Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

Su Kullanımında İsraf, Verimlilik ve Kalkınma

Mehmet YALBURDAK
06 Ağustos 2024 11:43
A-
A+

Küresel İklim Değişikliği ve Türkiye

Bilindiği üzere bütün canlıların hayatlarını devam ettirebilmeleri için suya ihtiyaçları vardır. Su olmadan canlı hayatı olmaz, kısaca canlılar yok olur, ya da yaşayabilecekleri ülkelere göç ederler. Bu nedenle, su kullanımı; planlı, israfsız ve verimli olmalıdır. Özellikle son yıllarda hissedilmeye başlayan küresel ısınma ile  suyun israf edilmeden kullanımının önemi daha belirgin hale gelmiştir. 

Dünya tarihi boyunca Dünya ikliminde büyük değişiklikler yaşandığı bilinmektedir.  4,5 milyar yıldır, güneş, atmosfer ve Dünya arasındaki oluşan etkileşim değişiklikleri nedeniyle doğal faktörlere bağlı olarak iklim değişiklikleri olduğu, mesela yeryüzünün buzullarla kaplanarak buzul çağı yaşandığı, 20 bin yıl önce kuzey yarımkürenin buzullarla kaplanması, altı bin yıl önce meydana gelen sıcaklık artışı, 16. yy da başlayıp yaklaşık 3 asır süren küçük buzul çağı gibi doğal nedenlere bağlı iklim değişiklikleri insanlar dahil canlıların hayat tarzlarını etkilemiş, iklim değişikliği; bazen insanların ve hayvanların yaşadıkları bölgeleri terkederek göç etmelerine yol açmıştır. Yeryüzündeki buzullar jeolojik devirler süresince defalarca ısınma sonucu erime süreci atlatmıştır. Ancak jeolojik dönemlerde buzullarda görülen erime ve tekrar buzulların oluşmaları doğanın kendi döngüsü içerisinde gerçekleşirken günümüzdeki buzul erimeleri tamamen beşeri sebeplerle Küresel Isınmanın sonucu olarak meydana gelen bir olaydır. 

19. yüzyılın ortalarından itibaren, üretim yapısında meydana gelen değişiklikler ve sanayileşmedeki hızlanmayla birlikte, kullanılan fosil yakıtlardan atmosfere salınan ozon, metan gibi sera gazı emisyonlarının doğal hava hareketlerini değiştirmesiyle, beşeri etkilerle  iklim değişikliğe uğramaya başlamış ve Dünya’nın ısınmasına sebep olmuştur. 

İnsan kaynaklı sera gazı emisyonlarının kaynağı olan fosil ve biyokütle yakıtların yakılması sanayileşme ilerledikçe dahada artmaktadır. Sanayileşme, tarım ve katı atık düzenli depolama sahaları metan gazı salmaktadır. Gübre kullanımı, ormanların yok edilmesi, naylon üretimi, diazot monoksit, buzdolabı ile klimalar florine gibi sera gazı emisyonlarını artırmakta, şehirleşmenin artması, şehir çevrelerinde daha sıcak alanların oluşmasına yol açmakta, arazi kullanımı değişiklikleri de iklim sistemini önemli ölçüde etkilemektedir. 

Son yıllarda meydana gelen ve küresel ısınma ve iklim değişikliklerinin beşeri sebeplerle meydana geldiği kanıtlandığına göre BM öncülüğünde yapılan toplantı, panel ve görüşmelerde  bazı tedbirler alınması gereği kabullenilmiştir. 

1992 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS), 1997 yılında Kyoto Protokolü ve 2015 yılında Paris Anlaşması kabul edilmiştir. Paris Anlaşması ile iklim değişikliği ile mücadelede küresel sıcaklık artışının sınırlandırılmasına yönelik sayısal hedefler belirlenmiştir. Bu anlaşmaya 2023 yılı itibariyle 195 Taraf ülke imzacı olmuştur. Anlaşma ile belirlenen küresel sıcaklık artışının 1.5 °C ile sınırlandırılması hedefine ulaşılabilmesi için, 2030 yılına kadar %45 emisyon azaltımının sağlanması ve yüzyıl ortasına kadar net sıfır emisyona ulaşması gerektiği ifade edilmiştir. Sözleşmeye göre Türkiye 2053 yılında Net-Sıfır emisyon hedefini kabul etmiştir. Sözleşmeye taraf ülkeler her beş yılda bir taahhütlerini gözden geçirip yenileyeceklerdir. 

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) doğal iklim değişikliğine ek olarak, doğrudan ya da dolaylı olarak küresel atmosferin bileşimini bozan beşeri etkiler için iklimde oluşan değişikliklere tedbirler öngörmektedir. 

2053 Net Sıfır hedefi kapsamında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından gerçekleştirilen şura ile 76’sı öncelikli olmak üzere toplam 217 tavsiye kararı ile Türkiye uzun dönemli bir iklim değişikliği yol haritası belirlemiş, Türkiye düşük emisyonlu ve iklim dirençli bir kalkınma anlayışını sürdürme kararı almıştır... 

Bu yol haritası paralelinde, 12. Kalkınma Planında da (2024-2028) “Çevrenin Korunması” başlığı altında Paris Anlaşması ve Türkiye’nin Ulusal Katkı Beyanı çerçevesinde ulusal koşullar gözetilerek sera gazı emisyonlarının azaltılması ve iklim değişikliğine uyum eylemlerinin güçlendirilmesine ilişkin tedbirler yer almaktadır. Diğer taraftan Orta Vadeli Program (OVP) 2024-2026’da “Yeşil Dönüşüm” başlığı altında “2053 net sıfır emisyon hedefi ve ulusal kalkınma öncelikleri doğrultusunda, sera gazı emisyon azaltımını destekleyen, iklim değişikliğine uyum kapasitesini artıran, rekabetçiliği ve verimliliği ön planda tutan, ülkemizin yeşil dönüşüm süreci hızlandırılacaktır” denilmiştir.  

Bu kapsamda iklim değişikliği ile ilgili  ulusal katkı beyanı (NDC) çalışmalarının tamamlanması, Türkiye’nin İklim Değişikliği Azaltım Stratejisi ve Eylem Planı’nı (2024-2030) hazırlıkları şeffaf ve katılımcı bir şekilde yürütülmektedir. Eylem Planı kapsamında enerji, sanayi, binalar, ulaştırma, tarım, atık ile AKAKDO (Arazi Kullanımı, Arazi Kullanım Değişikliği ve Ormancılık) olmak üzere 7 temel azaltım sektörü ve adil geçiş ve karbon fiyatlandırma mekanizmaları temalarında 2 yatay kesen alan yer almaktadır.  

Günümüzde sözü edilen küresel iklim değişikliği ile fosil yakıtların yakılması, arazi kullanımı değişiklikleri, ormansızlaştırma ve sanayi süreçleri gibi insan etkinlikleriyle atmosfere salınan karbondioksit (CO2 %72), METAN, (%19), diazot monoksit (D20 %6) florlu gazlar(%3) gibi gazların sera etkisini kuvvetlendirmesi sonucunda Yerküre yüzeyi ve alt atmosferin ortalama yüzey sıcaklıklarındaki artışla iklimde oluşan değişiklikleri ifade etmekte olup buna sera etkisi denilmektedir. 

Bilim insanlarınca yapılan çeşitli araştırmalara göre; iklim değişikliği nedeniyle önümüzdeki 20 yıl içerisinde sıcaklıkların 2-4 oC artacağını, bunun bazı bölgelerde kuraklığa yol açacağını ve bu nedenle başta tarım sektörü olmak üzere hemen hemen bütün sektörler üzerinden beşeri hayatın etkileneceğini belirtmektedirler. 

Meteoroloji Genel Müdürlüğü (MGM) verilerine göre ülkemizde; haziran ayı ortalama sıcaklığı 40 yıl önce 20.4 dereceyken, günümüzde 22,4  derece, temmuz ayı sıcaklık ortalaması 22.6 dereceyken,  25 dereceye,  ağustos ayı sıcaklığı 22.5 dereceyken,  25.3 dereceye kadar çıktığı. bu sıcaklık artışlarının ülkemizdeki küresel ısınmanın örnekleridir.  

Yine  MGM verileriyle, Son 40 yılki (1980-2019) yağışlı gün sayısı ve toplam yağışlarda, önceki 50 yıl (1929-1979) yağış ortalamasına göre; yağışlı gün sayısında çok belirgin bir değişiklik olmasa da, yağışlarda azda olsa bir düşüş göze çarpmaktadır.  

Bilimsel araştırmalara göre; iklim değişikliğinin en fazla etkileyeceği bölge olarak Akdeniz havzası ve doğal olarak Türkiye işaret edilmektedir. Ülkemizde; orta Anadolu ve güneydoğu Anadolu bölgelerinin sıcaklıkların artışıyla çölleşmeye başlayacağı ve tarım üretiminin büyük oranda azalacağı belirtilmektedir. Karadeniz bölgesinde yağışların düzensizleşeceği dolayısıyla sel felaketlerinin daha fazla olacağına işaret edilmektedir. Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerinde kuruyan havzalar sebebiyle susuzluk ile karşı karşıya kalınacağı, hassas ekosistemlerin değişmesinin salgın hastalıkların ve pandemilerin artışına sebep olacağı tahmin edilmektedir. 

İklim değişikliklerinin, geçmişte yaşandığı gibi; bazı bitki türlerinde yok olmalar ve yeni türlerin gelişmesine, insan ve hayvanlarda, yok olmalar veya yaşamlarını sürdürebilecekleri başka bölgelere göç etmelerine neden olabileceği belirtilmektedir.  

İklimde meydana gelen bu değişiklikler tarım, toprak işleme, su kullanımı ve sulama teknolojilerinde büyük oranda değişiklik gerektirdiğini göstermektedir. 

Yağışlarda, tahmini olarak azalmalar beklenmekle birlikte küresel ısınma nedeniyle aşırı buharlaşmadan kaynaklanan su rezervuarlarında kuruma veya çekilme olacağı, ancak yağışlarda uzun süreli bir artış yada azalış trendi olmadığı, bunun yanında yağış düzensizliklerinin artma eğiliminde olduğu, bununda tarımda üretimi çok etkileyeceği görülmekte, olup ülkemiz sulama sistemlerinin kısa sürede  su israfını en aza indiren basınçlı ve dijital sulama sistemlerine dönüştürülmesi ve havzalar arası su transferi yapılması gerekmektedir. 

Bu trendlere göre ülkemizin iklim krizinden daha az etkilenmesi için alınması gerekli bazı tedbirler şunlardır; 

Kimyasal gübre ve ilaç kullanımının toprak ve sularımızı kirletmeyecek olanlarla ikame edilmesi, su, toprak, tarımsal ilaç kullanımında yeni ve modern teknikler kullanılarak emisyonların sınırlandırılması, kuraklığa dayanıklı bitki türleri üretiminin yaygınlaştırılması için buna uygun sertifikalı tohum üretiminin desteklenmesi, su kullanımında tasarruf artırıcı önlemlerin alınması, sulama sistemlerimizin basınçlı, damlama/yağmurlama sulama sistemlerine dönüştürülmesi, tarımda üretim maliyetlerinin düşürülmesi için arazi ya da üretim toplulaştırılması yapılması, emisyonları azaltmaya yönelik yakıt türlerinin kullanımının artırılması, atmosfere salınan karbonun ormanlarca tutulması ve iklim değişikliğini ve su varlığımızı  olumlu manada etkileyebilmek için orman alanlarımızın %29 olan yüzölçümümüze oranının gelecekte ülkemizde oluşacak iklime uygun, daha fazla karbon tutacak olan ağaç türleriyle %33’e çıkarılması, 76 m3/hektar olan orman verimliliğimizin en azından Dünya ortalaması olan 130 m3’e, hatta 200 m3’ün üzerine  çıkarılması veya toprakta daha fazla karbon tutulumunu sağlayacak işleme tekniklerin geliştirilmesi, organik gübre üretimi ve kullanımının geliştirilmesi (yapılan araştırmalar bitkisel ve  katı atıkların biyokütle kısmının toplamının sadece %20’sinden elde edilebilecek gübrenin toplam gübre ihtiyacımızı karşılayacağını göstermektedir), tarım ve hayvancılık kaynaklı metan emisyonlarının azaltılması için uygun işleme ve besleme  yöntemlerin kullanılması, atıksuların arıtılıp geri dönüştürülerek ve yağmur sularının toplanarak sulama ve sanayide tekrar tekrar kullanılması, su kaynaklarının zenginleştirilmesi için gerekli arge çalışmalarının yapılarak bütüncül bir su geliştirme ve kullanım planı hazırlanarak suyun fazla olduğu havzalardan yetersiz olan havzalara su transferi yapılması ve su transferi yapılan bölgelerde yeterli su rezervuarları yapılması, imar planları ve kentsel yapılaşma ile kırsal alan kullanım planlarının iklim değişikliği dikkate alınarak yapılması, taşkın koruma çalışmalarının hızlanması, iklim değişikliği nedeniyle ortaya çıkabilecek insan, bitki ve hayvan hastalıkları karşısında gerekli sağlık tedbirlerinin alınması, iklim değişikliğine uyum sağlanması için gerekli toprak işleme ve sulama tekniklerine uygun dönüşümlerin sağlanması, daha önceki yazılarımda belirttiğim şekilde tarım sektöründe yapılacak örgütlenme ile üretim toplulaştırması yoluyla iklim değişikliğiyle mücadele, sulama ve sera gazı emisyonlarını azaltacak iklim dostu teknolojik ve dijital dönüşüm için  gerekli yatırımların yapılması, yapılacak yatırımlar için gerekli finansmanın işletmeler, mahalli idareler ve genel bütçeden müştereken sağlanması gerekmektedir.  

Yağışlar ve Toplam Kullanılabilecek Su Varlığımız

DSİ verilerine göre Türkiye’de yıllık ortalama yağış yaklaşık 574 mm olup, bu yağış yılda ortalama ülkemize düşen su miktarının 450 milyar m3  olduğunu göstermektedir. Günümüz teknik ve ekonomik şartları çerçevesinde, çeşitli maksatlara yönelik olarak tüketilebilecek yerüstü suyu potansiyeli yılda ortalama toplam 94 milyar m3’tür, 18 milyar m3 olarak belirlenen yeraltı suyu potansiyeli ile birlikte ülkemizin kullanılabilir yerüstü ve yeraltı su potansiyeli yılda ortalama toplam 112 milyar m3 olup, aşağıdaki tabloda görüldüğü üzere su varlığımızın 57 milyar m3’ü halihazırda kullanılmaktadır. 6,9 milyon hektar arazinin sulanmasında aşırı israfçı bugünkü sulama teknolojilerimizle hektar başına 6.377 m3 su kullanılarak  44 milyar m3 su tüketilmektedir. Toplam 112 milyar m3 olan su varlığımızdan 13 milyar m3 olan sanayi ve içme kullanma suyu çıkarıldıktan sonra sulamaya 99 milyar m3 su kalmaktadır. Bugünkü sulama teknolojilerimizle 99 milyar m3 suyla ( 99 milyar m3 su/ 6.377 m3/hektar) 15,5 milyon hektar toprak sulanabilecekken DSİ Genel Müdürlüğü’nün toplam sulama hedefinin  sulama teknolojleri çok gelişmiş olmasına rağmen neden 8,5 milyon hektar olduğu anlaşılamamaktadır. Sulamanın yeni sulama teknolojileriyle yapılacağı düşünülerek 8,5 milyon hektar sulama hedefinin çok artırılabileğinin mümkün olduğu kabul edilebilir. 

Halbuki; sulama için kullanabileceğimiz 99 milyar m3 su varlığımızla gerekli yeni yatırımlar yapılır, eski sulama sistemleri yeni teknolojik ve dijital basınçlı sulama sistemlerine dönüştürülürse sulamada hektar başına 6.377 m3 su kullanmak yerine uzmanların mutabakatına göre Türkiye’de hektar başına 2.100 m3 suyla toprağın su ihtiyacı karşılanabilmektedir. Kısaca 99 milyar m3 suyla (99 milyar m3/2100 m3) 47 milyon hektar arazinin sulanabileceği hesabı ortaya çıkar. Ancak; aşağıdaki tabloda görüleceği üzere, bu kabulümüzün en azından 21 milyon hektar olan tarım alanlarımızla, 13 milyon hektar olan değerlendirilemeyen atık topraklarımız ve yaklaşık 15 milyon hektar olan meralarımızın toplam kaç hektarının sulanabileceği projelendirilerek kesinleştirilmesi gereklidir. 

Verilerden görüleceği üzere su baskısı olan ülkeler grubuna girdiğimiz halde halihazırdaki sulama teknikleriyle su zengini ülkeler gibi suyumuz israf, hatta çarçur edilmektedir. 

Küresel iklim değişikliği riski de dikkate alındığında; 

Suyun yetersiz olduğu havzalara fazla olduğu havzalardan mümkün olan en kısa sürede su transferi yapılmalıdır. 

Mevcut sulama sistemleri yüksek basınçlı ve dijital kontrollü sistemlere dönüştürülmelidir. 

Yeni sulama sistemleri de yüksek basınçlı hatta toprak altı dijital sulama sistemleri şeklinde yapılmalıdır. 

Sulama hedeflerimiz tekrar gözden geçirilmeli ve su varlığımızla mümkün olan tüm araziler sulanmalıdır. 

Suyu yetersiz olduğu havzalara ağırlık verilmek üzere  suyu yeterli hale getirebilecek su depolama tesisleri yapılmalıdır. 

Toprak işleme teknolojilerimiz gözden geçirilip toprak varlığımızın tamamının işlenmesi ve üretime kazandırılması hedeflenmelidir. 

Daha önceki yazılarımda izah edildiği üzere tarım sektöründen geçimini sağlayanların tamamı örgütlenerek toprak, su, tohum, gübre, işgücü, makine alet edavat, ilaç gibi tüm girdilerde israf önlenmeli verimlilik artırılmalıdır. 

 Su Varlığımızın Kullanımı

Ülkemizde kişi başına düşen kullanılabilir yıllık su miktarı 2000 yılında 1 652 m3, 2009 yılında 1 544 m3, 2020 yılında ise 1 346 m3 olmuştur. Türkiye, kişi başına kullanılabilir su potansiyeline bakıldığında, su baskısı yaşayan ülkeler arasında yer almaktadır. Bu nedenle suyun tasarruflu, israfsız ve verimli şekilde kullanılması zorunlu olup, depolamalı tesisler yapılması suretiyle su kaynakları potansiyelimizin en verimli şekilde kullanılmasına yönelik çalışmalar hızlandırılmalıdır. Ayrıca işletmede olan sulamalarda su kayıplarının önüne geçilerek suyun daha etkin ve verimli bir şekilde kullanılabilmesi, toprağın kalitesini etkileyen drenaj sorunlarının giderilebilmesi maksatlarıyla mevcut sulama projelerinin su israfını azaltan dijital ve  teknolojik sistemlere  dönüştürülmesi, yeni sulama yatırımlarının ise klasik açık sistem sulama şebekeleri yerine modern kapalı sulama sistemleriyle yapılması zorunludur. 

Dünya’da nüfus artış hızı, küresel iklim değişikliği, toprak ve su kullanımındaki israf, gıda yetersizliği ve bazı ürün gruplarındaki kendi kendimize yeterlilik konusunda meydana gelmeye başlayan açıklar dikkate alındığında toprak işleme teknolojisinde de  acil olarak dönüşümler gerçekleştirmemiz gerektiği de görülmektedir. Bu cümleden olarak verimliliğin en düşük olduğu alt tarım sektörünün meralar olduğu ve bu nedenle meralarımızın en kısa sürede yeni bir örgütlenme ve işletme modeli ile işletilerek, bu modelde işletmeden sorumlu olanlara meraları ıslah etme ve sulama sorumluluğu verilmelidir.  

‘’Toprak varlığımız, verimlilik ve kalkınma’’ bahsinde ayrıca detaylı olarak işleneceği üzere ülkemizde sahip olduğumuz toprak varlığımız ne yeteri kadar,  ne de verimli işlenebilmektedir. 

Toprak Varlığımız ve Kullanımı (Tarım Bak, FAO, Dünya Bankası) 

FAO, TARIM Bakanlığı ve Dünya Bankası verilerinden derleyerek oluşturduğum yukardaki tablodaki veriler incelendiğinde Bakanlığın tarım arazisi olarak ilan ettiği 38 milyon hektar toprak varlığımızın sadece yarısına yakını 20.9 milyon hektarının fiilen ekilip dikilebildiği,  verimliliği çok çok düşük olarak 15 milyon hektar mera varlığımızın göründüğü ancak kullanım ve verimlilik oranının çok çok düşük olduğu, sulama oranının hemen hemen hiç olmadığı, ormanlarımızın hem alan olarak hem de verimlilik bakımından ülkemiz ekosisteminin devamı için yetersiz olduğu görülecektir. 

DSİ’nin sulama projelerini tamamladığı arazilerde ölçüm yaparak hazırladığı aşağıdaki sulama ve verimlilik tablosunda sulamanın verimliliği ne kadar artıracağı ürün grupları itibariyle görülmektedir. Sulama sonucunda; susuz tarıma göre en çok ekim yapılan hububat grubunda 3,04 kat, yerli üretimimizin ihtiyacımızın neredeyse yarısını karşılayabildiği  yem bitkilerinde 3,76 kat, mısırda 8,17 kat, pamukta 4,30 kat  verim artmaktadır. Bu veriler  sulamanın zaruri olduğu ve gecikilmeksizin su tasarrufu sağlayan, verimliliğini artıran yeni sulama teknolojileri ile su varlığımızla sulanabilecek maksimum alanın sulanması gerektiği açıktır. 

Sulama ve Verimlilik (DSİ)

Çok kaba hesaplara göre arazilerimizin sulanması halinde halihazırda 60 milyar dolar civarında olan tarımın GSYH’ya katma değeri en az üç katına çıkarak 180 milyar dolara yükselecektir. 

Bu hesaba, sadece halihazırda ekip diktiğimiz yaklaşık 21 milyon hektar arazimizin sulanmasıyla oluşacak verimlilik artışı dahil edilmiş olup, su varlığımızla sulanabileceğini tahmin ettiğimiz 47 milyon hektar arazimizin sulanması halinde oluşacak üretim artışının sebep olacağı artış dahil edilmemiştir. 47 milyon hektar arazi sulandığı ve işlendiği, böylece ortalama 3 kat verim artışı hesaplandığında tarımın ekonomimize katkısı 403 milyar dolara yükselecektir. Kaldı ki verimliliği çok düşük olan meraların sulanması halinde üretim artışının 3 kattan çok daha fazla olacağı açıktır.  

Bu artış, sadece sulamanın etkisiyle olabilecek bitkisel üretim artışlarıdır. Diğer taraftan sulamayla yetersiz olan yem bitkileri üretimindeki artış paralelinde  hayvan varlığımızın artacağı ve ıslahla verimliliğininde yükseleceği  için hayvancılık sektöründe de üretim artışı olacağı dikkate alındığında tarımın GSYH’ya katkısının çok daha fazla olacağı açıktır. 

Sadece sulamanın sebep olabileceği üretim artışını kısaca izah ettikten sonra ilerde yazacağımız "toprak varlığımız verimlilik ve kalkınma’’ bahsinde de meydana gelebilecek üretim artışları ayrıca izah edilmeye çalışılacaktır.  

Sulama Yatırımlarının Toplam Maliyeti ve Finans Temini

DSİ Genel Müdürlüğü 2024 yılı yatırım programından örnek olarak alınan 14 sulama projesinin ortalama hektar başına yatırım maliyeti 7600 dolar olarak bulunmuştur. Hektar başına yatırım maliyetinin ortalamasından hareketle  40 milyon hektar daha arazi sulandığında  toplam yatırımın maliyeti yaklaşık 300 milyar dolar tutmaktadır. Ancak sulanan 7 milyon hektar arazide sulama teknolojilerinin dönüştürülmesi ile sulanan arazinin 40 milyon hektar  daha  ilaveyle sulu tarım yapılan arazinin 47 milyon hektara yükselebileceği ve verimliliğin günümüz Türkiye tarımındaki GSYH’ya katkısını kat kat artıracağı varsayımıyla, kaba yem bitkisi üretimindeki artışın sebep olacağı hayvancılık sektöründeki artışlar hariç tarımın GSYH’ya katkısının 403 milyar dolara çıkacağı görülecektir. Bu maliyetteki yatırımın bir yılda yapılamayacağı açıktır. GSYH’mızın %1’inin tarıma destek olarak verileceği bununda yıllık 11 milyar dolar olduğu bilinmektedir. Sadece 11 milyar doların aksatılmadan sulama yatırımlarına harcanması halinde bile yıllık 1,5 milyon hektar arazi sulanabilecektir. Sulamayla bitkisel üretim artışında meydana gelebilecek artış nedeniyle sulama yapılan işletmelerin gelir artışından alınacak vergi artışı ve sulanan işletmelerden alınacak katkı payıyla sulamaya ayrılacak miktarın daha da artırılabileceği ve 300 milyar dolarlık sulama yatırımlarının en geç on yıl içinde tamamlanabileceği tahmin edilebilir. 47 milyon hektar sulu arazinin nasıl hesaplandığı yukarda izah edilmiştir. Bugünkü sulama teknolojileri dönüştürülüp hektar başına sulamada kullanılan suyun 1/3’e düşürüldüğü ve yeni toprak işleme teknolojileri ile bugüne kadar hiç işlenemeyen, atıl olan  13 milyon hektar + meralarımız 14,5 milyon + fiilen işlenen 21 milyon hektar arazinin tamamına yakınının işlenebileceği varsayımıyla hesaplamalar yapılmıştır. 

Diğer taraftan sulamanın Türk çiftçisine sağlayacağı zenginlik artışıyla, işletmelerin çok daha rantabl halde işletilebileceği, zenginlik artışının tarımda ürün gamını değiştirip geliştirebileceği ve daha karlı ürünlerin ekilip dikilmeye başlanabileceği, çok yetersiz durumda olan gıda sanayiinin geliştirilmesi bu nedenle tarımın ekonomimize ve kalkınmamıza katkısının daha da artacağı bilinmelidir.