İşletmeler yeniden faaliyet göstermeye başlıyor ve bir yandan da Kovid-19 vaka sayısı azalıyor gibi duruyor. Hatta birçok kişi pandeminin en üst düzeye çıktığı Mart ayında olduğunu kadar hızlı yayılmayacağı konusunda oldukça iyimse duruyor. En yoğun bölgelerde insanlar mesafelerini koruyor, maske ve eldiven takıyor ve hastalandıklarında kendilerini evlerinde karantinaya alıyorlar. Bir yandan da hava sıcaklıkları artıyor. Peki bu durumda ekonomileri hızlı bir şekilde canlandırmak mümkün mü?
Robert Verbuggen’in National Reviews’teki makalesine göre bu sorunun cevabı kaç kişinin dışarı çıkıp para harcamak istediğine, kaç işletmenin hayatta kalacağına, yeniden açılacağına, çalışanlarını yeniden işe alacağına ve hükümetin bir sonraki teşvik fonunu nasıl ele alacağına bağlı.
Google verilerine göre Amerikalı tüketicilerin hareketlilik derecesi dörtte bir oranında artmış, havalar ısındıkça ve hükümetler faaliyetlerine devam ettikçe bu oranın ülkeler bazında daha da artması mümkün. Peki ya işletmelerin durumu? Makaleye göre ne yazık ki bugüne kadar iflas eden işletmelerin sayısı henüz bilinmiyor. Bununla birlikte, birçok işletmenin elinde bir aydan daha az nakit olduğu göz önüne alındığında, durumun iç açıcı olmadığı aşikâr. Dünyanın en büyük ekonomisi ABD’de Nisan ayında %14,7 olarak açıklanan işsizlik rakamı da bu durumu destekliyor.
Buradaki en hassas hususlardan biri ise hükümetlerin bu noktada ne yapacağı. İşletmelerin ayakta kalmalarına yardımcı olmak, faaliyetlerine ara verenlerin güvenli bir şekilde yeniden açılmalarını sağlamak, çalışanları işlerine geri dönmeye teşvik etmek, işsiz kalanlara yardım etmeye devam etmek ile virüsün yeniden yayılmasını önlemek arasında denge kurulması çok önemli.
Aslında Kovid-19 öncesinde de dünya ekonomisi alarm veriyordu. Toplam borç 255 trilyon dolar ile dünyada GSYH’nin 3 katını aşarak %320sine ulaşmıştı. Şimdi ise 2008 finansal krizdeki seviyesinin %40 üzerinde. Merkez Bankalarının parasal genişleme politikaları borçlanma maliyetlerini aşağı çekmiş, bu da gelişmekte olan ülkeleri borç almaya teşvik etmişti. Bugün itibariyle gelişmekte olan ülkelerin borcu 5,3 trilyon doların üzerinde. Pandemi öncesi büyüme rakamları ise aşağı yönde idi. 2008’den beri dünya bir türlü büyüme patikasına girememişti. Bu küresel borcun büyük kısmının özel sektöre ait olması ve düşük büyüme hem ülkeler hem de bireyler için ciddi anlamda risk zaten oluşturuyordu. Üzerine ise dünya Kovid-19 ile karşı karşıya kaldı. 2020’nin sonunda 20 trilyon doların üzerinde küresel tahvil ve kredilerin vadesi gelecek, bunun 4,3 trilyon dolarlık kısmı gelişmekte olan ülkelere ait ve gelişmekte olan ülkeler bu sene sonuna kadar 730 milyar dolarlık döviz borcunu yeniden finanse etmek durumunda.
Ekonominin ne durumda olduğuna ilişkin rakamlar yavaş yavaş gelmeye başlıyor. Virüs her ne kadar Ocak ayında ortaya çıktıysa da piyasalara yansıması Mart ayı itibariyle başladı. Virüsün merkezi önce Avrupa idi daha sonra da ABD’ye sıçradı. Küresel ticaret hacmi mart ayında son 10 yılın en sert düşüşünü gerçekleştirdi. Büyüme rakamları tüm dünyada ciddi anlamda düşüyor. Peki ekonomiler için “V” tipi bir toparlanma, yani dibe gidiş ve dipten hızlı bir şekilde çıkış mümkün mü?
Bu süreç aslında şunu gösterdi, üretim üssünü dışarda oluşturmak yerine kendi kendine yetebilme. Baktığımız zaman küresel imalat sanayinin %24’ü Çin’in elinde. Ancak Çin güvenini kaybetti. Uluslararası sistemde yeni ittifaklar oluşuyor. Biraz daha hammaddenin, ara malların iç piyasada karşılanacağı bir sisteme doğru gidiyoruz.
İşte bu noktada Türkiye ön plana çıkabilir. Ancak, Türkiye’nin üretim yapısı acilen değişmeli. Yerli teknolojiye ve seri üretime ağırlık vermemiz lazım. Bunun için de ar-ge yatırımlarını artırmak gerekiyor. Yenilenebilir enerji, elektronik, robot, ölçüm ve laboratuvar cihazları, çip teknolojisi, yapay zeka bunlarda yerli üretimi ivedilikle gerçekleştirmeliyiz. Sağlık hizmetinde, savunma sanayide iyiyiz, ama bunu fırsata çevirmemiz için markalaşmamız gerekiyor. Yani içeride üretip bunu dışarıya satmalı ve rekabet gücümüzü artırmalıyız. Çünkü teknolojisi yüksek ürün üretmek demek emek yoğun sektör demektir. Bu da istihdam yaratır, bir yandan da büyümeyi destekler. Türkiye ekonomisi kredi ile büyüyen bir ekonomi; ancak yatırımların %65 i inşaata gidiyor. Oysa ki bizim içeride verimliliği artırmamız lazım. Verimliliği taşıyan sektör de sanayi sektörüdür. Ayrıca iş gücündeki insan kaynağı niteliğini de artırmamız lazım, bunun için de eğitim sistemini kuvvetlendirmemiz gerekiyor.
Pandeminin yanı sıra bir yandan da ABD-Çin çekişmesi devam ediyor. Dolayısıyla bizim artık uluslararası arenada rekabet gücümüz yüksek olmalı. Bunun için de yeni bir politika oluşturmamız lazım. Örneğin, Amerika kıtasına açılabiliriz; ABD’nin gıda ithalatında yokuz. Neden olmayalım? Otomotiv, yedek parça, gıda ve medikal sektörler bizim için önemli bir fırsat. Gerekli iş gücü potansiyeline sahibiz. Bu krizi fırsata çevirmek bizim elimizde. Bunun için de hem hükümetin hem de iş dünyasının ele el verip yeniden yapılanma sürecini ivedilikle hayata geçirmesi gerekiyor.