Uluslararası “Gençlerin Gözüyle: Geçmişten Geleceğe Balkanlar” Kongresi 1. Gün 3. Oturum

Stratejik Düşünce Enstitüsü’nde Uluslararası “Gençlerin Gözüyle: Geçmişten Geleceğe Balkanlar” Kongresi’nin kapsamında üçüncü oturum düzenlendi.

  1. Anasayfa /
  2. Tüm Faaliyetler
  3. /
  4. Kongre
SDE Editör | 08 Aralık 2022
h4 { font-size: 24px !important; } Print Friendly and PDF

Stratejik Düşünce Enstitüsü’nde Uluslararası “Gençlerin Gözüyle: Geçmişten Geleceğe Balkanlar” Kongresi’nin birinci gününde çeşitli başlıklarda gençlerin gözüyle bölgenin değerlendirmesinin yapıldığı üçüncü oturum gerçekleştirildi. Moderatorlüğünü Gazi Üniversitesi'nden Prof. Dr. Ayten Koç Aydın'ın yaptığı oturumda bölgeyle ilgili bir çok konu masaya yatırıldı.

Oturumun ilk konuşmacısı olarak Sümeyra Yılmaz "Göç Sosyolojisi Bağlamında Balkan Göçmenlerinin Kültürü" üzerine konuşmasını gerçekleştirdi. Balkan coğrafyasının, Türkiye için daima önemli bir coğrafya olduğunu söyleyen Yılmaz, bu önemin Balkanlar bölgesindeki Türk ve Müslüman nüfusla kendini gösterdiğini belirtti. Zaman içinde gerçekleşen çeşitli göçlerin de Türkiye'deki Balkan nüfusunu meydana getirdiğini aktardı. Yılmaz, bu hususta Türkiye'deki Balkan nüfusu ve Balkanların coğrafi konumunun Türkiye politikalarını etkilediğini vurgulayarak Balkan coğrafyasının, Osmanlı Devleti'nin yaklaşık 500 yıl boyunca yayılma alanı içinde yer aldığını söyledi. 17. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı'dan kopmaya başlayan Balkanların, farklı zaman dilimlerinde isyanlar yaparak bir Balkan Milliyetçiliği oluşturma çabasına girdiklerini anlatan Yılmaz, İkinci Balkan Savaşı sonrasında ise Osmanlı'nın Balkan sınırlarının bugünkü halini aldığını anlattı. Yılmaz, Balkanların, Osmanlı Devleti'nden ayrılıp milliyetçi bir kimliğe bürümek istediklerini fakat 500 yıl boyunca Osmanlı Devleti'yle aynı bayrak altında yaşayan Balkanlar için bunun pek mümkün olmadığını söyledi.

Balkan dillerinin Türk dilinden etkilendiğini ve birçok Türkçe kelimelerin dillerine girdiğini söyleyen Yılmaz, dillerde kullanılan ifadelerin, halen Türk ve Balkan milletlerinin iç içe olduğunu gösterdiğini ifade etti. Aynı şekilde Türk kültüründe çokça yer edinen, Vardar Ovası, Estergon Kalesi ve Maya Dağ'dan Kalkan Kazlar gibi isimlerin Türklerin türkülerinde kullanmaları da Balkanlar’ın Türkleri ne derece etkilediklerinin önemli bir göstergesi olduğunu belirtti. Yılmaz, Balkan Göçmenlerinin Türkiye'deki mahalle ve sokak isimlerinden mezar taşlarına olan etkileri, kıyafet seçimleri, özel gün gelenekleri ve şarkıları kültür aktarımı bağlamında ele alarak, önemli değerlendirmelerde bulundu.

Balkanlarda Türkler; Bulgaristan’daki Azınlık Müslüman-Türkler

Oturumun bir diğer konuşmacısı Aleyna Yücel de konuşmasına Balkanlar’daki Kavimler göçü, Hunlar, Uz Türkleri, Avarlar’dan oluşan çeşitli etnik kökenlerin, Yunan, Pers, Roma ve Osmanlı İmparatorluklarının sürekli saldırı ve işgal ve Çirmen Zaferiyle oluşmaya başlayan Türk hakimiyetiyle gerçekleşen ilk izlerden bahsederek başladı. 1877-1878 yıllarında 3.500.000 civarı olan Tuna Doğu Velayeti nufüsunun 1.600.000 kadar Müslüman Türk barındırdığını söyleyen Yücel, Rusların Panslavizm politikaları, Fransız Devrimi’nin sebep olduğu milliyetçilik akımları ve azınlık isyanları etkisiyle kaybedilen 93 Harbi ve Tersane Konferansı sonra savaşın yeniden patlak vermesi gibi sebeplerle büyük göç dalgalarının başladığını belirtti.

Yücel, 19. Yüzyıl itibariyle Osmanlı İmparatorluğu Balkan topraklarını bir bir kaybetmeye başladığını, bağımsızlığını kazanan Balkan devletlerinin Türkleri ve diğer Müslümanları (Arnavutlar, Tatarlar, Boşnaklar) göçe zorlamalarıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından mübadeleler ile Balkanlardaki Türklerin bir kısmının Türkiye’ye getirildiğini belirtti. SSCB desteğiyle 1944 yılında Bulgaristan Komunist Parti'sinin iktidara gelmesiyle dengenin değiştiğini söyleyen Yücel, Türklere ve Müslümanlara uygulanan asimilasyon hareketleri ve baskıların sonucunda 360.000 kişinin hayatını arkada bırakarak göç etmesine sebep olduğunu vurguladı.

Bulgaristan’da Milliyetçi Hareketlerin Tekelindeki Göç Hareketleri

Bir diğer konuşmacı olan Nizam Ahmet Orhan ise oturuma online olarak katılım sağlayarak önemli değerlendirmelerde bulundu. Orhan, Bulgar Milliyetçiliğinin Temellerini Aziz Paisii Hilendarski’nin eseri İstoriya Slavyanobalgarska (Slav-Bulgar Tarihi), Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan Bulgarlara gazete ve dergilerin yayılması ile Ortodoks Kilisesinin Kurulması olarak nitelendirdi. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı ve 1912-1913 Balkan Savaşları ve Bulgaristan’ın Sınırlarının Genişlemesi ile bu milliyetçiliğin artmasına ve bu hususta o topraklarda farklı milletlerin göç etmelerine sebep olduğunu belirtti. Bunları da Birinci Göç Dalgası Dönemi (1923-1949), İkinci Göç Dalgası Dönemi (1950-1951) ve Üçüncü Göç Dalgası Dönemi (1969-1978) olmak üzere üç gruba ayırarak ele aldı.

Bakıldığında Türk sosyal hayatında göç olgusunun özel bir önemi olduğunu ve bunun Türklerin yerleşik hayata geçmeden önce yıllar boyunca konargöçer bir halde yaşamış olmasına bağlayan Orhan, göçün bundan dolayı pek çok alanda Türkler için belirleyici bir faktör haline geldiğini belirtti. Beş yüz seneyi aşan bir süre balkanlarda varlığını sürdüren Türklerin, Osmanlı İmparatorluğunun gücünü kaybetmesi ve milliyetçiliğin giderek Balkanlar’da etkisini göstermesiyle beraber çeşitli asimilasyonlara zorlandığını söyledi. Bulgarların Türk mezarlarındaki isimleri Bulgarca yapması, Türklerin isimlerini Bulgarca isimlerle değiştirmesi bunun en büyük örneği olduğunu söyleyen Orhan, 19. yüzyılda yaşanan bu mezalimi tarihteki en ağır dramlardan birisi olarak nitelendirdi. Orhan, Balkan mezaliminin uzun bir süreçte ve planlı bir şekilde yapılarak Müslüman Türkleri yok etmeyi ve sindirmeyi amaçladığını belirterek yaşanan insanlık dışı bu mezalim sonucunda Türkler'in Balkan topraklarını terk etmeye başladığını söyledi.

Türkiye’nin Sınırsız Komşusu Sırbistan Politikası

Oturumun bir başka konuşmacısı Sümeyye Büşra Avcı ise Sırbistan Ve Osmanlı İlişkilerini anlatarak konuşmasına başladı. Balkanların, Osmanlı İmparatorluğu’nun Türkiye Cumhuriyeti’ne bıraktığı bir miras olduğunu söyleyen Avcı, Osmanlı İmparatorluğunun, Sırbistan topraklarına hakim olduğu andan itibaren Müslüman Türk halkını orada iskan ettirerek Türk kültürünü Sırp halkına tanıttığını belirtti.

Avcı, İki milletin yıllarca birlikte yaşadığını ve Sırbistan’ın, Osmanlı topraklarından ayrıldıktan sonra da ilişkilerinin kopmadığını vurguladı. Süreç boyunca İki ülke arasında evlilikler gerçekleştiğini; bu evliliklerin bazen siyasi nedenlere dayandırılırken bazen de Sırpların Osmanlıların saldırılarını engelleme çalışmasına dayandırıldığını belirtti. Osmanlı İmparatorluğu’ndan sonra Türkiye Cumhuriyeti'nin de Sırbistan ile arasındaki ilişkilere önem verdiğini söyleyen Avcı, bu bağlamda Sırbistan’da mimari, askeri, siyasi, kültürel, ekonomik alanlarda projeler yaptığını söyledi. Bunlarla birlikte Türkiye’nin kamu diplomasisi alanındaki projelerinei artırmaya devam ettiğini de vurguladı.

Geçmişten Günümüze Türk-Macar İlişkileri

Ömer Cihan Şan da son konuşmacısı olarak Türk-Macar İlişkileri üzerine önemli değerlendirmlerde bulundu. Tarih boyunca Türk ve Macar devletlerinin birçok anlamda etkileşimde bulunduklarını belirterek geçmişten günümüze Türk-Macar ilişkilerinin değerlendirilmesi hususunda, bu iki milletin tarihi, politik, diplomatik, ticari ve kültürel açıdan ayrıntılı incelenmesi bakımından önem arz ettiğini vurguladı. Bu kapsamda Türk-Macar ilişkilerinin tarihini ele alan Şan, 2010 yılı itibariyle hükümeti devralan Macaristan Başbakanı Viktor Orban yönetiminde ilişkilerin hangi konseptlerde geliştiğinin ölçümünü yapmak ve mevcut siyasi arenada bu iki devletin ilişkilerinin nasıl bir öneme sahip olduğuna ışık tutmayı hedeflediğini belirtti. Şan, devletlerin hükümetleri ve siyasetleri hakkında akademik çalışmalar ve haberler ışığında değerlendirmelerde bulunarak ticari, kültürel ve eğitim alanlarında da resmi kurumların sunduğu sayısal verilerden yararlanarak çıkarımlarda bulundu.

Şan, yapmış olduğu değerlendirmeler ve çıkarımlar sonucunda iki devletin ilişkilerinin geliştirilmesi hususunda adımlar atılması gerektiğini ve Macaristan'ın bu hususta Türkiye ile ilişkileri geliştirmek istediğini, çünkü Macar kökenleri Orta Asya'dan olduğunu belirtti. Bu hususta Macaristan’ın Türk Devletleri Teşkilatı’nda gözlemci statüsünde yer aldığını vurguladı. Türkiye’nin de bu anlamda kurumları ve kültürel değişimi ile 2014 yılında Macaristan'da Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı’nın (TİKA), şubesinin açılmasıyla Macaristan'ın restorasyonunda Macar hükümeti ile işbirliği yaptığını söyledi. Bir diğer önemli kurumun da Yunus Emre Enstitüsü (YEI) olduğunu belirten Şan, bu enstitünün de 2013 yılında Macaristan'da şubesini açtığını ve faaliyetleri yürüttüğünü açıkladı. Macaristan'ın da bu kapsamda adımları olduğunu bildiren Şan, Balassi Enstitüsü’nün, Yunus Emre Enstitüsü gibi hizmet verdiğini belirtti.

Tüm hakları SDE'ye aittir.
Yazılım & Tasarım OMEDYA