Stratejik Düşünce Enstitüsü’nde Uluslararası “Gençlerin Gözüyle: Geçmişten Geleceğe Balkanlar” Kongresi’nin birinci gününde çeşitli başlıklarda gençlerin gözüyle bölgenin değerlendirmesinin yapıldığı dördüncü oturum gerçekleştirildi. Moderatorlüğünü Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi'nden Prof. Dr. Bahar Güneş'in yaptığı oturumlarda bölgeyle ilgili bir çok konu masaya yatırıldı.
Oturumun ilk konuşmacısı olan Arlinda İsmani konuşmasını Arnavutça Kur’ân Meâlleri - Şerif Ahmeti Örneği üzerine gerçekleştirdi. Arnavutça dilinde yapılan Kur’ân çalışmaları hakkında bilgi veren İsmani, Arnavutça Kur’ân çalışmalarının Arnavut tarihinin oldukça geç bir aşamasında ortaya çıktığı için bu gecikmenin nedenleri üzerinde durdu. İsmani, Arnavutça Kur’ân çalışmalarını Arnavutça Kısmi Meâl Çalışmaları ve Tam Meâl Çalışmaları şeklinde iki grubta ele alarak değerlendirmelerde bulundu. Arnavutlar arasında ilk defa Kur’ân meâli üzerinde çalışmalar yapmış bulunan ilim adamının Naim Frashëri olduğunu söyleyen İsmani, daha sonra İslam teologlarının da Kur’ân çalışmalarına giriştiklerini ve Hafiz Ali Korça’nın da bunlardan biri olduğunu belirtti. İsmani, Kur’ân'ın Arnavutça'ya ilk çevirisinin 1985'te Priştine'de yayınlandığını ve Arapça profesörü olan Feti Mehdiu tarafından çevrildiğini söyledi.
Kur’ân’ın tam meâlinin 1988 yılında Prof. Hasan İ. Nahi tarafından “Kur’âni i Madhëruar” (Yüce Kur’ân) ismiyle çevrildiğini, bundan sonra aynı sene Şerif Ahmeti’nin tercümesinin de basıldığını söyleyen İsmani, 1990 yılında Arnavutça’ya Kur’ân’ın dördüncü çevirisi yapıldığını belirtti. İlk üç tercümeden farklı olarak ister çevirisini yapanlar bakımından ister yayın bakımından, bu sefer Kur’ân’ın Arnavutçaya tercümesini Pakistanlı Albanoloji araştırmacısı olan Muhammed Zakaria Khan tarafından, “Kur’âni i Shenjtë, Përkthim e Komentim” (Yüce Kur’ân, Tercüme ve Yorum) ismiyle bir tercüme yapıldığını da ekledi. Arnavutça Kur’ân meâli çalışmaları öncelikle Arapçaya verilen değerden dolayı geç dönemlerde yapılan kısmı meâllerle ortaya çıktığını söyledi. Bu hususta İsmani, tam meâl çalışmalarına bakıldığında iki tane Arnavutça meâl çalışması yapılmış olmasına rağmen onların el yazması olarak bugüne gelemediğini belirtti.
Devlet Dışı Silahlı Grupların Uluslararası Politikaya Etkisi: Halkın Mücahidleri Örgütünün İran-Arnavutluk İlişkilerinin Bozulmasındaki Rolü
Bir diğer konuşmacı ise online olarak oturuma katılım sağlayan Murat Cangül’de önemli değerlendirmelerde bulundu. 1979 İran İslam devrimine giden süreçte mollalar ile birlikte monarşi karşıtı olarak faaliyet gösteren Halkın mücahidleri örgütünün, devrim sonrası süreçte iktidar mücadelesine giriştiğini ve yeni rejime muhalif bir tavır almış olduğunu belirten Cangül, bu hususta örgütün yeni rejimin baskıları sebebiyle İran’ı terkettiğini ve Irak’a taşındıklarını belirtti. İran-Irak savaşı süresince Irak’ta Saddam emrinde düzenli ordu şeklinde olan Halkın Mücahidleri örgütü, Amerika’nın Irak’ı işgali sonrasında silahsızlandırılmış olduklarını da ekledi. 2000’li yıllarda örgütün araçları ve dilinin değiştiğini söyleyen Cangül, suikastler ve terör eylemleri yapan bir örgütten ziyade daha demokrasi ve insan hakları söylemlerinin ön plana çıktığını ekledi.
Cangül bu süreçte uluslararası olarak terör örgütü algısı kırılmak istendiğini, ABD ve AB ile terör örgütü listelerinden çıkartılması için temaslara başlandığını da ekledi. AB'nin 2009 yılında, ABD'nin ise 2012 yılında örgütü listeden çıkardığını ifade eden Cangül, 2016 yılında ise bu örgütün Amerika tarafından Arnavutluk’a taşındığını belirtti. Cangül çalışması ile Halkın Mücahidleri örgütünün İran-Arnavutluk ilişkilerine etkisi üzerinde durarak değerlendirmelerde bulundu. Bununla birlikte vekil örgütlerin ülkeler arası krizlere etkisi bağlamında da önemli açıklamalarda bulundu.
Söylemlerin Krizlere ve Çözümlere Dönüşümü: Makedonya Adlandırma Sorunu
Bir başka konuşmacı olan Beyza Nur Özdemir ise Kopenhag Okulu kapsamında güvenlik ve söylem ilişkisi ile konuşmasına başlayarak önemli değerlendirmelerde bulundu. Soğuk Savaş sonrası yeni gelişmeler ışığında güvenlik gündeminde klasik faktörlerin dışında yer alan meselelerin ele alındığını vurgulayan Özdemir, bu durumun Balkanlarda karşımıza tarih, değer ve sembollerin farklı yorumlanması ile bir kriz çıkardığını belirtti. Özdemir bu hususta, Soğuk Savaş sonrası Balkanlarda karşılaştığımız sorunlardan birisinin de Makedonya Adlandırma Sorunu olduğunu ifade etti. Makedonya Adlandırma Sorununun taraflarının şimdiki adıyla Kuzey Makedonya Cumhuriyeti ve Yunanistan olduğunu ekledi.
Sorunun başlangıcının Yunanistan’ın, Makedonya adının başka ülkeler tarafından kullanılmaması gerektiğine olan inancından kaynaklandığını bildiren Özdemir, Yunanistan'ın kendi tarihi, milli ve kültürel değerlerine zarar vereceği düşüncesi ile böyle düşünürken süregelen yıllar içerisinde söylemler ve atılan adımların karşılıklı olarak güvenlikleştirildiğini anlattı. Prespa Anlaşması’na gidilen yolda ise bu söylemler karşılıklı olarak meseleyi güvenlik ajandalarından çıkarmaya dayalı olduğunu da belirten Özdemir, Makedonya Adlandırma Sorununun tarihçesine dayanarak açıkladı. Son olarak Yunanistan’ın söylemleri ile adeta geçmişten tehditler çıkarmasının bölgesel krizlere etkileri üzerine bir değerlendirmede de bulundu.
Dayton Barış Anlaşması,Hırvatistan ve Bosna Hersek Arasında Sınır Anlaşmazlıkları
Oturumun diğer konuşmacılarından olan Gürayhan Alpar da ana konusuna geçmeden önce olayı tarihsel olarak ele alarak değerlendirdi. Yugoslavya’nın dağılmasının ardından üç yıl süren Bosna Savaşı’nın 1995'te imzalanan Dayton Antlaşması ile sona ermesiyle ülkede barışı uygulayacak Barış Uygulama Konseyi adı altında uluslararası bir konsey kurulduğunu söyleyen Alpar, konsey tarafından kurulan Bosna-Hersek Yüksek Temsilciliği;'nin cumhurbaşkanını görevden alma dâhil birçok yetkiyle donatıldığını ve ayrıca üçlü cumhurbaşkanlığı ile ülkedeki üç etnik grubun temsil edilmesinin sağlandığını açıkladı. Dayton Antlaşması’nın, Avrupalı Devletlerin fikri olarak ortaya çıktığını vurgulayan Alpar, Bosna-Hersek için bu anlaşmanın ‘’Bir Deli Gömleği’’olarak ifade edilmiş olduğunu belirtti. Bununla birlikte NATO'nun barış antlaşmasında elçi olarak görev yapmasını sağlayan bir antlaşma olduğunu da söyleyen Alpar, bu anlaşmanın aynı zamanda Yugoslavya'nın dağılmasına ve Avrupa'da iki tane devletin ortaya çıkmasına sebep olduğunu da bildirdi.
Alpar, temel sebebin; Hırvatistan’ın kendisine ait Dubrovnik kentini ülkenin geri kalan kısmına kara yoluyla bağlamak istemesi, Hırvatistan’ın Neum kentinden Boğaz tarafına bir köprü inşa etmek istemesi ve Neum Şehrinde Yaşayan Hırvatların Sert ve Muhalif Tepkisi olduğunu açıkladı. Bu hususta, köprünün kurulmasının Hırvatistan’ın açık denizlere geçmesine kolaylık tanıyacağını ve ihracat istatistiğini yükseltebileceği ve aynı zamanda Hırvatistan’ın refahını arttırıp dış ilişkilerini güçlendirmesine fayda sağlayacağını da ekledi. Diğer yandan da köprünün kurulmasının Bosna-Hersek’in kara ülkesine dönüşmesi anlamına geldiğinden ekonomik anlamda Bosna-Hersek’e zarar vereceğini ve Bosna-Hersek’in içe kapanık bir ülke olması ile dış işlerinin zedelenmesine de sebep olacağını belirtti.
Pakistan'ın Bosna'daki İnsani Çabalarını Yeniden Keşfetmek; Geleceğin Yansıması Geçmişin Aynası
Oturumun son konuşmacısı ise Pakistan'dan Syed Hani Hussain Zaidi oldu. Bir ülkenin dış ilişkilerinin, jeopolitik arenada karşılıklı çıkarlara veya bir tür siyasi kazanıma dayandığına inanıldığını söyleyen Zaidi, bu ilişkilerin geçici olduğu düşüncesinin olduğunu ve ulusal çıkarlar adına daha etkin bir rol oynayacak yeni ortaklar bulma çabası içinde bir paradigma değişikliğinin ardından seyrini değiştirdiğini bildirdi. Egemen bir devletin dış politika yapmasının arkasındaki ana fikir, jeopolitik çıkarlarını farklı yollarla korumak olduğunu belirten Zaidi, bunlara ticaret ve yatırım, endüstriyel gelişme ve askeri gücün projeksiyonun da dahil olduğunu da ekledi. Bu durumda, ordunun yakın geçmişte büyük güçler tarafından bir araç olarak kullanılmış olabileceğini, ancak onların talihsizliklerinin sonuçlarının ev sahibi ülkenin yerel nüfusu için felaket olduğunun ortaya çıktığını vurguladı. Zaidi, bu müdahalelerin belirli siyasi hedeflere ulaşmak ve müdahale eden devletin jeopolitik ayak izini korumak (jeopolitik temellerine göre olması gerektiği gibi) anlamına geldiğini ancak yakın tarihte bu nihai gerçeği reddeden emsallerin de var olduğunu ekledi. Pakistan'ın Bosna savaşına müdahalesini de bu konuda bir emsal olarak değerlendirdi.
Pakistan’ın, kurulduğu günden bu yana Müslüman dünya ile samimi ilişkiler sürdürdüğünü belirten Zaidi, bu ilişkilerin kapsamının, haklarına yönelik diplomatik destekle sınırlı olmadığını söyledi. Pakistan'ın Bosna savaşına müdahalesinin de bu konuda bir örnek olarak değerlendirilebileceğini bildirdi. Zaidi, Bosna'nın durumunun oldukça farklı olmasına rağmen, o zaman bile Pakistan’ın, Sırplara karşı mücadelelerinde Bosnalı Müslümanlara insani ve askeri desteğini genişletmeyi başardığını anlattı. Pakistan'ın bölge dışı bir ülke olarak Bosna savaşındaki etkin rolünü, özellikle SSCB'nin dağılması ve Yugoslavya'nın dağılmasından sonra 1990'larda dış politikasının temellerini ve temel hedeflerini ele alarak önemli açıklamalarda bulundu. Zaidi, ayrıca Pakistan'ın bu konudaki ilkeli duruşu ve ulusal yaklaşımının, bu tür davalarda siyasi liderliğin aldığı zor kararlara karşı kamuoyu iradesini ve desteğini incelemenin, bu kararların gelecekte ağır koşullara yol açabileceği gerçeğine rağmen değerlendirdiğini de belirtti.
Diğer İçerikler