Aslında yazının başlığı “Avrupa Siyasi Hayatının Güncel Trajedisi” de konabilirdi. Geçen yüzyılda büyük paylaşım savaşlarının sona ermesinden sonra "Avrupa İmparatorluğunun Sonu" tanımlanması yapılmıştı Avrupa için. Avrupa devletleri için "yaşlı Avrupa" tabiri de kullanılıyor. Ne tür ya da nasıl ifade edersek edelim, Avrupa’nın trajedisi, yüzyıldır hasta olan bünyesi, hiç iyileşemiyor. İri gövdeli bir ağacın içten çürümüşlüğünü hatırlatıyor. Sağlıklılık göstergesi gibi görülen dal ve budakları, sorunlar karşısında direnç gösteremiyor. Bir dönem başka devletlere "Hasta Adam" tanısını koyanların kendisi hastalanmış, vurana elsiz sövene dilsiz muamelesi ile karşı karşıya.
Ruh Bilimi, Cinnet hâlini; sonuçları hesap edilmeden çılgın davranış ve sonrasında ortaya çıkan atakların görüldüğü bir ruhsal hastalık olarak tanımlanır.
Son otuz yıllık Avrupa tarihi okumaları yapıldığında, sonuçlarını hesap edemeden çılgın davranışları pekala görmek mümkün. Doksanlı yıllarda yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve İslamafobi ile başlayan çılgınlık "meşhur Avrupa aklını" esir almayı başardı. Savaş sonrası çoğulculuk, özgürlük, insan hakları söylemlerinin sırçası 40 yıl sonra döküldü. Keskin sirke söyleminin ürettiği politikalar, merkez siyaseti belirler hale geldi. Avrupa'da soğuk savaşın bitimi ile başlayan tek kutuplu "yenidünya düzeni" retoriği, kutbun merkezi ve sözün sahibi ABD politikaları tarafından kuşatıldı. Yeni, barışçıl bir Avrupa inşa etmek için oluşturulan Avrupa Birliği/AB, Avrupa'nın elinde patladı. Yanı başındaki bölgelerdeki kargaşa karşısında dahi siyasi ve askeri inisiyatif alamayan, Kağıttan Kaplan Brüksel Bürokrasisi olmanın ötesine gidemedi.
Soğuk Savaş Döneminin Son Sahnesi… Varşova Paktı’nın Dağılması…
Soğuk Savaşın bittiği; duvarların yıkılmasının ertesi günü Bosna-Hersek Savaşı’nda AB’nin sınıfta kalmasını, üstelik hem Bosna’da hem Kosova’da inisiyatifi Amerika’ya altın tepside sunmasının başka nasıl izahı olabilir. Mahallesinde yangın çıkmış her yer yanarken, elinde cımbız makyaj tazeleyen durumdan farksızdı görüntü.
Kosova ve Sırbistan’daki Sırp askeri hedeflerine yönelik Amerikan operasyonu, AB’nin hem askeri hem de siyasi olarak, Avrupa’nın orta yerindeki krizleri çözme iradesini ve gücünü gösteremeyen bir oluşum olarak hafızalara yerleşti. Avrupa kendi barışını sağlamakta sınıfta kaldı.
NATO’nun düşman konseptinin değişmesi... Kızıl rengin yerini Yeşil’in, Komünizm tehdidinin yerini İslam(!)’ın alması…
Bugünden bakıp Dünü değerlendirdiğimiz zaman tek kutupluluğunu ilan eden ABD'nin Avrupa'ya iki büyük tuzak kurduğunu söyleyebiliriz.
Birincisi 11 Eylül 2001 yılında ikiz kulelere yönelik saldırı sonrası ABD, travmasını Avrupa'ya taşıdı. Avrupa bu travmayı sorgusuz- sualsiz bağrına bastı. Bu travma Avrupa demokrasilerini korkutarak felç etti. Irkçı partilerin, yabancı düşmanlığı ve İslamofobi politikalarına kapı araladı. Terör üzerine kurgulu uygulamalar, savaş sonrası "Avrupa Evrensel Değerleri" olarak sunulan herkes için Demokrasi, İnsan Hakları, Özgürlükleri ve Birlikte Yaşama Kültürü söylemlerini yer ile yeksan etti.
Yıkılan ikiz kulelerin enkazı, terörle mücadele adı altında ve Avrupa demokrasilerinin üzerinden politik bir kargaşaya, derinleşen toplumsal bir çatışmaya evrildi. Avrupa'nın Güvenliği bahanesiyle makul siyaset esir alındı. Tarihin sonu saçmalığının mürekkebi kurumadan Avrupa toplumunda barış içerisinde yaşayan Müslümanlar, Düşmanlar olarak lanse edildi.
Düşman tanımı, Dünya'da olduğu gibi Avrupa'da da somutlaştı. Terörizmle Mücadele rüzgârıyla, Batı’daki İslam karşıtı propagandalar, İkinci Dünya Savaşı öncesi Yahudilik karşıtı anti-semitizm hareketinden farksızlaştı. Avrupa’nın tarihi belleği tekrar güncel politikalarda yaşandı. Düşman belliydi; o halde yasalar, gerekçeler, politikalar da değişmeliydi. Ve değişti de!
Bu travmatik iklimde Avrupa’da gün geçmiyordu ki, medyada İslam ve Müslümanlar hakkında olumsuz şeyler konuşulmasın, tahrik cümleleri kurulmasın. Avrupa’nın “iç güvenliği” sorunu, Müslümanların varlığına endekslendi. Avrupa’da terörle mücadele ve iç güvenlik tartışmalarının Müslümanlar üzerinden ve Müslümanları suçlayarak yapılması, Avrupa’da zaten var olan yabancı düşmanlığını ve ırkçılığı güçlendirdi. Londra, Berlin, Paris, Amsterdam, Viyana gibi Avrupa başkentlerinde olmayan terör eylemleri, istihbarat unsurları marifetiyle kurgulanarak olgusal hale getirilmek istendi.
Soğuk savaş döneminde Kızıl rengin yerine Yeşil, Komünizm tehdidinin yerine İslam'ı ve Müslümanları Avrupa'da tehlikeli düşmanlar olarak tanımladılar. On milyonlarca Avrupalı tarafından Müslüman Toplum topyekûn Terörize edildi, kanunlar çıkartıldı, masum insanlardan Dr Frankenstein yaratılmak istendi. Yaratıldı da!
Ortak söylem, “Avrupa iyiye gitmiyor. Çünkü Avrupa’nın Avrupalı olmayan, Hıristiyan da olmayan göçmenleri var. Avrupa İslamlaşıyor, Türkleşiyor!” gibi nesnel olmayan hayali korkular üretildi.
Kadim işbirlikçi tarih tekerrür ediyordu. “Biz” ve “Onlar” ayrımı, olmayan bir düşman tanımı üzerinden gerginlikler artırıldı. Yakın tarihteki Yahudi nefretinden Müslüman nefretine dönüşün muhatabı Almanya’da Türkler olurken, Fransa’da Kuzey Afrikalılar, İngiltere’de Hint-Alt Kıtasından gelen Pakistanlılar ve Hollanda’da Faslılar oldu. Bu ülkelerdeki insan ve kurumların ortak özelliği, Müslümanlıkları idi.
Manipülasyonların dozajı zirve yaptı. Müslüman sivil toplum kuruluşlarının gözetiminden tutun da camilerde, derneklerde istihbarat ajanlarının bulundurulmasına kadar uzanan bir cendere yaşandı... Fundemantalizm “dış düşman” ise, Avrupa Müslüman toplumu da beşinci kol yani iç düşman olarak takdim edildi.
Sonuç?
Transatlantikten pazarlanan travma, Avrupa'ya cinnet hali yaşattı. Avrupa Demokrasileri felç edildi. Yaşanan gerçekliğin kocaman bir yalan olduğu, Avrupa'nın cinnet sarmalına dolandığı, onlarca yıl sonra düşmanın olmadığı görüldü.
Yine ABD Yine Korkutma
ABD'nin Avrupa'ya ikinci büyük tuzağı ise Rusya-Ukrayna Savaşı ve yine Avrupa'nın güvenliği aldatmacasıdır… Bu tuzak da aynı hikâyenin Avrupa'da farklı tondaki tekrarından ibarettir. İkiz Kulelerin yıkılması sonrası Avrupa’ya yansıtılan iklim neyse, Şubat 2022 de Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısı sonrası da oluşturulan iklim aynıdır.
Semboller ve kişiler değiştirilmiş, senaryo aynıdır. Tıpkı İkiz Kulelere saldırıldığı gibi Rusya, gayri meşru bir şekilde Ukrayna topraklarına saldırmıştır, tasvip edilmesi mümkün değildir ve derhal savaş durdurulmalıdır. Ancak mevzuu bağlamından çıkartılmış ve yine Avrupa'nın Güvenliği ve Yeni Düşman oluşturma istikametinde hızla yol alınmaktadır.
Rus adı ve Rusya yeni dönemin Dr. Frankenstein’dir. Rus kültürüne ait hangi isim, hangi sembol, hangi tarihsel olumsuz yaşanmışlık varsa mahzenlerden çıkartılıp topluma servis edilmektedir. Topyekûn Ruslara karşı savaş naraları medya öncülüğünde yeni dönemin geçerli akçesi olmuştur. Rus Edebiyatçı yazarların kitapları yasaklanarak, Avrupa'nın öfke nöbetleri ve cinnet hali edebiyatçı yazarlar tarafından savunulmaktadır.
Siyasilerden, barış taraftarı aydınlardan, sivil toplum kuruluşlarından, sanatçılardan, savaş durdurulmalı, geleceğimiz için barış zemini oluşturulmalı gibi tavırların görülmemesi dikkate değer bir haldir. Rus ve Rusya düşmanlığı ve savaş taraftarlığı neye ve kime hizmet edeceği sorusunun cevabı meçhuldür.
Avrupa'da bugün yaşananlar 11 Eylül iklimini hatırlatıyor? Bahsi geçen diğer bir husus da, Rusya-Ukrayna savaşının başlamasıyla birlikte ABD'nin kontrolünde uygulanan Ambargonun Avrupa toplumuna ve ekonomisine yansıyan boyutları ile ilgilidir.
Avrupa'nın Güvenliği aldatmacasıyla Avrupa toplumu ve ekonomisine yönelik ağır faturaları toplumda hissedilmesi anlamlıdır. Enerji Krizinden enflasyona, işsizlikten üretime, politik istikrarsızlıktan seçimlere kadar yansıyan kargaşa ve belirsizlikler, Avrupa'yı içten içe kemirmektedir. Enflasyon işsizlik, işsizlik toplumsal huzursuzluk, toplumsal huzursuzluk sosyal ve siyasal kargaşa demektir.
Birleşik Krallık da her ay bir başbakan ve kabine değişmektedir. İsveç ve İtalya'da ırkçı-faşist Lider’ler ülkeyi yönetmektedir. Ne yaptığı ve ne düşündüğü muamma Emmanuel Macron Fransa'sının alternatifi Irkçı Marine Le Pen'e kalması Avrupa'nın nasıl bir gelecekle karşı karşıya olduğunun göstergesi niteliğindedir. Avrupa yönetsel ve siyasal bir kargaşa ortamıyla karşı karşıyadır.
Öte yandan Almanya'da Sosyal Demokrat, Liberal, Yeşiller koalisyonu ontolojik temellerini inkâr eden davranışlar sergilemekte, yeşil politikalar yerine kapkara bir politika izlemektedir. ABD'nin muhtemelen bir sonraki dayatması iktidardan "savaş kabinesi" oluşturması şeklinde olacaktır. Kabul edilmemesi durumunda iktidar değişikliğini isteyeceğinden kuşku yoktur. Almanya'nın Yeşiller Partisi Tarım Bakanının "Ukrayna'ya daha fazla silah vermeliyiz" diye çığırtkanlığını nasıl okunmalı? Dünün Pasifisleri bugünün şiddet yanlıları olmuş durumdadır.
Almanya bir sanayi toplumudur. Sanayi demek Almanya, Almanya demek sanayi demektir. Almanya'yı yöneten siyasi irade, ambargolara uyum sağlamak adına Alman sanayisini politik basiretsizlikleriyle felç etmektedirler.
Rusya'ya uygulanan ambargolar, Ukrayna'ya verilen silahlar, savaşın ve işgalin son bulması olmaktan çıkmış bir cinnet halini almıştır. Nükleer savaş tehdidi günlük konuşmalarda cömertçe kullanılmaktadır.
Devleti yöneten iktidarlar, muhalefetteki politikacılar, toplumu yönlendiren aydınlar, sivil toplum kuruluşları koro halinde savaşın devamından yana ve çözümsüzlük arayışında adeta birbirleriyle yarışmaktadırlar. Enerji Krizinin sanayideki sonuçlarını, enflasyonun ve işsizliğin topluma olumsuz etkilerini, ekonomideki durağanlığın ülkeye zararlarının yansımalarının bedelini öngörmemek hali nasıl izah edilecektir?
Evet...
Yeni dış düşman Rusya'dır. Rusya'nın yok olması için her şey mubah, her yol denenmelidir. İri gövdeli bir ağacın içten çürümüşlüğünü yansıtan Avrupa, yine reçeteyi yeni Düşman ‘da aramaktadır.
Çin Seddi Niçin İnşa Oldu?
Avrupa derin kişiliğini anlamak için bir anahtardır, Kafka. Tarihe yolculuk yaparak son sözü Kafka’dan dinleyelim…
Franz Kafka “Çin Seddi Niçin İnşa Edilmiş?” başlıklı uzun hikâyesinde ülkelerin dıştan gelecek bir tehdit ve düşmana niçin ihtiyaç duyduğunu çarpıcı bir benzetmeyle dile getirir: “Bütün Çinliler büyük bir dayanışma ve işbirliği içinde kuzeyden gelecek tehlikeye karşı ülkeyi korumak amacıyla Çin Seddi’nin inşasına koyulur... İhtiyarlar, gençler, anneler, babalar, çocuklar, öğretmenler, öğrenciler, kentliler, köylüler, ordu mensupları ve siviller, herkes kuzeyden söz konusu olacak tehlikeyi konuşmaktadır. Uzman tarihçiler, kuzeyde bir tehlikenin var olduğuna ilişkin eserler kaleme almaktadırlar. Fakat duvarın inşası tamamlandığında farkına varılır ki, gerçekte böyle bir tehlike mevcut değildir. Kuzeydeki hayali tehlike ve inşa edilen duvar, ülke insanlarını bir arada tutmak için uydurulmuş bir bahanedir.”
Evet, yaşanılan gerçeklik kocaman bir Yalan!