Stratejik Düşünce Enstitüsü’nde 5 Ağustos "Keşmir Sömürge Günü"ne ithafen “Jammu & Keşmir Anlaşmazlığı ve Çözüm Arayışları” başlıklı panel düzenlendi.
Moderatörlüğünü SDE Başkan Yardımcı Alper Tan’ın yaptığı panelde konuşmacılar arasında Pakistan Türkiye Büyükelçisi Yusuf Cüneyd, SDAV Başkanı Sinan Tavukcu, SDE Başkanı Tümg.(E) Doç. Dr. Güray Alpar, SDE İç Politika ve Hukuk Koordinatörü Prof. Dr. Tevfik Erdem ve SDE Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika Uzmanı Dr. Gökberk Durmaz konuşmacılar arasındaydı.
Panelin ilk konuşmacısı SDAV Başkanı Sinan Tavukcu, konu hakkında değerlendirmelerde bulundu. Keşmir’in coğrafi özellikleri ve tarihi hakkında bilgiler veren Tavukcu, “Jammu ve Keşmir”in 1947 yılındaki bölünmeden önce, Pakistan ve Çin tarafında kalan bölgeler de dâhil bütün Keşmir coğrafyasının adı iken, bugün Keşmir’in Hindistan tarafında kalan kısmını ifade ettiğini dile getirdi.
Tavukcu, Hindistan-Pakistan ayrışması konusuna değinerek İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere’nin, 1740’dan beri sömürgesi altında tuttuğu Hindistan’dan çekilmeye karar verdiğini ve Hindistan’da mevcut 500’ün üzerindeki prensliğin nereye bağlanacağını belirlemek üzere, 3 Haziran 1947 tarihli bir "Bölünme Planı" hazırladığını aktardı. Bölünme öncesi bütün Hindistan’daki nüfusun %25’ini Müslümanların teşkil ettiğini söyleyen Tavukcu, 15 Ağustos 1947’de yapılan anlaşmaya göre Müslümanların çoğunlukta olduğu bölgelerin Pakistan’ı oluşturacağını, diğer bölgelerin Hindistan’a kalacağını, Prensliklerin ise iki devletten birine katılma hususunda serbest bırakıldıklarını ve üç eyalet dışında diğer prensliklerin ise tercihlerini yaptıklarını dinleyicilerle paylaştı.
Haydarabad, Cunagarh ve Keşmir için istisnai bir uygulama yapıldığını ifade eden Tavukcu, nüfusun çoğunluğunu Hinduların oluşturduğu ama Müslüman prensler tarafından yönetilen Haydarabad ve Cunagrah eyaletleri prenslerinin Pakistan’a katılma eğilimi gösterince Hindistan’ın, halk çoğunluğunun Hindu olduğu gerekçesiyle müdahale ederek bu iki eyaleti kendisine bağladığını da dile getirdi.
Keşmir krizinin doğuşu hakkında da bilgiler veren Tavukcu, 1941 yılında yapılan sayıma göre, Cammû-Keşmir Mihraceliği’nin nüfusunun 4.021.616 olduğunu, nüfusun 3 milyonunu Müslümanların, 809.000’unu ise Hinduların teşkil ettiğini söylerken Maharaca Harri Singh’in, Müslüman çoğunluğun Pakistan’a bağlanma taleplerini kabul etmediğini, İngiliz bölünme planına göre nüfus çoğunluğu dikkate alınarak Keşmir’in de Pakistan’a katılmasının gerektiğini ifade etti.
Jammu ve Keşmir’in coğrafi konumunun, Pencap’a giden nehirlerin buradan doğuyor olmasının, müşterek sınır hattının uzunluğunun, din, dil ve kültür yakınlığının bölgenin Pakistan’a katılması için diğer yeterli sebeplerden bazıları olduğunu dile getiren Tavukcu, plesibit kararı ve dönemlere göre Hindistan Hükümeti’nin Keşmir’e karşı tutumu gibi konular hakkında da bilgiler verdi.
Oturumun bir diğer konuşmacısı SDE İç Politika ve Hukuk Koordinatörü Prof. Dr. Tevfik Erdem ise olayı ilk olarak mikrososyolojik açıdan coğrafi kısıtlanmışlık, sınırlandırılmışlık ve sosyal dışlanma üzerinden değerlendirirken, ikinci olarak da makrososyolojik açıdan self-determinasyon ve milliyetçilik meselesi üzerinden değerlendirdi.
Hindutva ve Hint milliyetçiliğini ele alarak konu üzerinde değerlendirmelerde bulunan Erdem, Hindutva ya da Hint milliyetçiliğinin ötekiyle olan ilişkisinde ötekine çok fazla değer vermeyen, dışlayıcı ve küçümseyici bir tarzı içerdiğini, bunun ise İsrail’in Filistin üzerinde uyguladığı ayrıştırıcı, dışlayıcı politikaları hatırlattığını, bu noktada ne Doğu Türkistan’ın, ne İsrail’deki Filistinlilerin pozisyonunun, ne de Keşmir’deki Müslümanların pozisyonunun birbirinden farklı olmadığını dile getirdi.
“Ötekini muhatap alacağınız bir özne olarak görmediğiniz yani nesneleştirdiğiniz zaman, sorunu giderek daha fazla çözümsüz hale getiriyorsunuz. Çünkü onu bir muhatap olarak kabul etmiyorsunuz. Burada esas olan şey ötekini bir muhatap olarak kabul etmek ancak bu self-determinasyon taleplerinin ya da uygulanmasının Hindistan tarafından kabul edilmemesi, ötekine verilen değeri ya da değersizliğin ne olduğunu bize gösteriyor. Dolayısıyla bu bir taraftan self-determinasyon problemi, diğer taraftan hindutva olarak tanımlayacağımız Hint milliyetçiliğinin pek de çözmek istemediği bir problem.” diyen Erdem, insanların değiştiremeyecekleri, çözemeyecekleri bir askeri yapıyla, baskıyla karşı karşıya kaldıklarında farklı tepkiler verebileceklerini ifade ederken bunlardan birincisinin sosyal psikolojide bildiğimiz ‘öğrenilmiş acziyet’ denilen kavram olduğunu ancak aynı zamanda paradoksal bir biçimde giderek daha fazla politize olmuş, aktivist hale dönüşmeye başlayan insanların görülebileceğini dile getirdi.
Bu durumun bizi aslında Keşmir’de olduğu gibi Filistin’de de benzer bir durumla baş başa bıraktığını söyleyen Erdem, çözümün daha fazla demokrasi, daha fazla açılımdan geçmesinin mümkün olduğunu da sözlerine ekledi.
Panelin bir diğer konuşmacısı SDE Başkanı Tümg.(E) Doç. Dr. Güray Alpar, konu hakkında dinleyicilere bilgiler verdi. Askeri açıdan değerlendirme yapılabilmesi için ilk önce siyasi alanda disiplinli bir araştırma yapılmasının gerektiğini ifade eden Alpar, “Çünkü bir yerde gerçek bir değerlendirme yapamıyorsanız o alanda da askeri olarak bir sonuca ulaşamazsınız.” dedi.
1947 yılında bağımsız olan Hindistan’ın o bölgedeki tüm zenginlikleri kendi himayesine aldığını ve Pakistan’ı dışladığını söyleyen Alpar, Keşmir’in yaratılmış bir sorun olduğunu aynı örneğin Durand hattında da görüldüğünü ifade edip ‘Kenar Kuşak’ teorisine de değinerek “Kenar Kuşak gibi teorileri önce oturup üretiyorlar daha sonra biz de sonuçlarını görüyoruz. Her üretilen teori inanın bize büyük bir bela, büyük bir musibet olarak da geri dönüyor. Bugün bile Ukrayna’daki, Doğu Avrupa’daki olaylar, Türkiye’de, Suriye’de olanlar, Irak, Pakistan, Afganistan’da olanlar hepsi bunun sonucu.” dedi.
Hindistan’ın İndus Nehri’ni hem Çin’e karşı kullanması hem de güneyde Pakistan’a karşı kullanması sorununu dile getiren Alpar, “Nasıl kullanıyor? Su olmayan mevsimde iyice suyu kesiyor, su olan mevsimde de bütün suyu bu bölgeye veriyor.” dedi.
Konuşmasında Yasadışı Hint İşgalindeki Jammu ve Keşmir'den dünyadaki en yoğun şekilde militarize olmuş bölge olarak bahseden Alpar, Hindistan güvenlik güçleri tarafından bölgede işlenen zulmün ve Keşmir halkının kendi kararını tayin etme temel hakkının reddinin Hindistan'ın emperyalist emellerini tasvir ettiğini de sözlerine ekledi.
Panelin konuşmacılarından Dr. Gökberk Durmaz ise Keşmir sorununun Hindistan, Pakistan ve Çini ilgilendiren bir sorun gibi gözükse de Batılı güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda Asya coğrafyasını dizayn etmeye çalıştığını ve bu çalışmalar sırasında herhangi bir etik ilke baz alınmadığını söylerken Batılı devletlerin bu yaptırımı sonucunda toplumların birbiri ile anlaşmazlık içerisine düşürüldüğünü, toplumların ekonomik dengeleri altüst edildiğini ve ulusal egemenliklerinin ellerinden alındığını veya kendi geleceklerine karar verme haklarının ellerinden alındığını ifade etti.
Keşmir sorununun yerel bir sorun değil küresel siyasetin ekseninde, manipüleye çok elverişli bir global sorun olduğunu söyleyen Durmaz, Keşmir’in sadece kendisinin değil çevresinin de bir kriz alanı olarak nitelendirilmeye çalışıldığını, sadece bir kriz alanı değil, Keşmir üzerinden Asya’nın nitelendirilmeye çalışıldığını ifade ederek Keşmir sorununun çözümünün ise bölge halkının vereceği karar olduğunu ifade etti.
“Hindistan, 5 Ağustos 2019'da Yasadışı Hint İşgalindeki Jammu ve Keşmir'e yüzbinlerce Hint askeri göndererek bölgedeki yasadı işgalini sürdürmek için tek taraflı ve yasadışı bir şekilde harekete geçtiğinde, Keşmirlilerin çektiği acılar destanına yeni bir bölüm eklendi. Bunu, Keşmirlilerin temel hak ve özgürlüklerine getirilen eşi benzeri görülmemiş derecede gaddar kısıtlamalar izledi.” diyen Pakistan Türkiye Büyükelçisi Dr. Yusuf Cüneyd, birkaç gün içerisinde dünyanın Hindistan'ın yasadışı ve tek taraflı eylemlerinden bu yana tam dört yıl geçtiğini takvimlere işaretleyeceğini dinleyicilere hatırlattı.
Şimdiye kadar Hindistan’ın, Keşmirli kimliğini ortadan kaldırmak için Keşmirli olmayan yerleşimcilere 4.2 milyondan fazla yasadışı ikamet belgesi verdiğini söyleyen Cüneyd, bu eylemlerin Birleşmiş Milletler Kuruluş Sözleşmesi, 4. Cenevre Sözleşmesi ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına aykırı olduğunu dile getirdi.
“Milyonlarca insan soykırım yoluyla yok edilme tehdidi ile karşı karşıya kaldığında rahat rahat yüzümüzü çeviremeyiz. Ben bu iddiada, Pakistan Büyükelçisi olarak bulunmuyorum. Aksine, Soykırım İzleme gibi bağımsız gözlemci kuruluşlar bazı uyarılar yayınladı. Birçok insan hakları ve insani yardım kuruluşları, Yasadışı Hint İşgalindeki Jammu ve Keşmir'deki insan hakları ihlallerini kapsamlı bir şekilde belgelemiştir.” diyen Cüneyd, Hindistan'ın Keşmirlilerin kendi kaderini tayin hakkını reddetmesinin uluslararası topluma yapılan bir hakaret olduğunu söylerek Jammu ve Keşmir anlaşmazlığına ilişkin sayısız Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararında temsil edilen şeyin uluslararası toplumun iradesi olduğunu ayrıca, Hindistan'ın Yasadışı Hint İşgalindeki Jammu ve Keşmir'de işlediği insan hakları ihlallerinin, insanlığın ortak vicdanına meydan okuduğunu ifade etti ve “İnsan hakları evrenseldir ve hiçbir ülkenin iç meselesi olamaz.” dedi.
Jammu ve Keşmir anlaşmazlığının uluslararası meşruiyet ilkesi gereği barışçıl bir şekilde çözüme kavuşturulmasının zorunlu olduğunu belirten Cüneyd, Pakistan’ın, bölgede kalıcı barış, güvenlik ve kalkınmanın, uzun süredir devam eden Keşmir anlaşmazlığının ilgili Birleşmiş Milletler kararlarına ve Keşmirlilerin özlemlerine uygun olarak barışçıl bir şekilde çözümüne bağlı olduğuna inandığını söyleyerek “5 Ağustos’taki Hindistan eylemleri açıkça barış karşıtıydı ve ortamı bozdu. Bu nedenle, iki ülke arasında anlamlı ve sonuç odaklı bir diyalog için yeniden elverişli bir ortam yaratma sorumluluğu Hindistan'dadır.” dedi.
“Bir Millet - İki Devlet" kardeş Pakistan-Türkiye ilişkisini en iyi tarif edebilecek olan tanımdır.” diyen Cüneyd, bu ilişkinin, zamanın ve coğrafyanın sınırlarını aşan, kalpten kalbe bir ilişki olduğunu söyleyerek Pakistan ve Türkiye halkları arasındaki kardeşçe ilişkilerin yüzyıllar öncesine dayandığını ve büyük coğrafi mesafeleri aşan ortak bir dinsel, kültürel, dilsel ve manevi mirasa gömülü olduğunu, her iki ülkenin de bölgesel ve uluslararası konularda benzer bir görüş açısına sahip odluğunu ve ikili, bölgesel ve çok taraflı forumlarda yakın iş birliği yaptıklarını aktardı.
“Keşmirlilerle dayanışmamızı ifade etmek için burada toplanmışken, Keşmirlilerle gösterilmiş olan hiçbir dayanışma ifadesi, aşağıdakileri yapmadığımız sürece tamamlanmış sayılmaz.” diyen Cüneyd, bunları ise şöyle sıraladı:
-Onların temel hak ve özgürlüklerinin Hint İşgal Güçleri tarafından her gün ihlal edilmemesini sağlamak;
- Uluslararası toplumun onlara karşı vazgeçilmez kendi kaderini tayin hakkı vaadini gerçekleştirmek.
Pakistan Türkiye Büyükelçisi Dr. Yusuf Cüneyd, "En büyük trajedi, kötü insanların zulmü ve acımasızlığı değil, iyi insanların buna sessiz kalmasıdır. Şimdi taraf tutmamızın zamanıdır.” diyerek bitirdi.