Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

Batı ya da Doğu, Hem Bir Kıtadır Hem de Bir Kafadır

Mehmet DOĞAN
30 Kasım 2022 10:53
A-
A+

Batı ya da Doğu yön tarifinin ötesinde kültürel bir zihindir.Bu zihin Batı kıtasını ve Doğu düzlemini aşarak sosyo-politik, sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik bilinç altı bir kimlik olduğu için salt bir coğrafya tarifi, batıyı ve doğuyu anlamlandırmaya yetmez… Ontolojik bir düşünmedir, tahayyüldür, muhayyeledir, felsefedir. Dolayısıyla, Batı ya da Doğu hem bir kıtadır, hem de bir kafadır. Doğu ve Batı, kavramsal zıtlığının başında yer alır. Doğu ve Batı’nın bazen bir gerçeklik, bazen bir yanılsama olarak ele alınması ise başka bir yazı konusu ve tartışma zeminidir.

Her uygarlık kendi Doğu’sunu ve Batı’sını yaratmıştır. Mısır, Mezopotamya, Roma, Yunan, Avrupa uygarlıkları kendi Doğu ve Batı’sını kuran uygarlıklardır. Akdeniz, Doğu-Batı ilişkilerinin ağırlık merkezidir. Doğu ve Batı’nın kuruluşuna dair geniş bilgiyi ilk defa Akdeniz medeniyetinden öğreniyoruz. Akdeniz’in özgün yapısı buraya gelip yerleşmiş her uygarlığa yeni rönesanslar kurma fırsatını vermiştir. Öyle ki Akdeniz havzasında hâkimiyet kuramayan hiçbir devlet, gücünü kalıcı hale getirememiştir. Bu coğrafyada Mısır, Minos, Hitit, Miken, Fenike, Hellen, Roma, Doğu Roma, Selçuklu ve Osmanlı gibi tarihinin akışına yön veren uygarlıklar kurulmuştur.

“Greklerin ahenkli güzelliği, Arapların yakıcı düşünce fantezileri, Haçlı Seferlerinin masalımsı çağı”, İskenderiye, Endülüs kültürü, felsefe, çeviri faaliyetleri ve ekonomik refah Akdeniz’in ayırdedici tarihidir. İlk yerleşim birimlerinde yön duygusu küçük alanlarda yiyecek temini, haberleşme, ulaşım gibi ihtiyaçları karşılamak için gelişmişti. Birbirinden bağımsız yaşayan bölgelerde dünyaya ait topyekûn bir bakış açısını yakalamak imkânsızdı. Ne zaman ki imparatorluklar hızla yayılma sürecine girdi, Doğu ve Batı’nın da sınırları genişlemeye başladı. İlk Doğu-Batı ayrımı, Batı’nın kendisinden gelmiştir. Batı’nın özellikle ‘Öteki’ni kendi aynasından üretme ihtiyacı bu ayrımı doğurmuştur.

Peki, Alem-i Garb/Batı Nedir?

Coğrafî lisanda yön bildiren ve Doğu’nun karşıtı anlamına gelmekte olan Batı kavramı, siyasî anlamı itibariyle Avrupa uygarlığını tanımlamaktadır. Batı kavramı, özellikle 19. ve 20. yüzyıldan sonra Avrupa anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Batı, zihinsel haritasını oluştururken daima kendisini öteki karşısında konumlandırmıştır. Siyasi açıdan Batı olarak adlandırdığımız, Avrupa olsa bile, bugün Batı yalnızca Avrupa değil, tüm Avrupa da Batı değildir.

Batı felsefesinin temel özü tarihin tek, evrensel, ilerlemeci, değişmeyen özellikleriyle bütün bir dünya tarihini ve uygarlıklarını Batının temsil ettiği manüpülasyonudur. Felsefeyle üretilen Batı’nın kadim amacını sayısız örnekler arasından en iyi şekilde açıklayan Aziz Augustinus: “Şimdilerde Hristiyanlık denen şey, insan türünün başlangıcından beri vardı; o denli eskiydi, ancak İsa ete büründüğünde, hakiki din haline geldi ve bu Hristiyanlık diye anılmaya başlandı.” demektedir. Aziz Augustinus’un altını çizdiği şey, dünyayı ikiye bölerek ve hiyerarşik parçalanmanın ardından kendi paradigmasına uygun yaratıcı, özgür, eleştirel ve rasyonel batı; tembel, itaatkar, tutsak ve despot doğu.

Daha felsefi bir tanımlamayla eril batı ve dişil doğu! Bu parametrelerin katkılarıyla kurulan Avrupa merkezci bakış açısının öngördüğü model Hristiyan Batı’nın Hristiyan olmayan dünya karşısında üstünlüğüdür.   Kavramsal anlamda Batı, Yunan, Roma ve Hristiyanlıktır… Bu üç etkiyi yaşamamış olanlar Avrupalı/Batılı olamayacaklardır… Bu üç etkiden doğma birikime, kültüre sahip olan insanlar hangi kıta üstünde yaşarlarsa yaşasınlar Avrupalı/Batılı sayılırlar. Batı kendi dışına, özellikle Doğu’ya hep bir oryantalist gözüyle bakmayı yeğlemiştir.

Şair Nazım Hikmet’in şiirindeki anlatım, oryantalizmi gayet şık ve şiirsel tanımlamaktadır… “Tevekkül! kısmet! kafes, han, kervan şadırvan! gümüş tepsilerde rakseden sultan! mihrace, padişah, bin bir yaşında bir şah. minarelerde sallanıyor sedef nalınlar, burunları kınalı kadınlar ayaklarıyla gergef dokuyor. rüzgarlarda yeşil sarıklı imamlar ezan okuyor!” işte frenk şairinin gördüğü şark!”

Batının oryantalist bakış açısı içinde ne dün ne bugün ne de yarın farklı bir şark olmayacaktır. Bir Alman ve bir Fransız, kendi içinde ayrı kimliklerdir ve ayrıdırlar; ama bu ikisi ortak Avrupa tarihinde “Ben-Sen” diyalektiğini oluştururlar ve “Biz” sentezi meydana getirirler. “Biz”, kendisinden olmayana, yani Doğuluya “Sen” demez; “O” ya da “Onlar” der. Bundan dolayıdır ki “Onları” kendisinin birleştiği “Biz”in karşısında görür! Batının kendisine özgü bir tarih kurgusu bilinci vardır. Bu kurgu Antik Yunandır, Romadır, Rönesansdır, Aydınlanmadır!,

Alem-i Şark/Doğu Nedir?

Doğu-Batı ayrımından bu kadar söz edilmesine rağmen, aslında “Doğu” ve “Batı” kavramlarının herhangi bir coğrafya veya mekâna ait olmadığı aşikardır. Doğu’yu Doğu yapan şey nedir sorusunun cevabı öznelerinin ipuçlarını “doğulu bir babanın” trajik öyküsününde anlatır Sezai Karakoç. Şiirdeki bu trajik öykü, Doğu-Batı ikileminden doğmuştur. Şiir “bir varmış bir yokmuş” gibi bir masal metaforunun motifidir. “Doğuda bir baba vardı Batı gelmeden önce”, diye başlar ve oğulların başınına gelenleri bir şiir tadında resmeder…

Tıpkı Batı gibi Doğu kavramı da salt coğrafya bir tarifin içine sığmaz ve mekân tanımlamasının ötesinde bir olgudur. Bugün kullandığımız anlamıyla “Doğu” ya da “Batı” kavramları kapitalizmin Avrupa’da zafer yürüyüşüne başlamasıyla doğmuştur. Batı uygarlığına göre Doğu bir koordinat ekseninden tanımlanmıştır. Batıya göre “doğu” bir “Orient”tir… “Orta Doğu”, “Uzak Doğu” gibi kavramlar hep Avrupa’ya göre tanımlanmıştır. Batının “uzak-doğusudur, Batının “orta-doğusudur…”

Bütün tarih kitaplarında bugün Orta Asya diye ifade ettiğimiz bölgenin adı 18. yüzyıla kadar Türkistandır. Orta Asya ifadesi Batı'ya aittir. Doğrudur, Londra’dan bakarsanız orası Orta Asyadır. Doğu eski çağlardan beri Batı’da hülyalar uyandıran, garip izlenimler yaratan, kendine has yaratıkları ve manzaraları olan bir yerdir. Asya kıtasından doğan ve onun sınırlarını aşarak Afrika’nın Kuzeyini boydan boya kaplayan bir yerdir.

Coğrafi tanımlamaların ötesinde Doğu her şeyden önce Asya’ya ait kültürleri, hassasiyetleri ve yaşam tarzlarını özetleyen bir medeniyet kavramıdır. Daha doğrusu bir medeniyetler bileşkesidir; yani Doğu’da tek bir medeniyetten söz edemeyiz. Doğu temel olarak İslam, Budizm, Brehmenlik, Mecusilik gibi din ve medeniyetleri çağrıştırır. Doğunun canlı ve dinamik medeniyet soluğu kuşkusuz İslam Medeniyetidir. Bu bağlamda düşünüldüğünde coğrafi olarak bir ayrım yapmak da bir anlam taşımamaktadır.

Doğu ya da Batı kavramlarının belirli bir coğrafi mekânı simgeleyen bir kurgu olarak değil, tarihi, jeopolitik, jeokültürel  mekansal bir olgu olarak değerlendirmemiz gerekmektedir…