"Dünyanın en mert milleti ve en iyi askeri Türklerdir"
Colmar von der Goltz
(Atam Dergi, sayı 36, sf. 776, 1996)
Devlet-i Aliye’nin (Osmanlı) harbiyede ıslahat için Almanya’dan davet ettiği askeri uzmanlar arasında önde gelen isimlerden biri, belki de birincisi olarak Goltz Paşa (Colmar von der Goltz, 1843-1916) gösterilebilir. Goltz Paşa, yalnızca İstanbul’a gelen en üst rütbeli Alman generallerden biri olmasıyla değil, 43 yıllık bir zaman zarfında toplam 15 yılı aşan görev süresiyle çok uzun bir zaman Türk Ordusuna katkı sağlamış olmasıyla da Alman askeri heyeti mensupları arasında öne çıkmaktadır.
1883’te Türkiye’ye gelişinden hemen önce, 40 yaşında bir binbaşı iken Millet-i Müselleha (Das Volk in Waffen) adlı eserini yayımlar. Bu kitap bugün dikkatli bir gözle okunduğunda, okuyucuyu hayretler içinde bırakabilecek bir kitaptır. Özetle, milli güvenliğin tesisi için milletin tümüyle askerliğe ve harbe hazır olması gerektiğini etraflıca ele almaktadır. Bir dünya savaşının olacağı öngörüsü, topyekün harp ve kitlesel seferberlik benzeri pek çok öğeyi kaleme alışı gibi yönleriyle bu eser dikkate değerdir.
Bizim Goltz Paşa
Goltz Paşa’nın yukarıda belirtilen yönleri göz ardı edildiğinde bile Devlet-i Aliye’ye gelen herhangi bir Alman general değildir, öznel bir değerlendirme olmakla birlikte örneğin Liman von Sanders’e göre çok daha “bizden”dir. Çok iyi bir subay, kurmay ve eğitimci olduğu gibi, zaman içinde Türk askerlerine sevgi beslediği veya öyleymiş gibi göründüğü de anlaşılmaktadır. Elbette bu, Alman İmparatorluğunun ona verdiği görev ile uyumlu bir tavırdır. Almanya’ya olan sadakati hilafına olmamakla birlikte, emsallerine nazaran Türk güçlerini Alman menfaatleri için harcanacak piyon olarak görmediği söylenebilir. Bilhassa askeri okulların iyileştirilmesi için çalışıp başarılı olur fakat pek çok alanda savunma ve güvenlik ile ilgili katkı sağlamaya çalışmıştır. İlk on yılda yapmak istediği reformların önemli bir kısmının askeriyeye güvensizliği nedeniyle Padişah 2. Abdülhamit tarafından veto edildiğini veya frenlendiğini, yine bizzat Padişah tarafından askeri okulları ıslah etmesinin istendiğini anılarında kaydederek; ıslahatların adeta askeri okulların teorik eğitimi ile sınırlandırılmak istendiğini, tatbikat, manevra, yeni birlik tesisi, hatta atış eğitimlerinin bile Padişah’ta rahatsızlık ve tepki oluşturduğunu esefle anlatır. Onun Devlet-i Aliye ile ilgili değerlendirmeleri sadece askerlik sahası ile sınırlı değildir; Bab-ı Âli’nin Türk ve Müslüman tebaaya odaklanarak güvenlik siyasetini bu temel üzerinde inşa etmesi görüşünü çok erken bir dönemde ortaya koymuştur.
İkinci Meşrutiyet döneminde Türkiye’de daha az zaman geçirse de, Jön Türkler tarafından daha fazla ilgi ve destek görmüştür. Birinci Dünya Savaşında Türk Ordularına destek vermek için bir daha ayrılmamak üzere Türkiye’ye gelir. Komutanlık anlayışı, yaklaşım ve tavırları ile cephede de Türk subayları üzerinde olumlu tecrübeler miras bırakır. 1916’da İngilizlerle mücadele ederken Irak’ta hastalanıp hayatını kaybeder, vasiyeti üzerinde cenazesi Almanya’ya götürülmez, mezarı İstanbul’dadır. Hizmetlerini yansıtır şekilde mezar taşında hem haç, hem de ay yıldız bulunmaktadır.
Millet-i Müselleha
Goltz Paşa, 1800’lü yılların Avrupasının ahval ve şeraitini fevkalade idrak ederek, efkar-ı askeriyenin geleceğini isabetle tahlil etmiştir. Bu isabetli tahlil, Millet-i Müselleha adını taşıyan kitapta ifadesini bulmuştur. Kitabın başlığı bugünün Türkçesi ile “silahlı, silah altındaki (orduya katılmış) millet” olarak ifade edilebilir. Elbette 400 sayfadan uzun ve 11 kısımdan oluşan bu kapsamlı ve derin eseri bir kaç cümle ile özetlemeye çalışmak isabetsizliğe mahkûmdur fakat bir fikir vermek için bazı yönleri vurgulanabilir: Goltz Paşa, profesyonel birliklerin, silah altına alınmış (seferberlik veya zorunlu askerlik ile halk tipi) birliklere üstün olduğunu kaydetmekle birlikte, büyük ölçekli savaşlara hazır olmak için zorunlu askerlik hizmeti ile bütün milletin temel askerlik terbiyesi alması ve profesyonel askerlerle birlikte savaşmaya hazır olması gerektiğini ifade eder. Millet-i Müselleha da; militarist bir toplum veya spartan bir yaklaşımdan farklı olarak, az çok “ordu millet” ifadesi ile anlatılabilecek bir kavramdır. Büyük (topyekün) savaşları, ordu ve milletin (veya profesyonel ordu ile halk ordusunun) ele ele vererek kazanabileceğini ifade eder. Millet, yaşamını garanti altına alabilmek için, milletçe savaşmaya hazırlanmalıdır. Bazı eleştirmenler bu gibi değerlendirmeleri “Sosyal Darvinizm” ile ilişkilendirse de, Sanayi devriminden beslenen ve topyekûn harbe giden yolda Goltz Paşa’nın basitçe gerçekçi bir yaklaşım sergilediği söylenebilir.
[Bu satırları yazmak için, yıllar önce okuduğum bu kitabı tekrar okurken, hayrete, hayranlığa, dehşete düştüm. Bir dünya savaşının çıkacağını, daha önce görülmemiş bir yıkım getireceğini, zafer ve yenilginin ötesinde milletler için ölüm-kalım savaşı halinde gerçekleşeceğini, hem de Birinci Dünya Savaşı başlamadan kırk bir yıl önce, Goltz Paşa nasıl öngörebilmişti?]
Millet-i Müselleha, Goltz Paşa’nın önsözünde de belirttiği gibi; bir strateji, taktik veya askeri eğitim dersi değildir. Ancak 21. Yüzyılın değişen bazı savunma sanayii eğilimlerini bile neredeyse 200 yaşındaki bu kitap ile tefsir etmek mümkündür. Kitap, adeta felsefi bir tartışmayı da soğuk bir gerçeklik olarak okuyucuya sunar: savaş insanın bir parçasıdır, insan tabiatı savaşlara zemin hazırlamaktadır ve gelecek daha korkunç savaşlar getirecektir. Makyavelli’den Clausewitz’e kadar düşünürlerin görüşlerini ele alarak sürdürdüğü akıl yürütme, savaş için gerekli manevi/moral gücün temel olduğu gerçeğine geri döner. Savaşların üstesinden ancak millet gelebilir, fakat milleti yönlendirmek zor olduğu gibi, milletin savaşa hazırlanması; millet-i müselleha, ordu millet haline gelmesi gereklidir. Bunun için millet nasıl savaşacağını bilmeli, kendi silahlarını üretebilmelidir. Goltz Paşa’nın “modern” teçhizatı önemsediği ve modern teçhizatın birliklerin gücünü öteye taşıdığını söylediği de kaydedilebilir.
Kitapta dikkat çekilen bir ikilem de şudur: Harp ilkelerini öğrenmek ve harbe hazırlanmak, insanları harbe girmeye teşvik edebilir. Öyleyse, -doğası gereği bir felaket olan- harbi teşvik etmek gibi bir sonucu da olabilir. Ancak bu, yine de elzem bir hazırlıktır. Goltz Paşa, insan tabiatını ve tarihi esas alarak insanların neden savaşa tamah ettiğini de kendi bakış açısıyla izah eder. İnsanları ölüme götüren ölümsüzlük arayışıdır. Kahraman bir ordunun tek bir neferi bile ordunun zaferini ve şöhretini şahsında taşır. Zaferin ışığı bireyin şahsi yönlerini, kişisel gayretlerini –ve kusurlarını- gölgeler, bireyi zaferin bir parçası ve ayrılmaz bir ortağı olarak öne çıkarır. Muzaffer bir ordunun başkomutanı ile alelade bir neferi arasında şan bakımından bir fark yoktur.
Goltz Paşa, Almanya örneğinden yola çıkarak, en büyük siyasi hedefin, askeri olarak savunma ve saldırı kabiliyetinin mükemmelleştirilmesi olduğunu söyler. Bununla ayrılmaz biçimde, millet manevi olarak da savaşa –savaşı sürdürmeye- hazır olmalıdır. Manevi güç ve manevi hazırlık, en önemli boyuttur.
Eserde, Alman milleti ve Almanya önemli bir yere sahiptir. Kitabın son sayfalarında da Almanya’nın geleceğinde kaçınılmaz büyük bir savaşın/savaşların olacağını söyler.
Son Söz Yerine
Goltz Paşa’nın, Birinci Dünya Savaşında ve Türk İstiklal Harbinde görev almış Türk Subayları üzerinde etkili olduğu kabul görmektedir. Subay eğitim müfredatındaki binlerce sayfalık kaynak metni bizzat kaleme aldığı gibi, görüşleri de Türk subaylarını etkilemiştir. Elbette Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK de bu subaylardan biridir. Örneğin Goltz Paşa’nın önemsediği, askerin/ordunun siyasetten uzak durması ve siyasete karışmaması görüşünü, daha genç bir subayken Mustafa Kemal’in de paylaştığı bilinmektedir: 1909’da İttihat Terakki Cemiyetinin 2. Kongresinde savunduğu “subaylar parti üyesi olmamalı, parti işi ile uğraşmamalıdır (…) bu kanun ile yasaklanmalıdır” mealindeki beyanı bunu yansıtmaktadır. Cemiyetin o günkü efkar-ı umumisine uygun düşmese de, bu görüşün isabetli olduğu Birinci Balkan Savaşı felaketi ile ispatlanacaktır.
Müselleh olmayan bir milletin (silahlanmamış, savaşmaya hazır olmayan bir milletin) ordusunun tek başına yurt savunması için mutlak anlamda yeterli olamayacağı görüşü üzerinde durulduğunda, buna en uygun şekilde hazırlanan devletlerin İsrail ve Finlandiya gibi; modern teçhizatın yanında profesyonel birlikler, zorunlu askerlik ve sıkı bir seferberlik hazırlığı ile askeri kapasitesini pekiştiren aktörler olduğu değerlendirilebilir.
Millet-i Müselleha bağlamında; ordu sevgisi, askerlik hizmetine duyulan saygı ve vatan savunmasına atfedilen kutsiyetin milli gücün manevi boyutunun önemli unsurları olduğu da vurgulanmalıdır. Millet, savaş halinde ordusuna katılmaya ve ordusu ile birlikte savaşmaya hazır ve istekli olmazsa, güvenliğinden ve geleceğinden emin olamaz. Goltz Paşa’nın yazıya döktüğü bu görüşler; henüz kitle imha silahlarının ortaya çıkmadığı, uçak ve zırhlı araçlar gibi teçhizatın olmadığı, bir dünya savaşının yaşanmadığı bir ortamda oluşmuşsa da, bugün dahi üzerinde düşünmeye değerdir.
20. Yüzyılın iki dünya savaşı, Soğuk Savaş, Soğuk Savaşın sona ermesi ile başlayan süreç içinde 21. Yüzyılın değişen “kuvvet” ve “doktrin” anlayışları Goltz Paşa’nın 180 yıl önce kaleme aldığı görüşlerini çürütebilmiş midir?