynaklar aynı olduğu için birbirine paralel şekilde işleyen ana ve tali yol gibi zaman zaman birleşen zaman zaman ayrılan ama aynı istikamette yol alan hareketler olmuşlardır.

Bu parçalanma ve sekülerleşme sürecine daha sonra dönmek üzere, Evren’in anılarında konuyu nasıl anlattığına dönelim ancak bir hatırlatma yaparak, niyetimiz darbeyi meşrulaştırmak ya da Kürtlere yapılanları onların hakettiğini göstermek değil.  Kürtler bunu haketmiyor! Ayrılıkçı Kürt meselesinin sadece PKK ya da HDP ile ilişkili bir süreç olmadığı köklerinin hayli eski olduğunu göstermektir amaç.

Evren’in anılarında Güneydoğu Anadolu’da görev yapan komutanların söyledikleri şu şekilde sıralanır (1978 yılı için):

Şehirlerarası yollarda ve şehirlerin içinde yasadışı yazılar vardır ve bunlar aşırı sol içerikli yazılardır. Diyarbakır merkezli bir Kürt devleti kurulacaktır.

Doğu illerinde yasal dernekler yasadışı derneklere (Dev-Genç gibi) zemin sağlıyorlar. Şehirlerde kamu kurumlarına yönelik eylemlerde içinde TÖB-DER’li öğretmenlerin de olduğu yasadışı eylemler yapılmaktadır. Bu öğretmenlerin yetiştirdiği öğretmenler, öğrencilere sol ideolojiyi aşılamaktadırlar. Ardahan’da 19 Mayıs töreninde şeref tribününden geçen öğrenciler “Kahrolsun faşistler” diye bağırarak geçerler.

Doğu ve Güneydoğuda solcular ve Kürtçüler el ele hareket etmekte, duvarlardaki yazıları sildirmemekte, tayini çıkarılan sorunlu kişiler tayini çıkan yerlere gitmemekte ve kimse de bir şey yapamamaktadır.

Doğu ve Güneydoğudaki birçok il ve ilçe kurtarılmış bölgeler haline gelmiştir.

Van’da Bayındırlık Bakanı Şerafettin Elçi’nin hapis arkadaşı Batılı memurları görevden alıp yerlerine Kürtçü memurları atamaktadır.

Öğretmenler öğrencilere ödevlerini Kürtçe vermektedirler.

Diyarbakır gibi illerde olay çıkmamasının sebebi bölgenin tamamen solun kontrolünde olmasıdır.

Bazı evlerde Türk ordusunda bulunmayan modern tipte silahlar bulunmaktadır. Bu silahlarla bağımsızlık mücadelesi verileceği belirtilmektedir.

Bölgede TRT yayınları değil Suriye televizyonu izlenmektedir. “Suriye ise televizyonu propaganda aracı olarak kullanmaktadır: Türkler diğer memleketlerden para dilenmekteler, çok fakirler, sizleri her zaman olduğu gibi ihmal etmekteler, onlardan size fayda yok…” gibi TC devleti aleyhine propaganda yapılmaktadır Suriye televizyonunda.

Mardin’de Maocu bir öğrenci için yapılan bir cenaze töreninde 5-6000 öğrenci imamı bir kenara iterek cenaze namazı kıldırmamıştır: “… imamı bir kenara iterek ‘büyük şehidimiz için dikkat’ komutu ile kollarını havaya kaldırdıkları ve cenazenin mezara konulmasında da kefenin sol tarafını yırtıp sol kolunu dışarıya aldıktan sonra gömülmesine izin verdikleri, imamın böyle bir şeyin dinimizce gereksiz olduğu ve dua edeceğini söylemesine rağmen, dinlemedikleri…[1]” görülmektedir.

Bu tür alıntıların kayda değer olmasının arkasında çok önemli bir gerçekliğin ortaya konması var. Özellikle son dönemlerde Türk ve Kürt sekülerleşmesinin arkasında AKP’nin icraatlarının geldiği, yolsuzluk, yoksulluk ve liyakatsizlikten dolayı dindar bir halk olan Kürtlerin bir tepki olarak giderek daha fazla sekülerleştiği iddia edilir. Dindar bir halk olarak Kürtler, seküler bir parti olan HDP’ye ve yine seküler öncüllerine oy vermektedirler. Yani artık HDP etno-dini kimliği bünyesinde barındıran bir parti hüviyetindedir. Tabii bu birden bire olmadı. İslam’ı Kürdün Truva atı olarak gören Öcalan başlangıçta dile getirdiği bu söylemini zaman içinde değiştirdi çünkü dindar Kürtler seküler bir parti-örgüt ile organik bir ilişki kuramıyordu.  Ta ki 1991’de “Kürdistan Yurtsever İmamlar Birliği”nin kurulmasıyla dindar Kürdün de örgüte dahil edilme süreci başladı.

Kürt sekülerleşmesinin kaynağı ne AK Parti iktidarına karşı gösterilen tepki ne Hizbullah ne de DAEŞ’tir. Bunlar olsa olsa süreci hızlandıran ara değişkenlerdir. Esas bağımsız değişken seküler-devrimci Türk solu etkisidir. Seküler Kürtlerin İslamcı-muhafazakar damara göre daha geniş bir özgürlük ve kimlik alanı bulduğunu düşündüğü bu dahil olma süreci, onun sekülerleşmesinin de başlamasıdır.  Eğer Osmanlı dönemine gidilirse de Bedirhanilerde ilk nüveleri bulunabilir. Her ne kadar Bedirhan Bey dini kimliği güçlü biri olsa da sonraki kuşaklarda bu etkiyi görmek zordur, dini kimliği Nehri ekolü daha canlı ve güçlü biçimde temsil edecektir.

Kürt sekülerleşmesi esas olarak 1960’lı yıllardan beri TİP’ten DDKO’ya kadar giden bir seküler damara sahiptirler. 1970’li yılların başlarında Türk sol-seküler örgütleriyle ortak hareket eden solcu Kürtler 70’lerin ortalarından itibaren onlardan ayrılırlar ama maya tutmuştur, artık nur topu gibi seküler Kürtçü örgütler ortaya çıkmaya başlar.

Evren’in anılarında yukarıda verilen örnek, sekülerleşme düzeyinin solcu Kürtlerde vardığı boyutu göstermesi açısından çok önemlidir.

Evren’in anılarına dönelim tekrar.

Tunceli’de Türkçe bilindiği halde polis ve askere Türkçe cevap verilmez. Duvarlara sarı yaldızlı Kürt milli bayrağı yapıştırılır. Kürt milli marşı ve komünist enternasyonel marşı toplu alarak okunmaktadır.

Kürt istiklal mücadelesinin patlaması ile birlikte bütün Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun tümden mücadeleye katılacağı anlatılmaktadır.

Evren’e göre “kibar, insancıl ve şair ruhlu” (s.207) Ecevit, Kürtçülüğün çok abartıldığını dile getirir. Daha önceki yazıda da belirttiğim gibi Ecevit’in bu dönemde Kürt oylarına ihtiyacı vardır. Bu nedenle meseleye DSP’nin lideri olduğu yıllardaki gibi milliyetçi bir gözle bakmaz. DSP’nin başındayken Kürt oyları SHP’ye bağlandığı için yani onlardan oy alamayacağı için de milliyetçilik bayrağına sarılır.

Bir yıl sonra yani 1979 yılında Jandarma Genel Komutanlığı Denetleme Başkanlığı’nda bir teftiş kurulu görevlendirilerek bölücülük hareketleri ve alınacak tedbirler konusunda bir komisyon oluşturulur. Komisyon raporlarının bir kısmı Evren’in anılarında dile getirilir. Rapordan anlaşıldığı kadarıyla solcu ve Kürtçü örgütler giderek daha fazla güçlenmeye, taraftar kazanmaya ve silahlanmaya başlamışlardır. Bu silahların, çıkartılacak bir sözde bağımsızlık savaşı için kullanılacağı dile getirilir. Ayrıca bu silahların SSCB (Rusya) üretimi füze ve silahlar olduğu görülmektedir.

Askerlerin artık iki kişilik devriye yapamadığı, bir kanun kaçağını aramak için bir köye 20’den az kişiyle gidilemediği görülmektedir.

Dağlar, taşlar anlamları korkunç Kürtçe sloganlarla doludur. Şehirler, köy ve kasabalar için için kaynamaktadır. Arkadaşlarımız kendilerini bir müstemlekeci asker gibi hissettiklerini, bölge halkının, kendilerine bir işgal ordusunun subayı nazarı ile baktığını söylemektedirler.” (s.254). Bu anlamları korkunç olarak tarif edilen sloganlar şunlardır: “Yaşasın Kürdistan’ın Kurtuluş Savaşı”, “Yaşasın Kürdistan Devleti”, “Yaşasın Bağımsız Kürdistan”, “Kürdistan’a Hoşgeldiniz.”

Mardin’de öğretmen okulu öğrencileri, derslerin Kürtçe verilmesi için dersleri boykot ederler.

Devletin kurumları Doğu ve Güneydoğuda işlememektedir.

Teftiş için gidenler Mardin’de iken, Derik’te bir polis güpegündüz sokak ortasında kurşuna dizilir. Davaya bakacak Derik kaymakamı istirahat alır diğeri kendi kendini reddeder. Mazıdağı hâkimi yetkisizlik kararı verir…” Yani hiçbir kamu görevlisi olaylar karşısında bir şey yapabilecek cesareti bulamamaktadır, fiili ve psikolojik inisiyatif örgütlerin eline geçmiştir.

Evren, Ecevit’in nihayet 1979 yılında durumun ciddiyetini fark ettiğini belirtir. “Bölücülük önemli boyutlara ulaştı. İç nedenlerle Türkiye’yi bölmek isteyenler var” sözünü bu dönemde söyler Ecevit. Bayındırlık Bakanı Şerafettin Elçi’nin “Ben Kürdüm” sözünü tekrarladığı dönem de bu dönemdir.

Bu arada anılardan anlıyoruz ki, 1991’de SHP listelerinden seçilen sonradan HEP’i kuracak olan Kürt vekillerin yaşadığına benzer bir sorun (!) 1979’da yaşanmıştır.

Şerafettin Elçi’nin “Ben Kürdüm” açıklamasından sonra TBMM’de “Bakan olmak için ben Türküm demek lazımdır” şeklinde bir konuşma yapan Turhan Feyzioğlu, bir kısım CHP’li vekil tarafından yumruklanmıştır.

Kürt solu, Türk solunun içinden türeyen bir oluşum. Bundan mütevellit zaafiyetleri de başarıları da ondan müstakil değil. Türk solundan (elbette ki Türk solunu homojen bir bütün olarak görmek mümkün değil!) ideolojik değil fiili bir kopma yaşayan Kürt solunun sosyal demokrasiye doğru evrilmesi Kürt sivil toplumunu canlandıracaktır ancak görünen o ki Türk solunun Jakoben ve zinde güçler (Türk solundaki ordunun yerini Kürt solunda PKK-Örgüt alır) bağlantısı 1970’li yıllarda Kürt soluna da sirayet etmiştir. Bu etki Kürt solunun genetik bir özelliği haline gelmiş olacak ki hâlâ sivilleşme ve örgüt baskısı karşısında sivil iradeyi temsil konusunda cesaretli bir çıkış görülmemekte. Sivilleşme yönünde atılacak bir gol pozisyonunda ya dokuz kusurlu hareketten biri yapılmakta (yani silah ve şiddetin susturulmasına “devletin de” şartı getirilerek cevap verilmekte ve şiddet-terör onaylanmakta) ya da top outa atılarak (“iradesi irademiz” denilerek) inisiyatif alınmamaktadır. Kürt sivil siyasetinin bu noktada suçu devletin ceberrutluğuna yorması 12 Eylül dönemi düşünüldüğünde çok da anlamlı değil. Kürt sivil toplumunun gelişmesi ve renklenmesi farklı seslerin çoğalması ve terör örgütünün sesinin boğulmasıyla mümkün ancak bunun şimdilik bir hayal olduğu da açık. Öyleyse sorulması gereken şey bunun nasıl olacağı.

 

[1]  Evren, Kenan (1990), Kenan Evren’in Anıları, Milliyet Yayınları, s.202