Bir önceki makalemizde “Batı yön tarifinin ötesinde kültürel bir zihindir” demiştik.
Batılı zihin sosyo-politik, sosyo kültürel ve sosyo ekonomik bilinçaltı bir kimlik olduğundan dolayı batının ontolojik bir düşünme, tahayyül, muhayyele ile felsefesini anlamlandırdığına dikkat çekmiştik.
Dolayısıyla, Batı hem bir kıtadır, hem de bir kafadır başlığını kullanmıştık..
Bu makalemizde de Batı’nın Yunan Aşkı’nın nasıl bir kurgudan olguya dönüştüğünün tarihi arka planından bahsedeceğiz.
Batı medeniyeti anlatılırken hep Yunan uygarlığıyla söze başlanır… Avrupa medeniyetine antik çağ Yunandan kök bulmak, batı historisizminin vazgeçilmezidir. Yunan hayranlığını anlamlandırmak için batı, uygarlık esaslarını Yunan medeniyetine dayandırır.
Batının emperyalist emelleri istikametinde kurulduğu günden itibaren Yunanistan Devleti’nin bir aparat, pragmatik bir araç olarak kullanılmasının kökenindeki Yunan Hayranlığı tarihsel bilinçaltındaki seçiciliğinden kaynaklanmaktadır.
Batının YUNAN AŞKI güncel/politik olarak da devam etmektedir. ABD; Fransa, Almanya ve İngiltere kurulduğu günden itibaren Yunanistan Devletini kullanışlı bir aparat olarak her daim kullanagelmişlerdir.
Tarihsel Batı Uygarlığı anlatımı sıralanırken ilk olarak Klasik Yunan Medeniyeti, Pericles’in ilk demokrasi denemesi, Sokrat’ın hikâyesi, Küçük Asya’nın (Küçük Asya, Batı Anadolu’dur) ilk filozofları anlatılır.
Anlatının hemen devamında Helen uygarlığına geçilir.
Helenistik dönem Büyük İskender’in istilalarıyla başlayan Antik Dünya’da Grek etkisinin doruğa ulaştığı dönemdir. Helenistik dönem sonrası Klasik Grek egemenliğindeki bölge Roma hakimiyetine geçmiştir.
Bahis Roma uygarlığından açıldığında da Romalılar, Yunanlılara fazlaca öykündüğünden, süreç içinde kendi özgün değerlerini oluşturamadığından dem vurulur.
Bu durum Latin Kökenli Romalı devlet adamı Cicero’nun Yunan düşüncesini daha sonraki kuşaklara aktarmasındaki söylevlerinde çokça işlenmiştir.
Batı medeniyetinin dolayısıyla “dünya medeniyetinin” kaynağı Yunanlılar olarak anılır.
Oysaki Yunan’da bir sürü şehir devleti vardır. Bu şehir devletlerin hepsi de farklı farklıdır.
Atina ile Sparta gibi…
Mesela birinde krallık vardır, çok daha katı kurallar işlemektedir.
Sparta bunu yaşarken Atina altın çağını yaşamaktadır.
Burada şu soru önemlidir aslında!
Neden Avrupa, Sparta’yı örnek almıyor da Atina’yı örnek alıyor?
Her ikisi de aynı dönemde, aynı Yunan uygarlığı içerisindedir.
Ama Avrupa seçicidir, seçkindir!
Kendine “Atina altın çağını” seçmiştir.
Seçtiği bu örnek uygarlık, bizzat Avrupa uygarlığının kendisi değildir kuşkusuz.
Avrupa, canı istediğini seçmiştir.
Atina’yı seçerken de pragmatik davranmıştır.
Aynı dönemde yaşamış bir uygarlık olarak Sparta’yı tercih etmez, Atina’yı tercih eder.
“Yunan uygarlığı, altın çağı çok muhteşem bir dönemdir” söylevleri batının baş tacıdır.
Anlatıda, Atina şehir devletinin despotluğu yoktur.
Atina şehir devletinin despotluğunu ehven-i şer olarak görür.
Yunan medeniyeti, Batı’nın kendisi olan Roma uygarlığının referans aldığı bir pragmatik olgudur.
Bu seçici pragmatizmi her batılı devlet tarih sahnesinde kendisine uyarlamıştır.
Mesela Almanya’nın tarih kurgusu bu kabildendir.
Aslında ne kutsaldır ne de Cermen‘dir fakat Almanya, ¨Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu¨dur ve kendisini bu imparatorluğun devamı olarak görür.
Roma uygarlığını kendisine örnek alır.
Tarih boyunca kendisi Cermen, devletine verdiği isim ise “Kutsal Cermen Roma İmparatorluğu”dur!
Yani Katolik Roma’nın varisi... Haçlı seferlerinin canıgönülden gönüllü askeridir.
Haçlı seferleri sonrası Protestan Fransa’ya karşı Katolikliği savunan Kıta Avrupası’ndaki İmparatorluktur...
Almanya’nın “Birinci Reich” olarak isimlendirdiği “Kutsal Cermen Roma İmparatorluğu” ismi budur.
“İkinci Reich” ise Bismarck’ın Alman Milli Birliği’ni oluşturduğu imparatorluğun ismidir.
“Üçüncü Reich”, Nazi Almanyasıdır. Nazi Alman İmparatorluğu, Kutsal Cermen Roma İmparatorluğu’na atfen kendisine “Üçüncü Reich” der ve bin yıl yaşayacak imparatorluk propagandasını işler.
Batı felsefesinin temel özü; tarihin tek, evrensel, ilerlemeci, değişmeyen özellikleriyle bir bütün dünya tarihi olduğu ve batı uygarlığının temsil ettiği manüpülasyonudur.
Bu parametrelerin katkılarıyla kurulan Avrupa merkezci bakış açısının öngördüğü model, Hristiyan Batı’nın Hristiyan olmayan dünya karşısında üstünlüğüdür.
Bugün “Medeniyetler Çatışması” şeklinde ifade edilen ve dünyayı “Suje-Batı / Obje-Doğu” diye ikiye ayıran anlayış; rönesans, reform, aydınlanma, modernizm, postmodernizim ve nihayet Medeniyetler Çatışması’dır.
Batı tarafından sürekli tekrar edilen Doğu-Batı ayrımı bir yanılsama ve dahi illüzyondur.
Dahası batılıların kendilerini tarihin en otantik ve yaratıcı uygarlığı olarak göstermek üzere uydurdukları bir efsanedir!
İnsanlık tarihinin oluşumunu Doğu-Batı şeklinde ikiye bölmek, Doğu’dan ayrı bir Batı, Batı’dan ayrı bir Doğu olduğunu sanmak, batı menşeili aynı öykünün sonsuz tekrarını terennüm etmekten başka bir şey değildir.
Hikayenin Garp tarafındaki özeti şöyledir:
“Aydınlanma” dedikleri dönemle tarihi sil baştan yarattıklarını, özgün ve orjinal bir uygarlık ortaya çıkardıklarını, insanlık tarihinde biricik olduklarını sanmaktadırlar.
Dolayısıyla artık üretilecek bir şey kalmadığı tarihin sonuna gelindiği vehmine kapılan Batılı düşünürlerin, Batı illüzyonuna dayalı medeniyet okumaları, üstenci ontolojik bakış açılarından kaynaklanmaktadır.
Bugün Batı’da var olan Yabancı ve İslam Düşmanlığı, batının ontolojik yaklaşımı ve dünya görüşü ile ilişkilidir.
Ötekine demokrasi getirme vaadi, ötekinin insan haklarını ve özgürlüklerini koruma söylemi kocaman bir yalandır.
Öteki, ya da Yabancı, batılı dünya görüşüne göre ya asimile edilip kendine benzetilecek ya da yok edilecek bir kategoridir.
Batının anlatısı, Yunan ve Roma’dan itibaren kendinden olmayanı Barbar kavramı ile tanımlama, ötekini kabul etmeme, asla ona yaşam alanı tanımayan ben merkezci, üstenci ve müstekbir bir bakış açısıdır.
Oysa aslolan ötekiyle birlikte yaşamaktır. Ötekini meşru görmektir.
Tarih ve medeniyet tekdüze değildir!
Batının ben merkezli tarih ve uygarlık anlatısının alternatifini, cihanşümul ve fakat; hikmetli sözle anlamlandırmamız gerekmektedir…
“Bütün insanlar Adem’dendir, Adem ise topraktandır. Hepimizin Rabbi birdir, üstünlük ancak takva (erdemli olmak, sorumluluğunun bilincinde olmak, günahlardan sakınmak, kimseye zarar vermemek)iledir.”