Mehmet GÜNEŞ
Tüm YazılarıGiriş
Bugünlerde tüm dünyanın hararetle konuştuğu Afganistan’da, kan, gözyaşı, yıkım ve işgallerin ardından son yirmi yılda bu ülkedeki silahlı çatışmaların birincil ve tanımlayıcı özelliği, tüm tarafların yoğun insan hakları ihlalleri ve savaş suçlarının sivillere verdiği onarılmaz derecede zararların büyük bir tahribat doğurduğudur. Savaşı şu an için kimin kazandığı veya kaybettiğinden daha öncelikli olduğu halde göz ardı edilen bu durumun, Afganistan’da benzeri yıkımların tekrar etmesini önleminin en iyi yolu olarak bu konudaki sorumluluk ve yükümlülükleri tarafsızca ortaya koyabilmek ve hatırlatmak gerekir.
Bugünlerde yaşadığı hezimetle anılan ABD, unutulmamalıdır ki 2001’de başlattığı Afganistan işgali için yanında sadece NATO güçlerini birlikte götürmemiş ayrıca ülkede Taliban karşısında başarılı olmak için bölgesel ve yerel güçlerle birlikte hareket etmiş ve başta Afgan halkına tepeden bakan 21.yüzyıl derebeyleri olarak görülen ve “savaş ağaları” adı verilen yerel milis güç liderlerini de sürekli olarak beslemişti. Dolayısıyla ABD, 20 yıllık sürenin sonunda kaybettiği bu mücadeleyi geçen zaman diliminde hem kendisine destek veren NATO güçleri ve hem de Taliban karşısında destek verdiği savaş ağaları olan yerel milis güçleri ile birlikte kaybetmiş olduğunu ve bahsedilen tarafların da ayrıca bu yenilgide payları olduğunu ilk başta hatırlatmak gerekir. Bu yenilginin emarelerinden biri olarak örneğin ABD’nin Afganistan’da desteklediği savaş ağalarından biri olarak “Herat'ın Aslanı” lakaplı Taliban karşıtı milis komutanı 70 yaşını aşkın İsmail Han, yıllarca bizzat komuta ettiği bölgedeki yerel halk tarafından geçen hafta yakalanarak Taliban’a teslim edildi. Afganistan'ın en modern şehri olan ve 'Horasan'ın İncisi' olarak tanımlanan Herat’ta 40 yıldır büyük bir kahraman olarak anılan ve 1979'da Sovyet işgaline karşı direnişin sembol ismi kabul edilen kişinin, başında bulunduğu milis güçlerle bu şekilde Taliban’a esir düşmesi şu ana kadar yürütülen savaşın da yeni bir sona eriştiğini göstermektedir. Ancak bu yazıda, ABD’nin ve Afganistan’daki NATO müttefiklerinin, yerel destekçi milis işbirlikçilerinin yirmi yıl sonra utanç hissetmeleri gerektiğini gösteren işgal ve düzen verme girişiminin başarısızlığından değil, Afganistan’da sivil ve masum insanların geçmişlerinin silinmesine ve geleceklerinin yok edilmesine yol açan ABD yanında müttefik ülke ordularının, yerel milis güçlerin ve hatta Taliban’ın sebep olduğu ağır insan hakları ihlallerinin, savaş suçlarının açığa çıkartılması ve tekrarının önlenmesi için ne şekilde ve nasıl soruşturulması gerektiğinden bahsedilecektir.
ABD ve Müttefiklerinin Afganistan’da Savaş Suçları
Afganistan’ın ABD tarafından işgalinin başlangıcı olan 2002 yılı, bu ülkede işlenecek savaş suçlarının, insanlığa karşı işlenmiş suçların en başta soruşturulması ve bu konuda sorumluların kısa zamanda Mahkemeye çıkarılması açısından hayli önemli bir yıldı. Zira 2002 yılında aynı zamanda Uluslararası Ceza Mahkemesini (UCM) kuran “Roma Statüsü” gereğince, Mahkemenin faaliyete geçebilmesi için gerekli olan 60 ülkenin onayı 11 Nisan 2002 tarihinde tamamlanmış ve adı geçen Mahkeme, insan hakları açısından büyük ümitlerle 1 Temmuz 2002 tarihinde kurulmuştu. Kuruluş tarihinden itibaren, uluslararası hukukta devlet gücü temsilcisi bireylerin cezai sorumluluğunu ortaya koyma iddiası ile taraf devletlerin ister kendi ülkelerinde isterse başka ülkelerde olsun devlet görevlilerince (asker, polis, siyasetçi vb.) işlenen tüm soykırım, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve saldırı suçlarını uluslararası bir yargı yeri olarak yargılaması için kurulan bu Mahkemenin öncülerinden biri olan ABD, demokrat Başkan Bill Clinton döneminde 31 Aralık 2000 tarihinde Roma Statüsü'nü imzalamıştı. Ancak 10 ay geçmeden 2001 yılında, Clinton yerine seçilen Cumhuriyetçi Başkan George W. Bush yönetimi UCM toplantılarına katılmamaya başlamış ve 6 Mayıs 2002 tarihinde ABD’nin Roma Statüsü'nden imzasını çektiğini resmen açıklamıştı. Temsil ettiği değerlerle uluslararası hukuka olan inancı yerle bir eden bu tavırla ABD, 2002 yılında özellikle Afganistan’da sorumluluğunda daha sonra işlenecek suç soruşturmalarından aslında kaçınmak için Uluslararası Ceza Mahkemesini bu şekilde kendi açısından işlevsiz bıraktığı zamanla görülecekti.
İşgal başarısızlığı sonrasında bugünlerde ABD ve taraftarları için Afganistan’dan çekilme hezimetleri sıkça konuşuluyorken asıl konuşulması gerektiği düşünülen konunun ABD’nin sebep olduğu yıkım ve suçların hesabını verip veremeyeceğinin öncelikle belirlenmesi gerekliliğiydi. Çünkü 2002’den günümüze ABD, işgalci sıfatıyla Afganistan’da büyük insan hakları ihlalleri doğuran birçok suçun sorumlusu olduğu halde bu şekilde, yıkılan Afganistan’dan çıkıp gidebileceğine inanıyorsa ve çekilme ile her şeyin üstünün bu şekilde örtüleceğini düşünüyorsa insan hakları açısından bunun doğru olamayacağı aslında geçen sene yaşanan bazı gelişmelerde ortaya çıkmıştı. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun küçümser şekilde “yasal bir organ kılığındaki siyasi bir kurum” olarak nitelediği Lahey merkezli Uluslararası Ceza Mahkemesi, Mart 2020’de Temyiz Dairesinin verdiği bir kararla, ABD’nin Afganistan'da çeşitli savaş suçlarının işlendiğine ve Mahkemenin de bu suçları yargılama yetkisine sahip olduğunu belirtmiş ve UCM savcılarına bu konuda soruşturma izni verildiğini açıklamıştı. ABD’nin Afganistan’da işlediği suçların soruşturulması için yıllarca büyük gayret veren ve hatta ABD Başkanı Donald Trump tarafından hakkında Haziran 2020’deki kararla, ABD'deki mal varlıklarına el konulması ve ülkeye giriş yasağı da dahil bazı yaptırımlar uygulanması talimatını verdiği Gambiyalı kadın Başsavcı Fatou Bensouda’ya ve Mahkeme Başkanı dahil diğer yetkililere getirilen ABD merkezli kısıtlamalar, uluslararası kamuoyunda büyük eleştiriler alınca ABD’de yeni seçilen Başkan Biden tarafından Nisan 2021’de bu yaptırımlar kaldırılmıştı. Ancak Afganistan’daki suçların açığa çıkarılması için 2017’den beri mücadele veren ve savaş suçlarını kabul ettiren Başsavcı Fatou Bensouda’nın görev süresi de iki ay önce Haziran 2021’de dolmuş ve yerine 1970 yılında Edinburg İskoçya’da doğan, günümüzde Pakistan dahil iki milyon dolayında müntesibi bulunan “Kādiyânîlik” (Ahmediye) mezhebine bağlı Pakistan asıllı Müslüman İngiliz vatandaşı Kerim Ahmet Han UCM’de yeni Başsavcı olarak göreve başlamıştı.
2020 yılında Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin özelikle 2002 sonrası savaşan taraflarca Afganistan’da işlenen savaş suçlarına ilişkin soruşturmaya başlaması karşısında, bu karara ABD ile birlikte şaşırtıcı şekilde en çok karşı çıkan taraf ise geçen günlerde Taliban karşısında ülkeden kaçan Afgan hükümet yöneticileri olmuştu. Çünkü 2020 yılında Başsavcılık tarafından soruşturmanın başlatılacağına dair açıklamadan kısa bir süre sonra, Afgan hükümeti iddia edilen suçlardan bazılarına ilişkin kendi soruşturmasını yürüttüğünü belirterek Uluslararası Ceza Mahkemesi’nden açılan ABD için açılması düşünlen soruşturmayı ertelemesini istemişti. Hatta Mayıs 2021’de Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesini ziyaret eden Afganistan Dışişleri Bakanı Muhammed Hanif Atmar ve Afganistan Başsavcısı Zabihullah Kerimullah, başlatılan soruşturmayı durdurmak için bazı girişimlerde bulunmuş ve Gambiyalı kadın Başsavcı Fatou Bensouda’yu bu konuda ikna etmeye çalışmıştı. Bu girişimlerin üzerinden yaklaşık bir sene geçtiğinde ortada başlatılmış bir soruşturma gözükmüyor. Çünkü şu anda Afganistan’da savaş suçlarını araştırmaya hevesli eski Başsavcı emekli olup çekildi, ABD, Afganistan’dan kötü anılarla çekildi ve bu ülke ile birlikte savaş suçlarına yönelik soruşturma yapılmasını istemeyen Afgan hükümetinin yetkilileri de ülkeden ayrılıp ülkelerini terk ettiler. Şimdi sorulması gereken soru, eski Afgan hükümeti yerine gelen Taliban yönetimi, ABD karşısında kazandığı savaşta düşmanının yaklaşık 20 yıl boyunca ülkesinde sergilediği savaş suçlarının araştırılması ve sorumluların cezalandırılması için Uluslararası Ceza Mahkemesini ve yeni Pakistan asıllı, İskoçya doğumlu Müslüman Başsavcı Kerim Ahmet Han’ı bu konuda harekete geçirebilecek mi? Yoksa Taliban, bu konuda hiçbir soruşturma girişiminde bulunmayacak m? Bu sorunun cevabını ararken Afganistan’da işlenen savaş suçlarına yönelik UCM’den daha önce halihazırda kendi ülkesinde kendi ordusu için bir soruşturma başlatan Avustralya’dan bahsetmek gerekir.
Avustralya’daki Afganistan Savaş Suçları Araştırmasının Akıbeti
Afganistan’da işlenen savaş suçlarına ilişkin geçen yirmi yıllık sürede, bu ülkede asker bulunduran sadece bir devlet bu suçlarla ilgili kamuoyuyla paylaştığı bilgilerle kısmen sorumluluğunu kabul etmiştir. Bu ülke Avustralya’dır. Avustralya, Afganistan'daki işgale destek için ABD ve NATO liderliğindeki operasyonların bir parçası olarak, son 20 yılda bölgeye 39 bin asker konuşlandırmış ve geçen süre içerisinde yaşanan çatışmalarda 41 askerini kaybetmiştir. Ancak ABD’nin Taliban’la görüşmeye başlamasından kısa süre sonra 2020 yılı Kasım ayında, Avustralya Savunma Kuvvetleri Genel Müfettişi'nin (IGADF) dört yıl süren bir soruşturmanın sonucunda hazırladığı ve Afgan silahsız sivillerin sebepsiz yere öldürüldüğünü belgeleyen "güvenilir kanıtların" yer aldığı 531 sayfalık bir rapor, ilk olarak Avustralya Genelkurmay Başkanı General Angus Campbell tarafından kamuoyuna açıklanmıştı. Afganistan'da 3.000'i özel kuvvetler olmak üzere 25.000'den fazla Avustralyalı asker, 2005'ten 2016'ya kadar rotasyonlarla bölgede aktif şekilde görev yapmıştı.
ABD’ye destek veren Avustralya birliklerinin içerisinde, 2005 ila 2016 arasındaki eylemlerinden ötürü hukuk dışı öldürme olaylarına karışanlarla ilgili bölgede görev yapan 423 tanıkla görüşülüp 20 binden fazla belge ve yaklaşık 25 bin görüntünün incelenmesi ile hazırlanan bahsi geçen rapora göre; Afgan sivillerin yasa dışı şekilde Avustralyalı askerlerce öldürüldüğünü belgeleyen "güvenilir kanıtların" yer aldığı, savaş suçu teşkil eden cinayetlerin hiçbirinin "savaşın harareti içinde" tanımlanmadığı ve cinayetlerin kasten imha etmek için işlendiği, öldürülen en az 39 silahsız Afgan sivile ait cesetlerin yanına "meşru bir hedef" olduklarını göstermek için bazı silah ve bombaların yerleştirilerek muhtemel bir soruşturmadan kurtulmanın planlandığı da yapılan soruşturmada açığa çıkmıştı. Olayların açıklanması üzerine Avustralya Genelkurmay Başkanı General Angus Campbell, “Afganistan halkından, Avustralya Savunma Kuvvetleri (ADF) adına, Avustralya askerlerinin herhangi bir suçu için içtenlikle ve kayıtsız şartsız özür dilerim” şeklindeki sözleriyle özür dilemişti.
Konunun bu ülke üzerinden ilk olarak açıklanmasının sebebi Avustralya’nın, tıpkı Afganistan gibi savaş suçlarını yargılayan Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargı yetkisini tanımış olması yani ABD gibi imzasını çekmemiş olmasıdır. Dolayısıyla hem Avustralya’nın kendi hazırladığı raporlarda gösterilen suçlara ilişkin ve hem de Uluslararası Ceza Mahkemesi savcılarının yapacağı soruşturmalarda açığa çıkacak savaş suçlarına göre, Afganistan’da masum insanlara karşı işlenen insanlık dışı muameleler ve savaş suçlarını işleyen sorumluların hukuken yargılanması doğrudan mümkün gözükmektedir. Ancak bunun için Uluslararası Ceza Mahkemesinden, önceki Afganistan yönetimin aksine Taliban yönetiminin, mutlaka talepte bulunması gerekecektir. İşgalle birlikte her yıl yaklaşık 3000 civarında sivilin öldüğü yirmi yıllık savaşta Afganistan’da binlerce sivil ölümlerinin en önemli sorumlu devleti olan ABD’nin işgal dönemi süresince açığa çıkan tüm savaş suçlarından ise ayrıca bahsetmek gerekecektir.
ABD’nin Afganistan’daki Savaş Suçlarındaki Sorumluluğunu Belgesellerde İzlemek
Afganistan işgalinin başlaması ile birlikte şu zamana kadar yaklaşık olarak 60 bin sivilin öldüğü ülkede, özellikle ABD askerlerinin bu bölgedeki işkence, eziyet ve soykırıma varan suçları yanında insanlığa karşı suç ve savaş suçu içeren birçok eylemi çeşitli zamanlarda basına ve medyaya da yansımıştı. Örneğin 2004 yılında onlarca askerin, Bagram üssündeki hapishanelerde uygulanan işkencelerle birçok sivilin öldürülmesi olayına karıştığı açığa çıkmıştı. Aynı şekilde 22 Haziran 2007’de Helmand eyaletinde düzenlenen bir hava saldırısında, kurbanlarının çoğunluğunu kadın ve çocukların oluşturduğu yüz civarında sivilin öldürüldüğü anlaşılmıştı. 2010 yılında masum sivil Afganlıları öldüren ABD askerlerinin, çektikleri bazı resimlerin yayınlaması üzerine, bu kişilerin yasa dışı şekilde “ölüm timi” adını verdikleri bir gizli bir grup oluşturdukları ve rastgele insan öldürdükleri anlaşılmıştı. Hatta bu timin yaptıklarını belgeleyen ve yönetmenliğini Dan Krauss’un yaptığı 2013 tarihli “The Kill Team” adlı belgesel yaşanan olayların vahametini bir nebze de olsa açıklıyordu. Devamında 11 Mart 2012’de Kandahar katliamı olarak kayıtlara geçecek şekilde, 16 masum sivilin ABD askerlerince Pençavi ilçesinde öldürüldüğü belirlenmişti. ABD ordusunun, sadece bir iki örnek olarak bu bahsedilenler dışında da özellikle son on yılda Afganistan’da hesapsız ve acımasız şekilde öldürülen sivillerin soruşturulması için basına yansımayan birçok dava dosyası açtığı da biliniyordu.
Özellikle Afganistan’da ABD’nin savaş suçlarına ilişkin sorumluluğuna yönelik artık televizyon filmleri ve dizileri yapılmaya başlamıştı. Ayrıca hem ABD yapımı hem de başka ülkelerce çekilen ve birçok gizli görüntü ve belge içeren belgesellerin sayısı bir hayli fazlaydı. Bunlardan en önemlisi olarak insansız hava araçlarıyla düzenlen saldırılara ilişkin Daniel Hale adındaki bir asker tarafından birkaç yıl önce kamuoyuna yansıyan itiraflarda, ABD’nin düzenlediği hava saldırılarında ölenlerin yüzde 90'ının aslında gerçekte askeri hedef olmadığı ve bu saldırılarda masumların rastgele şekilde öldüğü açıklanıyordu. Adı geçen askerin itiraflarından yola çıkılarak 2016’da yönetmenliğini Sonia Kennebeck’in yaptığı birçok ödül alan “National Bird” adlı belgeselde, gerçek görüntülerle bu durum ortaya çıkarılmıştı. Aynı şekilde Afganistan’da ölen askerlerden biri profesyonel Amerikan futbolcusu Pat Tillman’ın hakkında yapılmış olan 2010 tarihli, yönetmenliğini Amir Bar-Lev’in yaptığı “The Tillman Story” adlı belgeselde, aslında ABD ordusuna ait birliklerden yapılan atış ile öldüğü halde adı geçen askerin yakınlarına nasıl yalan söylendiğini anlatan ve Afganistan’da ABD ordusunun yaşadığı gerçekleri açıklayan başka bir belgeselde, bu şekilde savaş suçlarının başkalarının üzerine nasıl yıkıldığı da izlenebilmekteydi. Neticede, uluslararası Ceza Mahkemesi savcılarının fazla araştırma yapmasına gerek kalmayacak şekilde elde birçok soruşturma malzemesi zaten internette bulunmakta ancak bu gerçekleri yargıya taşıyacak yürekli savcılara ihtiyaç bulunduğu görülüyordu. Nitekim Gambiyalı kadın Başsavcı Fatou Bensouda bu direnci kırarak önemli bir hamle yaptı ancak kendisi emekli oldu. Bakalım UCM’nin yeni Müslüman Başsavcısı Kerim Ahmet Han, Afganistan’daki insan haklarının takipçisi olacak mı?
Sonuç
Afganistan’da geride kalan 20 yıllık sürede, savaş suçu işlemiş ülkelerin ve tarafların cezasız bırakılmaması bu dönemde çok acılar çeken Afgan halkının sıkıntılarını azaltan ve daha sonraki işgal girişimlerini engelleyecek en önemli çaba kabul edilebilir. Ancak bunun için ülkede yönetimi ele geçiren Taliban’ın bu konuda samimi olarak çeşitli girişimlerde bulunması gerekecektir. Dolayısıyla ABD’nin çekilmesi sürecinde bu ülke ile Taliban arasında bu konuda dışarıya yansımayan gizli bir anlaşma yapıp yapılmadığının zaman içerisinde görülebilmesi mümkün olacaktır. Taliban rejiminin iyi niyet ve samimiyeti ve kendi halkı nezdindeki itibarı bu şekilde ortaya çıkacaktır. Ancak başta BM olmak üzere yirmi yıllık süre içerisinde, sadece ABD ve müttefiklerinin değil aynı zamanda eski Afgan yönetimi ile Taliban’ın da savaş suçları işlediği çeşitli araştırma raporu ve belgelerde ileri sürülmektedir. Örneğin İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), Amerikan Merkezi Haber Alma Teşkilatı (CIA) destekli kuvvetlerin Afganistan'da savaş suçları işlediğini ortaya koyan 53 sayfalık raporunda; belgelerle NDS adı verilen Afgan kuvvetlerinin, sadece 2017-2019 yılları arasında 14 kez savaş suçu işlediğini açıklamıştır. Aynı şekilde Taliban tarafından sivil halkın toplanma yerlerine karşı düzenlenen onlarca intihar saldırılarında yıllar içerisinde binlerce masum Afganlının öldürüldüğü de unutulmamalıdır. Örneğin 2018 yılında Afganistan'ın başkenti Kabil'deki bir üniversite sınavı hazırlık kursunda düzenlenen ve Taliban’ın üstlendiği intihar saldırısında 48 genç hayatını kaybetmiştir. Benzer şekilde 2019 yılında seçim mitinginde toplanmış insanların arasında patlatılan ve Taliban’ın üstlendiği bombalı saldırıda yüze yakın silahsız masum insan ölmüştür. Dünyada intihar bombacısı saldırı eylemlerini takip eden çalışmalara göre; 2019'da Afganistan'da yaklaşık 660 kişinin öldüğü ve 1.820 kişinin yaralandığı Taliban destekli 43 intihar bombacısının eylemi tespit edilirken, 2020 yılında ise Taliban tarafından düzenlenen 52 intihar bomba eylemi sonrasında çoğunluğu sivil ve Afgan asker ve polisi olmak üzere yaklaşık 400 kişinin öldüğü ve 1.235 kişinin yaralandığı belirtilmektedir. Bu rakamlar ve istatistikler hangi tarafın haklı veya haksız olduğunu göstermemekte Afganistan’da insan hayatının ne derece önemsizleştirildiğini bize hatırlatmaktadır. Sonuçta Afganistan’da ABD gibi Taliban’ın da savaş kurallarını hiçe sayan ve kendi halkına bile savaş suçları işlemiş bir yapı olarak bundan sonra ülkesinde işgalciler sonrası ne kadar insan hakkını gözeteceğinin önümüzdeki süreçte yakından izlenmesi gerekecektir.
Güncel Yazıları
50'nci Yılında Türkiye-Çin İlişkilerinin Politik Ekonomi Perspektifinden Geleceği..
09 Ağustos 2021
Devletler İçin Uluslararası Politikada: “Çıkış Stratejisi”
01 Ağustos 2021
Merkel Sonrası Almanya’da Aşırı Sağ AfD ve Rusya Birlikteliği
15 Temmuz 2021
2021 NATO Zirvesinin Rusya ve Doğu Avrupa Ülkeleri İçin Yansımaları
05 Temmuz 2021
Ortadoğu'da Üç Cumhurbaşkanlığı Seçimi Anayasalarına Göre İsrail, Suriye ve İran Örne..
10 Haziran 2021
Türkiye’nin Arktik Bölgesi Politika Hedeflerine İlişkin Bir Değerlendirme
23 Mayıs 2021
Kıbrıs Uyuşmazlığı ve İngiltere'nin Önerileri
04 Mayıs 2021
Uluslararası Hukukta Soykırım ve Özür Dileme
27 Nisan 2021
ABD, Uluslararası Hukuka da Geri Dönebilecek mi?
24 Şubat 2021