Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

İsraf, Verimlilik ve Kalkınma

Mehmet YALBURDAK
25 Temmuz 2024 17:54
A-
A+

Kalkınma Nedir?

Kalkınma; bir ülkede oluşan, üretilen, artırılan maddi gelişmelerin, toplumsal, siyasi, hukuki, kurumsal, kültürel, adil ve yaygın olarak dağılmasının bir sonucudur. Kalkınma; siyasal, hukuki, evrensel süreçlerin de etki ettiği, bütüncül bir kavramdır. Kalkınma düzeyi; ülkelerin  sosyal, ekonomik, hukuki, endüstriyel, siyasal ve kurumsal gelişmelerine bağlıdır.

Kısaca; kalkınmadan bahsedebilmek öncelikle GSYH’da bir artışı gerekli kılar. Ancak tek başına GSYH’daki artış kalkınma kavramını açıklayamaz. Eğer; GSYH artışı sosyal, kültürel, siyasi, medeni, hukuki hayatı topyekün geliştirmiyorsa, gelir dağılımını daha adil hale getirmiyorsa, sağlık, eğitim, güvenlik, barınma, adalet vb. temel evrensel insan ihtiyaç ve hizmetlerini eşit olarak yaygınlaştırmıyorsa ülke kalkınmış demek değildir.

Belirtildiği gibi kalkınmak için öncelikle ekonomik büyüme gereklidir. Daha başka bir tanımla; kalkınma için yatırımdan önce sahip olduğumuz varlıkların israf edilmeden verimli kullanılması şarttır. Yapılan araştırmalara göre kalkınma; %87,5 oranında sahip olunan herşeyin israf edilmeden verimli kullanımına,  %12,5 oranında da yatırımlara bağımlıdır.

Kalkınma; büyümenin yanında; ekonominin sahip olduğu; sabit sermaye, beşeri sermaye, toprak, su gibi bütün varlıkların israf edilmeden verimli şekilde kullanılması ve bu kullanımdan doğan kazancın insan onuruna yaraşır şekilde adil olarak dağıtılmasını da gerekli kılar. Söz konusu dağıtım başarılamazsa sadece sabit sermaye yatırımlarıyla beklenen kalkınma sağlanamaz, hatta sağlanamadığı gibi ülke kaynakları israf edilir. Böylece yatırımlardan elde edilebilecek üretim artışı sağlanamadığı gibi kaynakların israfı ve verimsiz harcanmasından dolayı enflasyonlara da sebep olunabilir. Bu hususun sebep olduğu bir diğer sonuç ise toplumsal barış ve güvenliğin sağlanamaması olabilir.

Bu kısa girişten sonra ülke varlıklarımızın tek tek verimli değerlendirilip değerlendirilemediğini, israf edilip edilmediğini ve hesaplara dayalı olarak varlıklarımızın kullanım ve harcama şeklinin kalkınmamıza etkisini incelemek açıklamaya çalıştığımız israf, kalkınma ve verimlilik ilişkisinin daha net görülmesini sağlayacaktır.

Nüfus, İşgücü İsrafı, Verimliliği ve Kalkınmamıza Etkisi

İsraf, verimlilik ve kalkınma  konusunda öncelikle açıklanması gerekli olan nüfus verileridir. Ülkeler zenginleştikçe oran olarak 0-14 yaş arası genç nüfus azalarak 65 yaş üstü nüfus artmakta, fakirleştikçe tersi olmaktadır. 

Gelişmiş ülkelerde 0-14 yaş nüfus oranı toplam nüfusun %12-15 arasına kadar gerilerken,  15-65 arası %65’ler civarında, 65 yaş üstü nüfus ise %20 ve üzerine kadar yükseldiği görülmektedir.

Ülkemizin de  içinde bulunduğu orta gelir grubu ülkelerde; 0-14 yaş grubu %25, 15-64 yaş grubu %66 ve 65 yaş üstü ise %9 oranındadır.

Geri kalmış ülkelerde 0-14 yaş nüfusu ortalama %40’ların üzerine kadar çıktığı, 15-64 yaş nüfusunun %50’lere, 65 yaş üstü nüfus ise toplam nüfusun %3’lerine kadar gerilediği görülmektedir.

Geri kalmış ülkelerde, işgücüne katılım oranı geçim sıkıntısı nedeniyle çocuk işçilerinde çalıştırılmasıyla %70-80 oranına kadar yükselmektedir.

Gelişmiş ülkelerde işgücüne katılım oranı %60’ların üstünde olurken, işgücüne katılanların çoğunluğu istihdam edilebilmekte böylece işgücü israfı düşük olmaktadır.

Orta gelir grubu ülkelerde; işgücüne katılım oranı %60’lar civarında iken ülkemizde maalesef bu oran çok düşük olup %53’tür. Aynı oran İran’da %43, Mısırda %42’dir. Bu durum işgücü israfının ülkemizde çok yüksek olduğunu göstermektedir. İşgücü katılımının düşük ve bu yolla israfının yüksek olduğu İslam ülkelerinde katılımın düşük olmasının birinci nedeni geleneksel kadın nüfusun işgücü dışında tutulması ikinci nedeni ise ekonominin istihdam potansiyelinin azlığıdır. Ülkemizde; çalışabilecek yaşta olup geleneksel kültür, inanç ya da ekonominin istihdam potansiyelinin azlığı nedeniyle %75’e yakın çoğunluğu kadın olan nüfusumuz işgücüne katılım verilerinin ve çalışma hayatının dışında tutulmaktadır.

Ülkemizde; 0-14 yaş %23,15-64 yaş grubu %68 ve  65 üstü nüfus ise %9’dur. 15 yaş üstü nüfus oranı toplam 65,5 milyon (%77) iken, gelişmiş ülkelerde %60-70 arası olan işgücüne katılım oranı ülkemizde %53 yüzdeyle 35 milyonun altındadır. Bu oran, beşeri varlığımızın çok yüksek oranda işgücü katılmadan atıl kaldığını göstermektedir.

Kısaca; Dünya bankası 2022 yılı verilerine göre; 65,5 milyon olan 15 yaş üstü nüfuzumuzun; çalışan 31 milyonu, öğrenci ve hasta olan 7,8 milyonu, olması gerekli gerçek emekli 13 milyonu çıkarılırsa 13,7 milyon insanımızın  tam atıl kaldığı görülecektir. Kısaca çalışan sayımız 45 milyona yakın olması gerekirken 31 milyon olması yaklaşık 14 milyon işgücümüzün atıl kaldığını göstermektedir. İşgücü verimliliğimizin gelişmiş ülkeler ortalamasının 3,7’de biri kadar olduğu ülkemizde işgücü israfının çok yüksek olması da dikkate alınırsa ülkemizin tam olarak kalkınıp zengin ülkeler sınıfına dahil olası mümkün görülmemektedir.

Aşağıdaki grafikte de görüleceği üzere TÜİK’in yaptığı araştırmalara göre, ülkemizde çalışabilecek yaştaki nüfusun yaklaşık 16 milyonu (%24,4) bulan atıl nüfusunu bu nedenle ülke vatandaşı değilmiş gibi üretime hiçbir katkısı olmadan atıl yaşadığı görülmektedir. TÜİK’in bu verilerinde Dünya Bankası verilerinden daha kötümser bir tablo görülmektedir.

Ülkemiz ve orta gelir grubu ülkelerde yeterinden fazla çalışacak yaşta nüfus olmasına rağmen iş bulma ümidini kaybettiği için iş aramayan ve bu nedenle işgücü katılım verilerinde görülemeyen, ekonomiye katkısı olmadan yaşayan nüfus oranı ve israfının çok yüksek olduğu görülmektedir.

Bilindiği üzere işgücü hesapları 15 yaş üstü nüfusun oranı olarak yapılır. BM verilerine göre ülkemiz 2022 yılı 15 üstü nüfusu 65,5 milyondur. 15 yaştan büyük nüfusumuzun %53’ü yani 34 milyonu işgücüne dahildir. %58 Dünya ortalamasına göre işgücüne dahil olmayan yani %5 (3,3 milyon), gelişmiş ülkeler otalamasına göre %8 (5,3 milyon), aralarında bulunduğumuz orta gelir grubu ülkelere göre %4 (2,6 milyon) işgücü kaybımız, yani beşeri sermaye israfımız vardır.

Ülkemiz erkek işgücü katılımı hemen hemen bütün ülkelerden ve dünyadan %10 kadar fazladır. Ancak kadın işgücü katılımı ise bu orandan daha fazla düşüktür.

Bunun; 34,5 milyonu işgücü, 31 milyonu işgücü dışı 31 milyonu çalışan ve 3,5 milyonu resmi işsizdir.  

İşgücü dışı nüfusumuz  işgücümüzün %90’ı oranındadır. Aynı oran dünyada %73, yüksek gelir grubu gelişmiş ülkelerde ortalama %64, ülkemizin de aralarında bulunduğu orta gelir grubunda ise %77, Çin’de %49, Endonezya’da %50’dir.

Gelişmiş ülkelerde nüfus gittikçe yaşlanmakta ve ekonominin ihtiyaç duyduğu işgücü temininde sıkıntılar yaşanmakta ve bu nedenle işgücü ihtiyacı planlı şekilde  seçilerek kabul edilen göçle kapatılmaktadır.

Geri kalmış ülkelerde, genç nüfus çok fazla, yaşlı nüfus çok az olduğu için çoğu zaman istismar edilerek çocuk işçilerin çalıştırılması işgücüne katılım oranının yüksek görülmesine neden olmaktadır.

Nüfusun yaşlara göre dağılımı; eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, istihdam,  teknolojik gelişim ve verimliliği de etkilemektedir. Gelişmiş ülkeler planlı ve programlı şekilde geri kalmış ülkelerin sağlıklı ve eğitimli nüfusunu seçerek göçmen kabul edip işgücü ihtiyaçlarını karşılarken gelişmekte olan veya geri kalmış ülkeler kalifiye işgücünü kaybetmektedirler.

Dünya’da nüfus konusunda dikkat çeken bir başka husus; başta Slav ırkı olmak üzere kuzey ülkelerine gidildikçe kadın nüfus oranının artması, güneye inildikçe azalmasıdır. Bu durum aile yapısı çok sağlam olmayan o ülkelerde toplumsal yapıyı tehdit eder hale doğru gelişmektedir.

Çok milletli kuzey ülkelerinde dikkate değer önemli bir hususta; aile hayatlarını göreli olarak koruyan Müslüman nüfusun daha yüksek oranda artması, aile hayatını daha az tercih eden Hristiyan nüfusun ise azalmasıyla, söz konusu ülkelerde çok milletle barışı koruyabilecek demokratik bir sistem kurmalarını gerekli kılmaktadır. Aksi halde, bu durum uzun vadede milli güvenlik sorunu haline gelebilecek bir gelişmedir.

Atıl Kalan İşgücümüz Ve Ekonomik Kayıplarımız

Yukarda da görüleceği üzere atıl kalan işgücü sayımız; Dünya Bankası’na göre 14 milyon, TÜİK’e göre 16 milyon. Ortalamasını doğru kabul edersek Türkiye’de üretime katkısı olmayan 15 milyon atıl nüfusun varlığını kabul edebiliriz.

Türkiye ortalama işgücü verimliliği 30.000 ABD doları üzerinden hesaplarsak 15 milyon insan gücü varlığının atıl kalması; ülkemize yıllık  450 milyar dolar bir gelir kaybına sebep olmaktadır.

2022 yılı gelişmiş ülkeler işgücü verimlilik ortalaması olan 101 bin dolar ile ülkemiz işgücü verimliliğinin ortalaması olan 65 bin dolar üzerinden hesaplarsak, yıllık 975 milyar dolar bir gelir kaybımız olduğu görülmektedir.  Bu kayıp; 2022 yılında 905 milyar dolar olan GSYH’mızın da çok üstünde üstünde bir gelir kaybıdır.

Görüleceği üzere Türkiye; daha önceki yazılarımızda nasıl yükseltilebileceğini izah etmeye çalıştığımız verimliliği hiç olmazsa gelişmiş ülkelerle ülkemiz ortalamasına mutlaka yükseltmeli ve atıl işgücünü aktif veya çalışır hale getirmenin çarelerini bulmalıdır.

Atıl işgücünü çalışır hale getirir çalışan sayısını 46 milyona yükseltirsek 30 bin dolar olan Türkiye işgücü verimliliği ile hesaplarsak ülkemizin 2022 yılında 905 milyar dolar olan toplam GSYH’sı  1,4 trilyon dolara yükselebilecektir. Bu durumda kişi başına GSYH’mızda 16.400 dolar olacaktır.

İşgücü verimliliğini ülkemiz ve gelişmiş ülkelerin ortalaması olan 65 bin dolar alırsak GSYH’mız 3 trilyon dolara yükselebilecektir. Bu durumda ise kişi başına GSYH’mız 35 bin doları bulacaktır.

İşgücü israfının yüksek ve verimliliğinin düşük olmasının ülkemizde ne kadar büyük kayıplara sebep olduğunu verilerle göstermeye gayret bu yazımız sektörel bazda verimlilik ve israfın nelere mal olduğunu izah etmeye çalışacağımız başka yazılarla devam edecektir.