"Tarihin Tekrarını Ürettiği Sancılı Bir Süreç!"
günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz...
Yaşadığımız İklim
Gönül isterdi ki yaşadığımız iklim, dünya ahvalinin hayra alamet gittiğinin müjdesini verip "dört mevsim bahardır" diyebilseydik. Maalesef sevinç kaplamıyor dört bir yanımızı, dünyamız ve dahi coğrafyamız yangın yeri; ateşten, telaştan, korkudan, acı haberler almayarak bir günümüz dahi geçmiyor. Savaş, yıkım, göçler ve göç kervanları gibi kaygı dolu kelimelerle ahvalimizi anlatmaya başlıyoruz.
Şairin diliyle..
"Eski dünya, yeni dünya, bütün ahvam-ı beşer, kaynıyor kum gibi, mahşer mi; hakikat mahşer!
Yedi iklimi cihanın duruyor karşısında..." hissiyatıyla bağrımıza basıyoruz acılarımızı!
Gün geçmiyor ki, çatışma haberleri, savaş naraları duymayalım. Doğusuyla batısıyla, güneyiyle kuzeyiyle çığlıklar ve feryatlar duyuyoruz. Öfkemiz göğe yükseliyor! Ancak biliyoruz ki, tek başına öfke ve kahrımız, tarihin gidişatını değiştirmiyor... Ve gücümüzü öfke, kahır ve çığlıklarla ile destekliyor ve dualarımızla besliyoruz!
Uluslararası coğrafya, bir gün sonrası bakımından yapılan ve yapılacak jeopolitik, jeokonomik ve jeostratejik kestirmelerin, yorumların, öngörülerin güvenirliliğini altüst edecek ölçüde belirsiz ve sınırsız gelişmelere sahne oluyor.
Yaşadığımız Sosyo-Dijital çağda bilgi; eşitsiz ve düzensiz bir yönelime tekabül etmektedir. İçeriksiz, manüpülatif ve inkârcı bir zihinsel netwörk bizlere, haber akımını verirken çürümeyi, manipülasyonu, algı yönetimini rafine yöntemlerle hegemonyanın haklılığına dönüştürebiliyor.
Ülkelerin bağımsızlığına, vatanımıza, ağır aksak işleyen sistemimize yönelik parmak sallamalar, üstenci bakışlar, istihzalar, tehditler, vahşi pratikler, barış adı altında ambargolarla, izolasyonlarla ve işgallerle sıradanlaşabiliyor. Batılı olan her kavram ve tavır her nedense “evrensel iyi” olarak savunuluyor!
Batı toplumu ve düşüncesi dışındaki her bir anlam arayışı, uluslararası platformda baskılara maruz kalıyor. Kızıldeniz’den Kafkasya’ya, Hind-alt kıtasından Avrupa’ya, Ortadoğu’dan Latin Amerika’ya kadar ki anlam arayışları büyük acılara ve gözyaşlarına dönüşüyor. İzole ediliyor, dışlanıyor, otoriterlikle suçlanıyor, fırsatı bulununca boğuluyor.
Tarihin Tekrarını Ürettiği Sancılı Bir Süreç
İşin aslı...
Tarihin yeniden yazılacağı, sınırların yeniden şekilleneceği kritik "tarihsel dönemeçler" her daim huzursuzlukların arttığı, ellerin yükseltildiği, parmak sallamaların yoğunlaştığı süreçlerdir. Yirminci yüzyıl da iki büyük paylaşım/dünya savaşları öncesi de farklı değildi. Tarih denen kadim işbirlikçi aktarım benzer hikayenin tekrarını yaşadığımızı, büyük trajediler öncesi yaşanmakta olan jeopolitik güç dengelerinin yer ve el değiştireceğini haber veriyor. Günümüz dünyasında gerek bölgesel gerekse küresel, sosyo-ekonomik, siyasi ve askeri hareketlilikler, huzursuzluklar, vekâlet savaşları; yeniden şekillenecek sınırların, paylaşılacak ülkelerin, tarih sahnesinden silinecek irili-ufaklı devletlerin yani büyük kapışmanın/savaşın ön artçı haberleri niteliğinde.
Yaşadığımız kaos ve belirsizlikler yüzyıl önce yaşanmışlıklardan farklı değildir...
Büyük kırılmaların, jeopolitik yeni dengelerin oluşma arifesinin iklimini teneffüs ediyoruz. Kırılgandır bu dönemeçler, kaygandır yürünen zeminler, sabit değildir kayıplar ve kazanımlar olacaktır, dengeyi gözetmek maharet ister, siyasi, ekonomik, diplomatik denge ve tecrübesi olanlar, kurmay zekâ ile hareket edenler daha az kayıp daha fazla kazanç sağlayacaklardır. Devlet geleneği ve devlet aklı olanlar, geçmiş hafızalarını hatırlayanlar ve tarihten dersler çıkarabilenlerin mutlu ve müreffeh olacaklarından kuşku yoktur.
İmkânlarımızı mümkünlerle muhasebe etmek ve mevcudiyetimizi muhafaza ederek Varlık ve Beka cehdimizi güçlendirmeliyiz. Tarihin bizlere yüklediği sorumluluğu telkin ve tahkim etmeliyiz bu dönemeçlerde. Tanımlamalıyız süreci, keza, dünyanın ahvalini ve gidişatını tanımlamayanlar, "öteki" tarafından tanımlanırlar. Ötekinin tanımladığı, konumlandırdığı, şekil verdiği kalıplarla düşünmek, konuşmak, vuruşmak ve paylaşmak kendi gerçekliğimizi görmenizi engeller.
Dağ Silleri Arasından Yol Bulağız
Bu iklimi sıra dağlar vadisinden "sarp yokuşu aşmak" olarak anlamlandırmalıyız.
Kur'an'da geçen "sarp yokuş" tasada ve kıvançta ortak mefkûreleri olan inananların birbirlerine sabrı tavsiye etmesidir. Ortak halay çekmesi, birlikte hüzünlenmesi, hep beraber "biz" olabilmektir. Gitme ey yolcu oturup beraber ağlaşalım, bir yüreğin karı değil, birlikte gülelim ve beraber ağlaşalım duygusudur. Çetin bir mücadeleye girişmek ve o sarp yokuşu aşanlardan olmak en büyük kıvançtır, en tatlı inşirahtır! Sarp yokuşu tarih metafiziği olarak okuduğumuzda, köklerimizi, kimliğimizi, bizi biz yapan değerleri iktiham duyguların ete kemiğe büründürme olduğunu pek-ala anlayabiliriz. Olağanüstü zor şartlara göğüs gererek, dağ sillerini arasından yol bulmak, mülahazasız yoldaş olmaktır!
Yaşadığımız süreç, sancılı olmakla birlikte geçici bir süreçtir. Daha doğrusu “geçici” bir parantezin kapanma sıkıntıları yaşanmaktadır. Bu dönem, ancak ve sadece bütün milleti ilgilendiren, içine alan ve heyecanlandıran “ortak bir ülkü”, “ortak bir muhasebe”, büyük bir “gelecek tasavvuru” ile yeni dönemin sahnesine çıkmanın alt yapısını oluşturmakla aşılabilir.
Tıpkı yüzyıl önce tespih taneleri gibi etrafa dağılan coğrafyamız ateşler altında iken yangınına, kova kova, avuç avuç su taşımış ecdat gibi düşünmeliyiz.
Alman Filozof Georg Wilhelm Friedrich Hegel, ‘Bugünden geriye dönüp baktığımızda” diyor ya “gözümüze çarpan ilk şey yıkıntılardır.”
Bizler de yarından bakıp bugünümüzün gözümüze çarpanın yıkıntılar olmaması için bugünden uğraş vermeliyiz!
Yüzyıl önce trajik bir çöküşün yıkıntıları arasında yaşayan bir ülkenin çocukları olarak ülkemizin bekası ve geleceği üzerinde düşünmeye çalışmalıyız. Koca bir çınarın çöküşü ve üzerimize giydirilen deli gömleğinin dar geldiğinin farkına varmalıyız. Dünya yeni bir paylaşım ve de savaşın kurgusundan hareketle yeni ittifaklar, yeni tahayyüller ve jeopolitik olgular istikametinde yol almakta. Bölgemizdeki jeopolitik dengeler yeni taktik ve stratejilerle hızlanmakta.
Bilmeliyiz ki, dönemin şartları çerçevesinde yüzyıllık cebri anlaşmalar ve kerhen verilen, mecburen alınan sözler, son kullanım tarihini doldurmuştur! Lokal sıkıntılarımız, bölgesel ve küresel sorumluluklarımızı engellememeli, küresel sorunlar bölgesel sorumluluklarımızın gölgelememelidir. Sorun ve sorumluluklarımızı ehem-mühim sıralamasına göre tasnif etmeliyiz...
Umutsuzluk Dava Değildir
Ülkemiz, küçük adamların, zihni küreselci aydınların, duygusu yabancı başkentlere kodlanmış politikacılara ve küresel oligarklara teslim olmayacak kadar büyük ve temiz bir ülkedir. Bosna’dan Filistin’e, Kafkasya’dan Musul’a, Kıbrıs’tan Balkanlara, Adalardan Hazar Denizi’ne uzanan doğal sınırları ve yüzyıllık yıkıntıların arasından büyük ülkülerle çıkabilecek, milletiyle varlığını ve bekasını yeniden dizayn edecek birikime de sahiptir.
Hâlihazırda böyle bir “düş”ü anlamlı ve pratik politikalara dökebilecek adımların izdüşümünü son on yıllarda görüyor olmamız, kırık gönüllere, burkulan kalplere bir nebze olsun inşirah eylediğinin de altını çizmeliyiz. Bu anlamda siyasi iradenin, vizyonun, önderliğin, cesaretin, gerektiğinde risk almanın önemi tartılışmamalı!
Uluslararası denklemde düşük profil bir siyasi irade ile, vizyonsuz bir zeka ile, ayak bileklerine ulaşamayan derinlik ile, kırık dökük yüzeysel ve müptezel bir çene ile akıp giden bir tarihe müdahale edilemez. Edilgen şahsiyetlerden etken politikalar beklentisi beyhudedir! Yeni şartlara uygun değerlendirmeler yapamayan, dünyaya söyleyecek sözü olmayan, Türkiye için bir gelecek tasavvuru bulunmayan siyasi parti, grup, kişi, lider politik olarak zaid hükmündedir...
Yüzyıl öncesi, şartların gereği kabul ettiğimiz ve nadasa bıraktığımız gönül coğrafyamızın ve reel sınırlarımızın "içe kapanarak" korunacağını sanan hiçbir aydın, politikacı ve devlet adamının kale alınacak tarafı yoktur! Dünyada ve bölgemizde dengelerin, biz isteyelim ya da istemeyelim yeniden şekilleneceği ortadayken neyin tartışmasını, neyin müzakeresini, hangi muhalefetin iktidar olmasının daha iyi olacağının tartışmasını yapalım? İktidar-muhalefet yer değişimi, içerde ve dışardaki dostlarla iktidar olacağız alicenaplığını manipüle edenlerin sahici bir Büyük Türkiye Davasının olduğu kuşkuludur. Millete umutsuzluk aşılayanların asla bir Davaları yoktur!
Mevcut gidişatı okuyamayan; krizlerin dayattığı kabuk değişikliğinin niteliğini kavrayamayan, dünyadaki siyasi ve askeri hareketliliği dünün penceresinden takip edenlerin bugüne ve dahi yarına ait bir söylemi ve eylemi mevcut mudur? Türkiye'ye dayatılan jeopolitik, içe kapanarak eyyamcı, milli ve yerli olmayan sorumsuz ve umutsuz politik söylemlerle aşılacak bir durum değildir. Statükocuların devlete ve topluma gelecek tasavvuru ile ilgili biçtikleri misyon, yaşadıkları ekonomik ve siyasi jeopolitik krizi, Avrupa Birliği ideali, NATO konsepti çerçevesi, Birleşmiş Milletler/BM kararları gibi günümüz gerçekliğinden uzak, soğuk savaş ve sonrası tek kutuplu dünya okumalarından ibarettir. Alayı ayrı kanallardan aynı küresel odakların güdümünde yükseltilen, uyumsuz ses kakofonisidir.
Bastonun Çürüdüğünü Bilelim
NATO, Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler ikinci paylaşım savaşı sonrası galipler tarafından ve galiplerin lehine karar almak ve mağluplara yaptırım uygulanmak üzerine oluşturulmuş, soğuk savaşın ve sonrası tek kutuplu hegemonyanın, köhnemiş çatı kuruluşlardır ve hiçbir sıkıntıya merhem olmamaktadır.
Yeni dönem de, galiplerin oluşturacağı yeni kurumlara şimdiden hazırlıklı olmalıyız.
1990'lı yıllarla birlikte “soğuk savaş” paradigması ve politikası bitmiştir. 2000'li yıllarla birlikte devam eden tek kutup, tek patron olduğunu iddia eden ABD Pasifikten, Kızıldeniz’e, Akdeniz’den Hind-Alt Kıtasına, Avrupa’dan Atlantik’e kadar olan eski jeopolitik gücünü kaybettiğini unutmamalıyız. İşin aslı, büyük güç olduklarını iddia eden müstekbirler, büyük değiller, sadece büyüklenmektedirler!. Zira, istikrarsız, dağınık, sindirilmiş duygularımızdan aldıkları motivasyonla azgınlaşarak neyin iyi, neyin doğru, neyin isabetli, neyin isabetsiz olduğunu belirleme hakkını kendilerinde görüyorlar.
Büyüklenen Atlantik ötesi istikbar, Avrupa’da, Bölgemiz de ve Asya pasifik coğrafyasında kaos, kargaşa ve belirsizlikler politikasını uyguladığı aşikardır. Düzensizlikten yeni düzen çıkarma kurnazlığının farkına varmalıyız.
İlahi kelamın diliyle “bastonun çürüdüğünü" bilmek ve " işaret etmek” gerekiyor!
Dünya eski Dünya değildir… Türkiye, yüzyıl öncesi eski Türkiye hiç değildir! Amerika'nın eski ABD olmadığı gibi Rusya'da eski Rusya değildir. Çin ise eski Çin olmaktan çoktan çıkmıştır. Avrupa Birliği siyasi bütünleşmesini tahkim edememiş her başkentten farklı sesler yükselmektedir. Yaşlı Kıta’daki Fransa, Afrika'nın Kuzeyi Cezayir, Tunus, Libya'da, Afrika'nın Batısı Mali'den kovulup atılmıştır, Afrika'nın Doğusu Somali'de esamesi okunmamaktadır. Almanya ise kötürümdür; vurana elsiz, sövene dilsizdir. Rusya-Ukrayna Savaşı sürecinde Rusya askeri ve siyasi beceriksizlikler, Birleşik Krallık yönetiminin her ay yeni bir başbakanı piyasaya sürmesi, ABD'nin Rusya'ya uygulanan ambargo ittifakı bozulacak diye korkulu rüya görmesi, Avrupa Birliği müktesebatının havanda su döverek nasıl da yerlerde süründüğü, neyin habercisidir?
Önümüzdeki yazılarımızda Atlantik ötesi, Kıta Avrupası, Çin-Maçin, İran-Turan gibi uluslararası dış politik gelişmelerin ahvaline bakmaya devam edeceğiz...