Mehmet GÜNEŞ

Mehmet GÜNEŞ

Tüm Yazıları

50'nci Yılında Türkiye-Çin İlişkilerinin Politik Ekonomi Perspektifinden Geleceği

09 Ağustos 2021
h4 { font-size: 24px !important; } Print Friendly and PDF

Giriş

Türkiye ile yükselen güç Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) arasındaki diplomatik ilişkilerin kurulmasının 50nci yılı geçen günlerde Ankara’da ÇHC Büyükelçiliğinde hazırlanan ve Zoom üzerinden yapılan bir katılım daveti ile kutlandı. Bu davette; iki ülke arasında son yıllarda ivme kaydeden ticari ve ekonomik iş birliğine çoğunlukla vurgu yapan resmî açıklama ve konuşmalar yapıldı. Karşılıklı iyimserlik içeren protokole bağlı konuşmaların dışında ÇHC ile Türkiye arasındaki ilişkilerin gün geçtikçe daha çok gelişeceği tahmin edilirken özellikle ekonomik içeriğin iki ülke arasında oynadığı lokomotif rolüne önem verildiği gözlemlendi. Dolayısıyla bu yazıda tarihi bir kutlamaya dönüştürülen diplomatik ilişkilerin başlamasının 50nci yılında Türkiye ve Çin arasındaki ilişkilerin mutlaka ekonomi politik perspektifle geçen yıllarda nasıl bir seyir izlediği ve mevcut gidişatın ise ileride ne yöne evrilebileceği konusunda yeni değerlendirmeler yapılmasının uygun olacağı görülmüştür. Bu sebeple bu konuya odaklanarak geride kalan 50 yılda, diplomatik ilişkilerin tek başına ve bağımsız şekilde ticari ve ekonomik ilişkilerin önüne geçemediği kabulünden hareketle, iki ülke arasında ticari iş birliğinin çoğunlukla diplomasiyi ve siyasi ilişkileri doğrudan şekillendirdiği anlaşılmaktadır. Bahsedilen varsayımla, her iki ülkenin sağlam bir zemine dayanan ve karşılıklı kazanımlarını dengeleyen ekonomik ve ticari bir ilişki kurabilmesinin önündeki engelleri tartışmak ve ülkeler arasındaki farklı beklentileri ortaya koyabilmek bu yazının amacını oluşturmaktadır

Türkiye ve Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) Arasındaki Diplomatik İlişkilerin Kısa Tarihi

Türkiye Cumhuriyeti’nin Komünist Çin kurulmadan önceki Çin Cumhuriyeti (1911-1949) ile olan diplomatik ilişkileri, 17 Ekim 1925’te Belçika’da başladığı bilinmektedir. Ancak bu görüşmelerde Türkiye’nin ticari konulardaki çeşitli talepleri Çin tarafından kabul edilmeyince o yıl başlatılan diplomatik ilişkilerin belirli süre boyunca askıda kaldığı da anlaşılmaktadır. Kuruluşundan kısa bir süre sonra dünyada bağımsız devlet olarak kabul edilebilirliğini artırmak amacıyla Türkiye, 1927 yılında bu defa Çin devletine Hulusi Fuat Tugay’ı ilk Maslahatgüzar olarak atayarak, Çin’in o dönem başkentinde Nanjing’de diplomatik temsilini tek taraflı başlatmıştır. İyi niyetli çabalara rağmen diplomatik ilişkilerde, özellikle Japonya’nın Çin’i işgal etmesi ve ardından İkinci Dünya Savaşı sonrası Komünistlerle Milliyetçiler arasında yaşanan iç savaşın Komünist Parti Başkanı Mao Zedong’un liderliğinde kazanılması ve ülkede 21 Eylül 1949 tarihinde Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulduğunu ilan edilmesi ile kendiliğinden sessiz bir döneme girilmiştir.

Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) ile Türkiye arasındaki diplomatik ilişkilerde karşılıklı sessizlik dönemi, Kore yarımadasında yaşanan savaş ile birden sona ermiş ve Kore Savaşı’na Batılı ülkelerin değerlerini temsil etmek adına doğrudan katılan Türkiye ile Kore’yi Komünistleştirmek isteyen Çinli gönüllüler, karşı saflarda uzun bir süre boyunca karşılıklı savaşmıştır. Kore’de yaşanan çatışmalar sonrasında Komünist Çin, Batı blokuna dahil olan Türkiye için artık bu tarihten sonra güvenlik ve ideolojik sebeplerle açık bir tehdit ülke olarak nitelendirilmeye başlanmıştır. Daha sonra başlayan Soğuk Savaşın sertleşen ideolojik kamplaşma döneminde de özellikle Kore Savaşında yaşananlar Türkiye ile ÇHC arasındaki ticari, diplomatik ve siyasi ilişkileri de çok büyük oranda şekillendirmiştir.

01 Ekim 1949’de resmi olarak kuruluşundan itibaren, yeniden şekillendirilen Birleşmiş Milletler sisteminin dışında bırakılan Çin Halk Cumhuriyeti’nin, Batılı ülkeler ve onlarla birlikte hareket eden diğer ülkeler nezdinde izolasyonunu sona erdirecek 25 Ekim 1971 tarihli, ABD ve Japonya’nın da desteğiyle BM Genel Kurulunda Birleşmiş Milletler üyeliğine alınması için yapılan oylamada Türkiye 26. oturumda Çin’in BM üyeliği için sunulan 2758 sayılı kararnamede Çin’in lehine oy vermiştir. Aslında Türkiye’nin girişimi ile bu olayın hemen öncesinde 4 Ağustos 1971 tarihinde iki ülke arasında resmi diplomatik ilişkilerin başlatılması planlanmıştır. Türkiye’nin o dönemki Paris Büyükelçisi Hasan Esat Işık ile Çin Halk Cumhuriyeti’nin Paris Büyükelçisi Huang-Chen arasında imzalanan bir protokol ile iki ülke arasında diplomatik ilişkilerin “bağımsızlık, egemenlik, toprak bütünlüğü, iç işlerine karışmama, eşitlik ve karşılıklı çıkarları koruma prensibi çerçevesinde” başlatılmasına ilişkin karar alınmıştır. Bu girişimler, karşılıklı olarak Türkiye-Çin arasında ilişkilerin gelişimi açısından olumlu ve iyi bir başlangıç yaratmıştır. Nihayet Türkiye ile Çin’in karşılıklı büyükelçilik açması ise Nisan 1972’de gerçekleşmiş ve iki ülke arasında zamanla temkinli bir iyimserlikle hem diplomatik ve hem de ticari-ekonomik ilişkiler geliştirilmeye çalışılmıştır.

Diplomatik ve ticari ilişkilerin kurulması sonrasında bölgesel ve küresel sistemde yaşanan olaylardan etkilenen her iki ülke arasında, siyaseten mutabık olunmayan konulardan bazıları aradan geçen 50 yıllık sürede çözülmüş olsa da hala politik yaklaşım farklılıkları içeren çeşitli konu başlıklarının bulunduğu ve bazı sorunların çözümünde uygulanan usullerin karşı tarafça baştan kabul edilmeyeceğinin diğer tarafa beyan edildiği de görülmektedir. Bu yazıda, Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) ile Türkiye arasında aradan geçen zamanda elde edilen politik başarılar veya girişimlere rağmen çözülemeyen siyasi ve diplomatik sorunlar değil diplomatik ilişkilerin başlatılmasının 50nci yılında ekonomi politik perspektifinde karşılıklı ekonomik çıkarların yeterince ve gerçekçi şekilde tatmin edilip edilmediği tartışılacaktır. Diğer bir ifadeyle 50 yıllık diplomatik ilişki geçmişinin ekonomi politik bakış açısından iki ülkeye neler kazandırdığı veya kazandırabileceğine yönelik bazı değerlendirmeler yapılacaktır.

Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) ile Türkiye’nin Aynı Zaman Diliminde Liberal Ekonomiye Geçiş Adımları

1976 yılında kurucu lider Mao’nun ölümü sonrasında Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) yeni lider Deng Şiaoping’le kapalı ve devletçi bir ekonomik yapıdan uzaklaşıp dışa açık olacak şekilde piyasa ekonomisine yöneldiği görülmüştür. ÇHC, bu yeni dönemde modernleşmeyi, kalkınmayı içe kapalı bir gelişme metodu yerine dışa açık bir yol izleyerek gerçekleştirmeye çalışmıştır. Ülkedeki devlet kontrolünde olan ve dışa kapalı şekilde kurgulanan üretim ve ticaretin bir sonuç vermeyeceğini gören yeni yönetim, eski katı sosyalist anlayışı terk ederek devletin kontrolündeki bir kapitalist ekonomi anlayışına yönelmiştir. Bunun alt yapısını kurmak için gerekli olan yasal düzenlemeleri de 1980’li yılların başından itibaren yapmaya başlamıştır. Bu dönemde ilk olarak 1979 yılında “Çin ve Yabancı Sermaye Ortak Girişimler Yasası” ile yabancı yatırımlara ÇHC içerisinde izin verilmesi sağlanmıştır. Ayrıca özellikle yabancıların yatımları ile markalarının ülkede korunacağını beyan eden 1983 yılında “Ticarî Markalar Yasası”, 1985 yılında “Patent Yasası” çıkarılmış ve yine aynı yıl piyasa ekonomisi adına önemli bir dönem noktası teşkil edecek şekilde “Yabancılarla Ekonomik Sözleşmeler Yasası” yürürlüğe girmiştir. 1986 yılında, ülke içerisinde kalkınmanın itici motoru olan sermayenin yetersiz oluşunun bilinci içerisinde, her ne şekilde olursa olsun ülkeye yabancı yatırımcıyı çekebilmek için bu defa “Tamamen Yabancıların Mülkiyetindeki İşletmeler Yasası” çıkarılmıştır. Bu yasanın çıkarılması ile birlikte yabancı şirketler ve yatırımcıların Çin’de yatırım yapabilmesi için daha önce şart olarak getirilen yatırım bedeli sermayesinin mutlaka yarısına Çinli ortak bulma şartı da ortadan kaldırılmıştır.

Serbest piyasa ekonomisi kurallarını uygulamaya geçiren Çin Halk Cumhuriyeti’nin 1978’den günümüze ekonomik büyüme dönemlerini, 1978–1996 yılları arasındaki “sosyalist piyasa ekonomisine geçiş dönemi”, ikinci olarak 1997– 2002 yıllarındaki “durgunluk dönemi” ve son olarak 2003’te başlayan ve günümüzde de halen süren “büyüme stratejisi dönemi” olarak adlandırmak mümkündür. Çin Halk Cumhuriyeti’nin 1980’lerdeki Liberal piyasa ekonomisine geçiş serüvenini Türkiye’nin de aynı dönemde benzer şekilde yaşadığı görülmektedir. Üstelik Türkiye, o dönem ÇHC’den farklı olarak öncesinde Sosyalist ve kapalı bir ekonomik modele dayanmadığı halde hemen hemen aynı yıllarda dışa açık ekonomik kalkınma modelinin ana kurallarını ülkede yerleştirmeyi amaçladığı bilinmektedir. Türkiye’de, 1963-1980 dönemini kapsayan ithal ikamesine dayalı sanayileşme döneminde, ikinci aşama olan ara ve yatırım malları üretimine zamanla geçilemediğinden ve ülkede dış ticaret, finansal piyasalar ve bazı mal pazarlarının devlet kontrolü altında tutulduğundan ve aynı zamanda 1970’lerde petrol fiyatının artması akabinde ortaya çıkan kamu borç patlaması ve bunu takip eden borç krizleri de yönetilemediğinden dolayı sürekli şekilde ekonomik krizlere mahkûm bir ekonomik yapı oluşmuştur. O dönemde ÇHC gibi Türkiye’nin dışa kapalı bir ekonomi olmadığı ileri sürülse de aynı dönemde yaşanılan ekonomik sıkıntılar açısından ekonominin yapısı ve sorunları açısından ÇHC’nin durumundan fazla bir farkı da bulunmadığı görülmektedir.

Çin Halk Cumhuriyeti yeni liderleri ile 70’lerin sonunda yeni bir kalkınma planı ortaya koyarken az önce bahsedilen sorunları aşmak adına Türkiye ise iki uzun vadeli hedefi içeren 24 Ocak 1980 tarihinde ilk olarak ülkede “serbest piyasa ekonomisine” işlerlik kazandırmak; ikinci olarak “dışa açılma”yı sağlamak adına yeni kararlar almak zorunda kalmıştır. Tıpkı ÇHC’de Mao’nun ölümü sonrası 1977’den itibaren yeni ekonomik politika arayışları başlatılırken, aynı yılda Türkiye’de ise had safhaya ulaşmış ekonomik sorunlar sebebiyle IMF’nin kontrolünde ekonomiye çeşitli şok tedavileri uygulanmaya başlanmıştır. Nihayet içine düşülen ekonomik istikrar açmazını kırmak adına kimilerince acı reçete olarak adlandırılan ve ekonomik darboğaz ve kronik krizlerden çıkış maksatlı 24 Ocak 1980 kararları ile Türkiye’de o dönem için şu konularda yeni ekonomi stratejileri belirlenmiştir;

-İç piyasaya dönük ithal ikamesi sanayileşme modeli yerine ihracata yönelik sanayileşme modelinin benimsenmesi,

-Kamunun ürettiği temel mallarda sübvansiyonun kaldırılması veya azaltılması,

-Yabancı sermayeyi özendirici önlemlerin alınması ve devlet tekelindeki bazı üretim sahalarının yerli ve yabancı özel sermayeye açılması,

- İhracatın hızla teşviki ve diğer döviz kazandırıcı faaliyetlerin güçlendirilmesi yoluyla ekonominin döviz kazanma gücünü hareketlendirilmesi.

Çin Halk Cumhuriyeti gibi Türkiye’de de 1980’li yıllarda ihracata dayalı büyümeyi sağlama ve yabancı yatırımcıyı ülkeye getirmek amacıyla, birçok yasal ve kurumsal düzenleme yapılmıştır. Örneğin 1982’de Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) kurulmuştur. İhracat hacminde sürekli artışın sağlanması, ihraç ürünlerinin çeşitlenmesi ve sanayi mallarının toplam ihracat içinde payının artırılması için ihracat teşvik sistemi oluşturulmuştur. 1984 yılında kambiyo işlemlerinin liberasyonu sonucunda, bankalara döviz tutma ve döviz hesabı açma imkânı sağlanmış, dış ticaret kaynaklı döviz işlemeleri ticari bankalara devredilmiş ve bankaların dışarıdan kısa vadeli krediye ulaşması özendirilmiştir. 1984’den itibaren çıkarılan yasal düzenlemelerle KİT’lerin özelleştirilmesinin önü açılmıştır. 1989’da Türk Lirası’nın tam olarak konvertibilitesi sağlanmıştır. Bununla birlikte yabancıların Türkiye’den, Türk vatandaşlarının da yurtdışından menkul kıymet, kıymetli maden ve nakit para alımı, satımı, ülke dışına transferi serbest bırakılmıştır. ÇHC, ekonomik yapısal dönüşümünde önemli bir kurum olan kendi Merkez Bankasını gerçekte 1995 yılında kurabildiği halde Türkiye 1970 yılında, Çin’de cari işlemler üzerindeki kur kontrolü 1996’da kaldırıldığı halde Türkiye’de daha önceki bir tarih olan 1989 yılında bu imkânın sağlandığı görülmektedir. Kısaca Türkiye Liberal ekonomik modele doğru ÇHC’den bazı adımları daha erken ve öngörü ile attığı halde ne yazık ki ekonomik olarak ülkede bu konuda herhangi önemli bir atılım gerçekleştirilememiştir.

ÇHC ile aynı dönemde benzeri adımlar atmış olmasına rağmen Türkiye’nin, 1990’lı yıllarda ekonomik krizlerle sıklıkla karşılaşmaya devam ettiği görülecektir. Oysa ÇHC, planlı ve istikrarlı kalkınma modelini sabırla uygularken Türkiye ise bu denli bir başarıyı gösteremeyecektir. 1978 yılında dünyaya yaklaşık 10 milyar Dolar değerinde mal ihracatı yapabilen Çin, 2004 yılına gelindiğinde ihracatını 593 milyar Dolara yükseltecek ve Dünya Ticaret Örgütü’ne göre dış ticarette dünyada üçüncü sıraya yerleşecektir. Çin’in kişi başına milli geliri 2004 yılında, 1290 Dolar olmasına rağmen dünyanın altıncı büyüklükteki ekonomisi olacaktır. Aynı yıllarda yani 1978’de Türkiye’nin ihracatı 2 milyar 300 milyon dolar iken 2004 yılına gelindiğinde bu rakam 63 milyar 200 milyon dolara ulaşacaktır. ÇHC’nin ihracatı 25 yıllık sürede (1978-2004) 60 kat artarken Türkiye’nin yaklaşık 28 kat artmış olduğu gözükmektedir. Aynı şekilde Türkiye’nin dünya ekonomisindeki yeri genellikle sabit kalmış ve 25 yıl boyunca %1’ler seviyesinde gezinmiştir.

Büyümeye yönelik diğer bir dönem başlangıcı olan 2005 yılı itibariyle 160 milyar dolar ticaret fazlası veren Japonya’nın ardından, 130 milyar dolarla ikinci sırada gelen ÇHC bu tarihlerden sonra yatırım çeken değil başka ülkelerde yatırımcı olan ülke kapasitesine ulaşarak birçok farklı bölgede çeşitli yatırımlar yapmaya başlamıştır.  O dönemlerde sürekli olarak sermaye açığı yaşayan Türkiye ile ÇHC’nin yolları da 1990’ların başında kesişmeye başlamış ve Türkiye-ÇHC İş Konseyi 1992 yılında kurulmuştur. 2010'da ise ekonomik tabanlı ikili ilişkiler “Stratejik iş birliği” düzeyine çıkarılmıştır.

2010 Sonrasında Türkiye’nin ÇHC Karşısında Sürekli Açık Vererek Mali Dengeyi Kaybetmesi

Küresel gelişmeler karşısında her iki ülkenin ekonomik bakışını temellendiren farklı kriterler bulunmakta ve bu durum zaman içerisinde karşılıklı ancak eşitsiz ve dengesiz bir ilişkiyi kurgulamaktadır. Türkiye’nin yeterli yabancı sermayeyi ülkeye çekememesi ve 2008 yılında yaklaşık 70 milyar dolar ticaret açığı vermesi üzerine 27 Eylül 2009 tarihinde Pekin'de düzenlenen Türkiye ile ÇHC arasındaki Karma Ekonomik Komisyon (KEK) Toplantısı sonrasında ÇHC’de sadece o yıl için biriken yaklaşık 200 milyar dolarlık ticaret fazlasından Türkiye yatırım amaçlı faydalanmak istemiştir. Bu sebeple ÇHC ile olabilecek her türlü yeni ihracat olanakları araştırılmış ve karşılıklı daha sık görüşmeler başlatılmıştır. Her imkânı değerlendirmek isteyen Türkiye karşısında ÇHC’nin bu tarihlerden sonra daha çok mal alması beklenirken tam tersi şekilde Türkiye’ye daha çok mal satmaya başladığı görülecektir. Bu durum, Türkiye’nin ÇHC’nin ekonomik politiğine tam olarak karşılık veremediği ve ÇHC’nin ticari kapasite ve iş yapma biçimini çözemediği anlamına gelmektedir. Çünkü ÇHC ile ticari ilişkilerin zannedildiği kadar pek kolay olmadığı Türkiye tarafından zamanla anlaşılmıştır. Örneğin 2010 yılında gazetelere yansıyan demeci ile Çin Ticaret Bakanı Chen Deming, Türk fındığını çok sevdiğini belirterek, “Gazetede okudum. Günde 10 tane fındık yenilmesi iyiymiş. Çin’de 1,3 milyar insan var. Bu kadar kişi fındık yemeye başlarsa herhalde Türkiye’deki fındıklar yetmez” şeklindeki Türkiye’yi heyecanlandıran açıklaması zamanla karşılıksız bir beklenti oluştursa da Çinli yetkililerin daha önceki benzeri başka bir açıklamasını tekrar hatırlatmıştır. Ocak 2001’de de aynı şekilde Türkiye ziyareti sırasında Varyag Gemisi’ni İstanbul Boğazı’ndan geçirme peşinde olan Çin Dışişleri Bakanı Tang Jiaxuan, bu izni almanın kolay yolu olarak iki ülke arasında ortak bir dil ve ortak çıkarlar bulunduğunu belirterek Çinli turistlerin Türkiye’ye yönelmesi için bazı değişiklikler yapılması ve adımlar atılmasını kararlaştırdıklarını belirtilmiştir. Buna göre gazetelere yansıyan şekilde “2 milyon Çinli turist Türkiye’ye gelecek” efsanesi yayılmaya başlamış ve hatta görüşmelere katılan bir Türk diplomatın, “İlk etapta dünyayı gezen 180 milyon Çinli turistin yüzde 10’u gelse, Türk turizmi şaha kalkar” şeklindeki beklentilerinin karşılıksız olduğu zamanla anlaşılmıştır.

Türkiye ile ÇHC arasında 2010 yılında ikili ilişkiler “Stratejik iş birliği” çerçevesine yükseldikten sonra iki ülke arasındaki ticari denge Türkiye aleyhine hızlı bir şekilde bozulmaya başlamıştır. 2011-2020 arasındaki on yıllık dönemde karşılıklı ticarette ÇHC yaklaşık toplamda 175 milyar dolarlık avantaj elde etmiştir. Diğer bir ifadeyle Türkiye’nin son on yılda dış ticaret açığının önemli bir kısmını verdiği ÇHC karşısında sürekli olarak gerileme yaşadığı görülmüştür. Rusya ile birlikte ÇHC, Türkiye’nin dış ticaret açığında önemli paya sahip iki ülke olmaya devam etmiştir. Dünyada ticari fazlada Almanya’yı geçip bir numaraya yükselen ve 2020 yılında ticaret fazlasını 535 milyar dolara çıkaran ÇHC’nin bu fazlalığın oluşmasında Türkiye’nin katkısı yaklaşık olarak her yıl 20 milyar dolar civarındadır.

ÇHC karşısında sadece dış ticaret açığı vermekle kalmayan Türkiye, ekonomik göstergeleri bozulma gösterince ÇHC ile para takası (swap) anlaşmaları da imzalamaya başlamıştır. İlk olarak iki ülke Merkez Bankaları arasında Şubat 2012 tarihinde 3 milyar TL ve 10 milyar Çin Yuanı tutarında bir para takası (swap) anlaşması imzalanmıştır. Üç yıllık süre için yapılan bu anlaşma 2015’de tekrar yenilenmiş akabinde dört yıl sonra 30 Mayıs 2019 tarihinde ikili para takası (swap) anlaşması bu defa 10,9 milyar TL ve 12 milyar Yuana ulaşmıştır. Son olarak 2021 yılında ikili para takası (swap) anlaşmasının miktarı çok daha fazla artarak 46 milyar TL ve 35 milyar Çin Yuanına yükseltilmiştir. Sonuç olarak ticari açık yanında bu rakamlarla Türkiye’nin ÇHC’ye olan ekonomik bağımlılığının arttığı görülebilmektedir.

2031’e Kadar Türkiye ve ÇHC Arasındaki Ticari Dengesizlikte Bir Değişiklik Beklenebilir mi?

Son 50 yılda Türkiye ve ÇHC, 1970’li yıllarda ticari güç olarak birbirlerine yakın bir noktada bulundukları ve aynı yönde çabalarını artırmış oldukları halde Çin’in GSYH'si 1978'de 150 milyar dolardan 2018'te 14 trilyon dolar seviyesine ve 2020 yılında ise ÇHC Ulusal İstatistik Bürosuna göre 15,67 trilyon dolara ulaştığından, kişi başına düşen geliri de aynı donemde 310 dolardan bugün 10 bin doları aşmış durumdadır. Bu durum ÇHC açısından açık bir ekonomik mucize olarak kabul edilebilir. Diğer taraftan Türkiye’nin GSYH’si 1978’de 65 milyar dolardan 2020 yılında 717 milyar dolara artarken kişi başına gelir de 1978 yılında 4200 dolardan, 2020 yılında 8 bin 599 dolara yükselebilmiştir. Görüldüğü gibi diplomatik ilişkiler ve ardından ticari ilişkiler dikkate alındığında son 50 yılda; Türkiye ÇHC benzeri yeterli ekonomik sıçramayı yapamadığı gibi pek çok pazarda ucuz ÇHC mallarına karşı rekabet edemediğinden dolayı sürekli olarak önemli miktarlarda ticaret açığı vermeye devam etmiştir. Üstelik ÇHC’de 50 yıl öncesine göre işgücü ve birim maliyetleri eskiye nazaran çok fazla artmış olsa da ÇHC hala bu avantajı kullanmaya devam etmektedir. Türkiye ne yazık ki bu noktaya çoğunlukla katma değeri yüksek olmayan mallar ihraç ederek gelmiştir. Oysa ticarette bir ülkenin kazancı sattığı ürünlerin katma değerini yükselttiği ölçüde artacaktır. Bu noktada Türkiye’nin ürünlerindeki ileri teknoloji payını artırması ve hammadde veya teknoloji yoğunluğu düşük ürünler satıp teknoloji seviyesi yüksek ürünler satın alan mevcut pozisyonunu değiştirmesi gerekecektir. Diğer yandan Çin tüketicisinin talepleri ve pazarı Türkiye’den farklılıklar gösterdiği halde bu konu dikkate alınmadan karşılıklı ticaret yapılmaya çalışılmaktadır.  Özellikle motorlu taşıt aksam ve parçaları, medikal ekipmanlar ve elektrikli-elektriksiz makinelerde Türkiye’nin tedarikçi ülke konumuna yükseltilmesi halinde ÇHC’ye yönelik ihracat imkanlarının artması beklenecektir.

Dünya nüfusunun yaklaşık altıda birine sahip olarak 1,4 milyarlık insan topluluğunu barındırdığı halde 2018 yılı verilerine göre Türkiye'yi ziyaret eden her 100 turistten ancak birinin Çinli olduğu görülmektedir. Bu durumun sebebi de ziyaret açısından ülkelerin arasındaki uzun mesafe olduğu zannedilse de gerçekte olay bu şekilde değildir. Çünkü 2018’de Türkiye’ye 394 bin Çinli turist gelirken ÇHC’ye daha uzak olan Almanya’ya, Türkiye’deki rakamın dört katı olan yaklaşık bir milyon altı yüz bin Çinli turistin ziyaret ettiği bilinmektedir. Bu durum Türkiye’nin ÇHC nezdinde yeterince tanıtılmadığı ve turizm açısından Türkiye’nin ısrarcı olmadığı anlamına gelmektedir.

Diğer yandan 2010 yılında iki ülke arasındaki ikili ilişkilerin “Stratejik iş birliği” düzeyine çıkarıldığı belirtilmiş olsa da bu durumun rakamlara yansımadığı görülmektedir. Örneğin doğrudan yatırımlar konusunda iki yıl önce 2019’da ÇHC’nin Türkiye’deki mevcut yatırım miktarı olan 2,6 milyar doların 2021’de 6 milyar dolar seviyesine geleceğini ileri sürmüş olsa da bazı sebeplerden dolayı (Örneğin Pandemi vb.) bu rakamın yarısına ancak ulaşılabildiği tahmin edilmektedir.

Ticari ve ekonomik ilişkilerde yukarıda özetlenen 2021 şartlarının sürdürülmesinin Türkiye’nin lehine olmadığı açıktır. Bu açıdan Türkiye’nin yaklaşık on yıl sonra dünyanın bir numaralı ekonomisi olacağı kabul edilen ÇHC karşısında stratejik nitelikli bir yol haritasına ihtiyaç duyulmaktadır. Eğer ÇHC, çoğunlukla en çok ticari fazla verdiği AB bölgesindeki kazanımı ile yoluna devam etmek istiyorsa AB’ye bitişik ve bu bölgenin en yakındaki en aktif ekonomisi olan Türkiye’yi dikkate almak zorundadır. Aynı şekilde ÇHC’nin en çok önem verdiği “Bir yol, Bir Kuşak” projesinin hayati konumunda yer alan Türkiye, hem AB tarafına hem Afrika bölgesine ve hem de Asya’ya olan ekonomik ilgisini artırdığında ÇHC’yi bu bölgede dengeleyebilecek seviyeye gelecektir.

Öte yandan Türkiye ve ÇHC arasındaki diplomatik ilişkilerin 60’ncı yılı olan 2031 yılına gelindiğinde tıpkı diplomatik ilişkiler için 1971’de belirlenen ilkelerden olan “eşitlik ve karşılıklı çıkarları koruma prensibi çerçevesinde” Türkiye’nin ticari çıkarlarını ÇHC aleyhine zarar ettirmeyecek şekilde dikkate alıp koruyacak iki ülke arasında bir ticari mekanizma kurulabilmesi de bu şekilde devam edildiği sürece çok zor bir ihtimal olarak gözükmektedir. Halen ucuz işçilik var zannedilerek yatırım yapılan ÇHC’de asgari ücret tutarı yaklaşık 300 dolar civarındadır. Aynı şekilde şu anda Türkiye’de net asgari ücret ise yaklaşık olarak 330 dolardır. Dolayısıyla her iki ülkedeki işçi ücretleri birbirlerine çok yaklaşmıştır. ÇHC’nin yatırım için cazip olma şartlarından biri sona ermek üzeredir. Bu sebeple Türkiye’de ucuz iş gücü sebebiyle başka ülkeler yanında ÇHC’nin de yatırımlarını artırması beklenebilecektir. Tabi bunun için de Türkiye’nin daha ucuz ve kayıtsız çalışan ve sayıları gittikçe artan mülteci ve göçmenler sorununu da dikkate alması gerekecektir. 

 

KAYNAKÇA:

-Salih ÖZTÜRK, Deniz ÖZYAKIŞIR. “Türkiye Ekonomisinde 1980 Sonrası Yaşanan Yapısal Dönüşümlerin GSMH, Dış Ticaret ve Dış Borçlar Bağlamında Teorik Bir Değerlendirmesi”, Mevzuat Dergisi, 2005, Sayı:94,

- Seyhun DOĞAN, Türkiye Ekonomisi, İstanbul Üni Yy. 2015.

-Ümit ÇALIK, Çin Ekonomisi (Mao ve Mao Sonrası Dönem), Liberal Düşünce, Yıl 16, Sayı 64, Güz 2011, s. 185-206.

-Sumru ÖZ, “Küresel Rekabette Yükselen Bir Güç: Çin”, TÜSİAD-Sabancı Üniversitesi Rekabet Forumu Yy, 2006.

- Mehmet Ozan SARAY, Levent GÖKDEMİR, “Çin Ekonomisinin Büyüme Aşamaları (1978-2005)”, Journal of Yasar University, 2(7), 681-686.

-Zekeriyya AKDAĞ, “Türkiye – Çin İlişkilerinin   Tarihsel Gelişimi”, Hafıza Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 1, Aralık 2019.

-Barış ADIBELLİ, Osmanlı’dan Günümüze Türk-Çin İlişkileri. İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2016.

-“Türkiye-Çin İlişkilerinin 40 Yılı (1971-2011)” https://acikders. ankara. edu.tr /mod/ resource/view.php?id=84099

-https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Foreign-Trade-Statistics-January-2021-37413

-https://ticaret.gov.tr/istatistikler/dis-ticaret-istatistikleri

-https://www.aa.com.tr/tr/analiz/denge-arayisindaki-turkiye-cin-ticareti-ve-swap anlasmasi/1885585

-https://www.statista.com/statistics/901179/number-of-arrivals-from-china-in-tourist-accommodations-in-germany/

- https://isfikrim.com/cin-asgari-ucret-ve-ortalama-maaslar/

Tüm hakları SDE'ye aittir.
Yazılım & Tasarım OMEDYA