Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

Kendi Ürettiği Kriz Sonunda Irak’ta Kaybeden, Afganistan’da Onurunu Yitiren ABD, Suriye’de Akıl Tutulması Yaşıyor...

 Bu yazı 26/10/2021 tarihinde yayınlanmıştır.

*İhsan Başbozkurt/SDE Savunma ve Güvenlik Kurulu Başkanı

 

Bugün Afganistan’dan kaçışıyla itibarını kaybeden Amerika Birleşik Devletleri, 30 yıldır bu coğrafyada tutunamayacağını anlamakta zorluk çekiyor.

ABD’nin Ortadoğu coğrafyasındaki ilk kaybı Irak’ı işgal girişimidir.

Irak harekatı, 20 Mart 2003’te Bağdat saati ile saat 05.34’te işgal ordusu komutanı General Franks tarafından “Irak Özgürleştirme Operasyonu” kod adıyla duyuruldu.

ABD’nin Irak işgalinin üzerinden 18 yıl geçti. Ülkeye demokrasi ve özgürlük vadeden ABD arkasında büyük bir yıkım ve kaos bıraktı.

İşgal, ABD’nin Saddam Hüseyin’in elinde kitlesel ölümlere sebep olabilecek biyolojik ve kimyasal silahlar olduğu yaygarasını koparmasıyla başladı. ABD Başkanı George W. Bush, “Aldığımız istihbaratlar hiçbir şüpheye yer bırakmıyor. Irak rejimi şimdiye kadar hiç denenmemiş ölümcül bazı silahlara sahip bulunmaktadır” derken, Dışişleri Bakanı Colin Powel, “Saddam Hüseyin’in biyolojik silahlara sahip olduğundan hiç şüphe yok ve daha fazlasını üretebilecek kapasiteye sahip!” iddiasında bulundu.

Oysa BM Silah Denetim Komisyonu’ndan gelen açıklama bu iddiaların aksini söylüyor, Komisyon Başkanı Hans Blix, Irak’ta incelemelerde bulunan ekibin çalışmalarında herhangi bir biyolojik silah bulunmadığını açıklıyordu.

Dünya savaşa “hayır” dedi. Ama ABD Irak’ın işgali için yeterli delil sunmamasına rağmen işgali başlattı. 1 Mayıs’ta ABD Başkanı savaşın büyük kısmının sona erdiğini ilan etti.

Irak savaşının sonucunda sunni ve şii bölgelerde adeta birbirlerine karşı düşmanlık tohumu ekildi. Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi adı altında ayrı bir yönetim kuruldu ve özerkliğini ilan etti. Irak’ta ekilen nifak tohumu sonunda iç savaş çıktı.

ABD ve destekçileri emellerine kavuşmuştu. Mezhepsel savaş ve terör eylemleri ülkeyi adeta kan gölüne çevirdi. Şiddet yorgunu binlerce Iraklı, yaşanan güvensiz ortamdan kaçarak başka ülkelere sığınmak zorunda kaldı. Her zaman olduğu gibi kaybeden Irak halkı oldu. Ölümler, işkenceler, kan ve göz yaşı Irak halkının kötü kaderi oldu. Bu da yetmedi, ABD, Irak halkının başına bizzat kendisinin yarattığı ve büyüttüğü IŞİD belasını sardı. Irak’ta fitneyi körükledi. Sözde IŞİD ile mücadele bahanesiyle yaptığı müdahalelerle siyasi olarak Irak’ı üçe böldü. Belini doğrultamayan bir Irak var bugün.

Yalanlar üzerine kurulan planları ABD’ye maddi ve manevi olarak pahalıya mal oldu. ABD Irak’tan pusulasını ve prestijini de kaybederek çekilmek zorunda kaldı.

ABD’nin Irak’tan çekilmesinin ardından bölgede çatışma ve kaos ortamı halen devam etmekte ama Ortadoğu’da güvenilmeyen ve dip yapan bir ABD varlığı, devletlerle değil teröristlerle devam etmektedir.

AFGANİSTAN’DA ONURUNU YİTİRDİ

Irak’ta pusulasını kaybeden ABD, Afganistan’da onurunu yitirdi.

Afganistan’ın işgali, 11 Eylül saldırılarının öcünü alma bahanesiyle başlatıldı. El Kaide'nin 11 Eylül 2001'de ABD'ye saldırmasından günler sonra, Başkan George W. Bush, “Şimdi Taliban bir bedel ödeyecek” diyerek işgali başlattı.

Operasyonun adı “Kalıcı Özgürlük Operasyonu”, amacı “Afganistan'ın terör operasyonlarının üssü olarak kullanılmasını engellemek ve Taliban rejiminin askeri kapasitesine saldırmak”tı. Bu operasyonun daha önceki hiçbir operasyona benzemeyeceği, uzun süreceği açıklanmıştı.

Öyle de oldu. ABD Afganistan’da 20 yıl kaldı. Ancak bu ülkeye iddia ettiği gibi “kalıcı özgürlük” getirmediği gibi ülkeyi ekonomik bir çöküntüye sürükledi, Afgan halkında umut bırakmadı.

Askeri operasyonların başlaması ardından Aralık 2001'de, Taliban sözcüsü koşulsuz teslim olmayı teklif etmiş, ancak bu teklif ABD tarafından reddedilmişti. 20 yıl sonra bu defa ABD, Taliban'a ateşkesi kabul etmesi ve Washington destekli Afgan hükümetiyle siyasi bir anlaşmayı müzakere etmesi için yalvarır konuma geldi.

Mayıs 2003'te dönemin ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, ülkedeki büyük operasyonların sona erdiğini duyurdu. ABD liderliğindeki NATO, sözde Taliban'ı bozguna uğrattıktan sonra, bu kez başarısız bir devleti yeniden inşa etmeye ve Batı tarzı bir demokrasi kurmaya odaklandı. 1980'lerdeki Sovyet işgali ve ardından 1990'larda patlak veren iç savaşların harap ettiği ülkeyi yeniden inşa edeceklerdi. Milyarlarca dolar para harcandı.

Bu kez de yolsuzluklar ayyuka çıktı. Yeniden yapılanma ve yatırım için gönderilen yüz milyonlarca dolarlık para ya çalındı ya da zimmete geçirildi. ABD destekli hükümetin, vatandaşların en temel ihtiyaçlarını karşılayamadığı ortaya çıktı. Ortaya çıkan bir diğer gerçek ise, hükümetin yetkisinin başkent Kabil’in ve diğer bazı büyük şehirlerin ötesine ulaşamamış olduğuydu.

Bu gerçeği gören ABD 2010’da Afganistan’a binlerce asker desteği gönderdi ancak zamanla toparlanan Taliban karşısında başarı elde edemedi. ABD askeri, Afganistan’da üniformayla sokağa çıkamaz oldu. Üstelik batının demokrasi vaadine inancını yitiren, yolsuzluk, hırsızlık ve güvensizliklerden bunalan halk da Taliban’a desteğini bu süreçte arttırdı.

11 Eylül saldırılarının faili olarak görülen Usame Bin Ladin, Mayıs 2011'de ABD Donanmasından (SEAL) bir tim tarafından Pakistan'ın Abbottabad kentinde askeri eğitim akademisinin yakınında, yıllardır yaşadığı bir yerleşkede öldürüldü. Bir ay sonra Başkan Obama, ABD güçlerinin eve dönmeye başlayacağını ve güvenlikle ilgili sorumluluğun 2014 yılına kadar Afganlara devredileceğini açıkladı.

Afganistan’da işgal harekatı başladıktan 10 yıl sonra Pentagon savaşın askeri olarak kazanılamayacağı ve yalnızca müzakere edilmiş bir çözümün çatışmayı sona erdirebileceği sonucuna vardı. Obama, 31 Aralık 2014'te büyük muharebe operasyonlarını sonlandırarak bundan sonraki misyonun Afgan güvenlik güçlerine eğitim ve danışmanlık hizmeti verilmesi olduğunu söyledi.

Savaşın başından bu yana ABD, Afgan ordusuna 70 milyar doların üzerinde bir harcama yaptı. Ancak Afgan ordusu ile polis birimleri de yozlaşmıştı. Firarlar, düşük istihdam oranları, düşük moral ve liderliğin yanı sıra komutanlar tarafından maaş ve malzeme hırsızlığı olayları nedeniyle güvenlik birimlerinin içi boşaltıldı.

Başkan Donald Trump, ilk hedefinin Afganistan’dan tüm birlikleri geri çekmek olacağını söyledi. Trump yönetimi 2018'den itibaren Taliban ile görüşmeye başladı. Biden, yönetime geldiğinde Trump’ın başlattığı müzakereleri sürdürmesi gerektiğini, sunulan istihbarat raporlarıyla anladı. Bu raporlarda, Afganistan'ın uluslararası güçlerin ayrılmasından iki ile üç yıl sonra büyük ölçüde Taliban kontrolüne girebileceği değerlendirmesinde bulunuluyordu. Ancak bu çok daha kısa bir süre içinde gerçekleşti.

Henüz ABD askeri tamamen ayrılmadan Taliban Kabil’de yönetimi ele geçirdi. Amerikan askeri, Afganistan’dan apar topar kaçmak zorunda kaldı. Kaçarken de Amerikan ordusundan geriye, Taliban korkusuyla Amerika’ya sığınmaya çalışan Afganların uçaklara istiflendiği, kimilerinin kalkan Amerikan uçaklarından düştükleri insanlık dışı görüntüler kaldı.

20 yıl süren savaş boyunca ABD’de 4 başkan değişti. ABD, 20 yıl süren savaşta 2 bin 448 Amerikan askerini kaybederken, binlerce asker yaralandı ve bazıları sakat kaldı. Bin 144 NATO askeri, 400’den fazla insani yardım çalışanı, 70’den fazla gazeteci yaşamını yitirdi. ABD için çalışan ve hayatını kaybeden Afganların sayısı 3 bin 846 olarak kayıtlara geçerken, savaştan en fazla etkilenenler Afgan siviller oldu. 47 bin 245 Afgan saldırılarda hayatını kaybetti. Afgan ordusu, Taliban ve diğer muhalif güçlerin kayıplarıyla birlikte Afganistan savaşındaki toplam insan kaybı 172 bini aştı. ABD Afganistan’dan kaçarken Biden, ABD tarihinin yabancı ülke topraklarındaki en uzun süreli savaşının ardından “ABD ordusunun Afganistan'ı modern, istikrarlı bir demokrasiye dönüştüremeyeceğinin açık olduğunu” itiraf etmek zorunda kaldı.

ABD, 20 yıldır Afganistan’a demokrasi getirecekti, özgürlük getirecekti. Ülkede alt yapıyı güçlendirecek, refah sağlayacaktı. Böyle olmadı. Aksine, Afganistan’da ABD’den geriye kan, göz yaşı, yıkım kaldı. Amerika Irak’ta ne yaptıysa Afganistan’da da aynısını yaptı. Irak’ta dibe vurmuştu, Afganistan’da yerin de dibine vurdu. İtibarı kalmadı ve oradan da çekildi.

ABD, Afganistan yenilgisinin faturasını gelecek 10 yıllar boyunca da ödemeye devam edecek. Borçlanma yoluyla finanse ettiği Afganistan ve Irak savaşlarının ABD’ye maliyeti 2 trilyon doları geçerken, 2050'ye kadar ise bu borçlanmanın faizinin 6,5 trilyon doları bulması bekleniyor.

ABD SURİYE COĞRAFYASINDA AKIL TUTULMASI YAŞIYOR

Türkiye Ortadoğu ve özellikle Suriye coğrafyasında kendi güvenliği, bölge halklarının, özelde Suriye halkının can ve mal güvenliği için bedel ödeyerek huzuru ve özgürce yaşamayı sağlamak maksadıyla haklı olarak ABD’nin terör koridoru planını gerçekleştirmesine engel olmak için askeri harekatlar yaptı. En önemlisi de bölgesel dengeleri değiştirecek stratejilere “DUR!” dedi.

ABD Irak’ta kaybetmeyi hazmedemedi. DEAŞ belasını Irak’tan Suriye’ye aktararak sözde Kürt devleti, özde Büyük İsrail planını gerçekleştirmek için Suriye’nin kuzeyinde tohumlarını attığı kantonları birleştiremedi. Suriye’nin kuzeyinde yeni bir oluşum için düğmeye basan ABD’nin bölücü planlarını Türkiye engelledi.

Türkiye, uluslararası sistemlerin verdiği yetki ile uluslararası hukuka ve hakkaniyete uygun, kendi bekasını sağlamak için Suriye coğrafyasında 4 önemli ve başarılı harekat yapmış ve bu harekatlar özellikle ABD’yi rahatsız etmiştir.

Irak ve Afganistan’da pusulasını ve prestijini kaybeden ABD, Suriye’de ise stratejilerini ve hedeflerini gerçekleştirememiş, dengesini yitirmiştir. Bugün ABD adeta akıl tutulması yaşıyor. Başta Başkan Biden olmak üzere ABD’li yetkililerin son dönemlerde verdiği beyanatlar ve icraatları tam da bunu ifade etmektedir. Başkan Biden, “Türkiye’nin Suriye’nin kuzey doğusundaki askeri eylemlerinin ABD’nin güvenliği ve IŞİD’le mücadeleye tehdit oluşturduğunu” söylerken, YPG’nin “ABD Suriye’den çekilmeyecek” açıklaması, ABD’nin Suriye’deki politikasının tutarsızlığının bir ifadesidir.

Başkan Biden, Türkiye’ye yönelik bir mektup kaleme almış, bu mektup ABD’nin başkanının çaresizliğinin ifadesi olmuştur. Özellikle Türkiye’yi kendi kurumuna, yani Temsilciler Meclisi’ne adeta şikayet etmesi, söz konusu mektupta Suriye coğrafyasında diğer ülkeleri görmeyip (İran, Rusya) sadece Türkiye’den bahsetmesi de iki müttefik ve NATO’da birlikte çalışan ülkeler olarak yol ayrımına gelindiğinin bir ifadesidir.

ABD bundan sonra Türkiye’nin ne müttefiki ne stratejik ortağı olabilir. Bunun sayılamayacak kadar nedenleri vardır.

Biraz mektuptan bahsedersek; Suriye’de acil durumdan bahsediyor. Kimin için acil durum? Tabii ki kendisine tutunma dalı ve kara gücü olarak gördüğü PKK terör örgütü için acil durum ilan ediyor. Ayrıca; Türkiye’nin Suriye’nin kuzey doğusuna askeri harekatlar düzenleme yönündeki eylemlerine karşı bir acil durum.

Başkan Biden burada Barış Pınarı harekatını kastetmekte ve daha sonra yapılacak harekatı işaret etmektedir. Herhalde Biden yeni harekatın ayak sesleri karşısında çok endişeye düşmüştür. ABD’nin buradaki hezeyanının sebebi, sözde Kürt devletini Irak’ta kuramaması, Suriye’de de bunun artık mümkün olmamasıdır. Asıl amaç; Türkiye’yi nasıl yeni yaptırımlarla karşı karşıya getirelim, Suriye’den Türkiye’yi çıkararak kendi sınırlarına hapsedelim, bunun derdine düşmüşlerdir. ABD’nin Suriye ve Irak coğrafyasında büyük planı İsrail’in güvenliğini sağlama almak ve Büyük İsrail devletinin temellerini atmaktır.

ABD kurum ve kuruluşlarının hala anlayamadıkları gerçek Türkiye’nin bölgesel güç olduğudur. İşte tam bu noktada akıl tutulması yaşıyorlar. Hafızalarını kaybetmişler.

Başkan Biden’ın bu sözleri Türkiye açısından çok olumlu ve değerlidir. Artık “Türkiye’nin küresel güç olduğunu” bizzat ifade etmektedir. Bölgede ABD’nin stratejisi ve planları çökmüştür. ABD devletlerle işbirliği yerine terör örgütleri ile işbirliği yapmak zorunda kalmıştır.

Mektubun diğer önemli bir yanı da “Türkiye IŞİD’i yenilgiye uğratma çabasına zarar veriyor” iddiasıdır. Bu ifade, ABD’nin nasıl bir akıl tutulması içerisinde olduğunu göstermesi bakımından çok önemlidir. Allah aşkına Suriye coğrafyasında bana bir tek bölgede, hatta noktada bir IŞİD üyesi terörist gösterebilir misiniz?

19 Aralık 2018’de dönemin ABD Başkanı Trump “IŞİD’i mağlup ettik” demiştir.  Bunun üzerine ABD’nin askerleri çekilmeye başlamıştır.

Asker çekme konusuna burada girmek istemiyorum. ABD’nin kurumları arasında koordinesizlik, iletişimsizlik, dahası tam anlamı ile güvensizlik yaşanmıştır. Bu çelişkili durum ise hala devam ediyor.

IŞİD’in varlığı ve yokluğu konusunda hangi ABD’nin başkanına inanacağız. Biz ABD’ye değil gerçeği görenler ve Suriye coğrafyasını bilenler olarak kendimize inanacağız.

Sadece Trump değil, 30 Eylül 2020’de, Rusya Savunma Bakanı Şoygu, “IŞİD’i Suriye’de mağlup ettik” demiştir.  ABD’nin Suriye’de kalma bahanesi artık geçerli değildir. Suriye’de kalmanızı gerektiren IŞİD senaryosu Ortadoğu için bitmiştir.

Kaldı ki IŞİD son kalıntılarını uçaklarla Afganistan’a siz taşımadınız mı?

Mektubun en can alıcı noktası ise; “Türkiye bölgede barışı, güvenliği, istikrarı zedeliyormuş”. Bu kelimeler olumsuz yönde sizinle (ABD ile) özdeşleşmektedir. Bugün hepimiz, özgürlükler ve sözde demokrasi mücadelesinde zayıf notlarla dolu bir ABD karnesi görüyoruz.

ABD’nin cevaplaması gereken sorular var:

Ortadoğu’da/ Afganistan’da / Irak’ta barış mı var? / Kaos mu var? Güvenlik mi var? Yoksa nifak tohumları mı ektin, böldün, parçaladın?

Hani Irak’a huzur, özgürlük ve istikrar getirecektin?

Hani Afganistan’a huzur, özgürlük ve istikrar getirecektin?

Yaptığınız harekatların adını “barış” koydunuz, “özgürlük” koydunuz. Oysa barış ve özgürlük adına hiçbir şey yapmadınız.

Bu ülkelerde şu anda kan, göz yaşı, açlık ve sefalet var.

Akıl tutulması yaşayan ABD’nin bu tablo karşısında dönüp de bir aynaya bakması gerekir. O aynada gerçekler buz gibi yüzlerine çarpacaktır.

Asıl akıl tutulması ve zavallılık burada; “Türkiye ABD’nin ulusal güvenliği ve dış politikalarına karşı anlaşılmadık ve olağanüstü bir tehdit oluşturmayı sürdürüyor”muş.

Gerçekten zavallı bir ABD ile karşı karşıyayız. Ve bu sorulara cevap arıyoruz:

-ABD, siz Türkiye ile sınır komşusu musunuz?

-Siz PKK terör örgütü ile Türkiye’yi tehdit etmiyor musunuz?

-Türkiye Meksika sınırında sizi tehdit ediyor da bizim haberimiz mi yok?

-Sizin Türkiye sınırında ne işiniz var?

Bunu anlamadınız, anlayın artık. Sizin arzu ettiğiniz Türkiye geçmişte kaldı. Bu coğrafyada artık yeni bir Türkiye var. Sözü dinlenen, mazlumlara kucak açan, bölgenin huzur ve güvenini sağlayan küresel bir güç.

ABD, PKK’nın uzantısı olan sözde YPG’nin üst düzey yöneticilerine de bazı sözler verirken aynı akıl tutulmasını yaşamakta. Sormazlar mı: Kimin topraklarının üzerinde kimlere söz veriyorsunuz? Suriye’de oyuncu olmaya devam edecekmişsiniz. Afganistan’da baş oyuncuydunuz. Afganistan’dan bırakın çekilmeyi, adeta kaçtınız. Dünya literatüründe yeni bir çekilme planı ortaya koydunuz. Kaçış planı adı altında insanları uçakların kanadında taşıyarak çekilme stratejiniz dip yaptı.

ABD Irak’ta nasıl kaybettiyse, Afganistan’dan nasıl kaçtıysa, Suriye’den de besleyip büyüttüğü terör örgütleri ile birlikte kovulacaktır. Çünkü dünyada barışa ve özgürlüğe hizmet etmeyen bir sistem artık yok olmaya mahkumdur.

Bırakın artık bu bölgede yaşayan halk kendi kaderini kendisi tayin etsin. Bu coğrafyadaki halk bugüne kadar yaşattıklarınızı hak etmiyor. Bu coğrafyada yaşamak kaderse, bu halk kendi kaderini kendisi belirleyecektir.

Sonuç olarak; ABD artık güven vermeyen bir devlet olarak tüm coğrafyalarda kabul görmüş durumda.

Suriye’yi paramparça hale getirmiş, Irak siyasi olarak bölünmüş, Libya parçalanmış, Yemen ikiye bölünmüş, Afganistan yönetilemez hale gelmiş, Kafkaslar’da varlığını yitirmiş, Ege’de, Akdeniz’de, Balkanlar’da Türkiye’ye hasmane politikalar gütmeye başlamış, terör örgütlerinden medet uman ve barıştan yana da olmayan bir ABD artık her alanda ve her yerde kaybetmeye mahkumdur. Er ya da geç kaybedecektir.

Türkiye’nin gücü ve kapasitesi, bağımsız siyaset izlemeye ve bunu sahada hayata geçirmeye yeterlidir. Barış ve özgürlükler noktasında masada ve sahada olayların gidişatını değiştirmek üzere tüm imkanlarını seferber etmeye hazırdır.