Merve KARACAER ULUSOY
Tüm YazılarıBu yazımda Türkiye’de Enflasyon yüksek mi, geçtiğimiz yıl neden bu kadar arttı, sonrasında düştü mü, düştüyse nasıl düştü konularına değinmek istiyorum. Ancak bu sorulara cevap aramadan önce belki de en genel hali ile enflasyon tanımını yapmak daha uygun olacaktır. Enflasyon aslında fiyatlarda artış olması demek değildir; çünkü sadece birkaç ürünün fiyatının artması enflasyon oluşturmaz ya da tüm ürün ve hizmetlerin fiyatındaki tek bir seferlik artış enflasyon demek değildir. Enflasyon, fiyatlar genel düzeyinin sürekli artmasıdır. Yani hem fiyatlar genel düzeyi artıp hem de bu artış sürekli olursa enflasyon oluştu diyebiliriz. Enflasyonu oluşturan iki unsur vardır, biri talep enflasyonu diğeri ise maliyet enflasyonudur. Enflasyon ile mücadele Türkiye ekonomisinin en önemli gündem maddelerinden biridir. Enflasyonla kalıcı olarak başa çıkabilmek için ise talep ve maliyet enflasyonu arasındaki farkı iyi anlamamız lazım. Talep enflasyonu; arzın azalması veya talebin artması sonucunda arz-talep dengesinin daha yüksek bir fiyat düzeyinde yeniden dengeye gelmesiyle karşımıza çıkar. Maliyet enflasyonu ise üretim aşamasında kullanılan girdilerin fiyatlarındaki artış ile meydana gelen enflasyondur. Üretim maliyetinizin artması veya yerli para biriminizin değer kaybetmesiyle birlikte ithal ettiğiniz ürünlerin daha pahalı hale gelmesiyle maliyet enflasyonu oluşur. Enflasyon nasıl hesaplanır diye baktığımızda ise karşımıza sıklıkla duyduğumuz iki endeks çıkmaktadır; “TÜFE” (tüketici fiyat endeksi) ve “ÜFE” (üretici fiyat endeksi). Tüketiciye nihai satış aşamasında derlenen fiyatlar üzerinden hesaplanan endekse TÜFE, Üretici fiyatları aşamasında derlenen fiyatlarla hesaplanan endekse ise ÜFE denilmektedir.
Bu açıklamalar doğrultusunda Türkiye’deki enflasyonu yıllar itibari ile yorumlayalım.
Grafiğe baktığımızda, TÜFE ve ÜFE’nin 2016 yılına kadar dalgalı bir seyir izlediğini, 2016 yılından sonra ise ÜFE’nin TÜFE’yi geçtiğini, hatta aralarındaki farkın giderek arttığını görmekteyiz. Ayrıca, ÜFE’deki bu artıştan kaynaklı maliyet artışlarının TÜFE’yi de artırdığını söylemek mümkün. Özellikle 2018 yılı içerisinde döviz kurlarında yaşanan spekülatif artışlar, Türk lirasının değer kaybetmesine neden olmuş, bu durum da iç piyasadaki fiyatlanmaların yukarı yönlü seyrederek yüksek enflasyon oluşmasına sebebiyet vermiştir. 2018 Temmuz ayında yüzde 17.90 olan yıllık TÜFE rakamı ekim ayına gelindiğinde yüzde 25.24 olarak saptanırken temmuz ayında yüzde 25.00 olan ÜFE ekim ayında yüzde 45.01 olarak gerçekleşmiştir. Türkiye, 2002 yılından beri yılı ilk kez yüzde 20 seviyesinin üzerinde enflasyonla tamamlamıştır. Tüm bu bilgiler doğrultusunda 2018 yılı itibariyle Türkiye ekonomisinde gözlemlenen enflasyonun maliyet enflasyonundan kaynaklı olduğunu söylemek uygun olacaktır. Hatta 2016 yılından beri maliyet enflasyonu ile karşı karşıya olduğumuzu söylemek yanlış olmayacaktır.
Peki enflasyonla mücadelede ne durumdayız? Enflasyon 2018 yılının ortalarında bu denli artınca daha da artmasını engellemek amacı ile hükümet hem kamu kesimi hem de özel sektörün desteğiyle “Enflasyonla Topyekûn Mücadele Programı” başlattı. Bu kapsamda programa katılmak isteyen firmalardan ürün ve hizmetlerinde en az yüzde 10 indirim uygulamaları istendi. Firmaların dışında bankalardan da yüksek faizle kullandırdıkları kredilerin faiz oranlarında yüzde 10 indirime gitmeleri talep edildi. Programın başlamasının ardından aralarında perakende ticaretin önde gelen markalarının da bulunduğu 2500’ün üzerinde firma, dernek, oda ve kurum programa destek verdiklerini ilan etti.
Peki uygulanan bu program başarılı olmuş mudur diye soracak olursak kanaatimce bu soruya tek bir yanıt vermek yanlış olur. 2019 yılının ocak ayı enflasyon rakamlarına baktığımızda TÜFE’nin 20.35’e ÜFE’nin ise 32.93’e gerilediğini görmekteyiz. Dolayısı ile evet program kısa vadede başarılı olmuş, piyasayı bir nebze olsun rahatlatmıştır. Fakat program kapsamında enflasyonun maliyet unsuru yaratan sebepleri yerine fiyatlar üzerinden indirim kısmına odaklanılmıştır. Bilindiği üzere enflasyonu bu noktaya getiren en büyük etkenlerden biri döviz kurundaki spekülatif artışlar nedeni ile üretim maliyetlerinin artmasıdır. Unutmamak gerekir ki Türkiye ekonomisi ithal girdilere oldukça bağlı bir yapıdadır. Dolayısı ile döviz kurlarında meydana gelen oynaklıklar üretim maliyetlerimize yansımakta ve bizi maliyet enflasyonu ile karşı karşıya bırakmaktadır. Kısacası, Türkiye dışa bağımlı bir ülke olması nedeni ile ithal fiyat artışlarından da kur artışlarından da oldukça etkilenmektedir. Bunların dışında son dönemde açıklanan enflasyon rakamlarının içeriğine baktığımızda gıda alanında hem üretim anlamında yetersiz kalmamız hem de aracıların fiyat belirlemesi nedeni ile oldukça yüksek fiyat artışları olduğunu görüyoruz. Dolayısı ile maliyet enflasyonu ile mücadelede asıl yapılması gereken mal ve hizmet üreticilerin maliyetini düşürüp ürünlerini ihtiyatlı fiyatlarla tüketiciye satmalarını sağlamaktır. Oysa ki biz acil önlemler alarak üreticiden indirim yapmalarını, karlarını düşürmelerini istedik. Ancak bu enflasyonu düşürmek için yeterli midir? Hayır değildir. Enflasyonla mücadelede başarılı olabilmek için sadece Merkez Bankası’nın politikaları yeterli olmaz. Yapmamız gereken öncelikle üretime ağırlık vermektir. Daha verimli ve daha çok üretmenin yollarını bulmalı, ithal girdilere bağlı üretim yerine yerli hammadde kullanarak üretim yapmalıyız. Bunun dışında tüm sektörler bazında maliyet analizi yapılması gerekiyor çünkü üretici maliyetlerini düşürmeden piyasadaki fiyatları normalleştirmek mümkün olmayacaktır. Bunları yaparken sıkı maliye politikası uygulamak olmazsa olmazdır. Aksi takdirde verilen parasal destekler iç talebi canlı tutacak bu da yine enflasyona yansıyacaktır. Ayrıca faizleri de unutmamak lazım. Bu noktada faiz politikanız ile maliye politikanız birbirine paralel olmalıdır, bunun için de ihtiyaç duyulduğu takdirde faizleri ölçülü miktarda artırmak böyle ortamlarda uygun bir adım olacaktır. Son olarak, Türkiye ekonomisi kaynak bakımından da dışa bağımlı olduğu için özellikle enflasyonla mücadelede önce iç reformları sağlam adımlarla oluşturmalıyız ki önümüzdeki süreçte global ekonomide yaşanabilecek durgunluk üzerimizde deprem etkisi yaratmasın.
Güncel Yazıları
Kripto Para Borsalarında Neler Oluyor? Yatırımcılar Nelere Dikkat Etmeli?
26 Nisan 2021
Kripto Para Hakkında Bilinmesi Gerekenler
25 Nisan 2021
Biden’ın Sürdürülebilir Temiz Enerji Planı Kapsamında Çin İle İlişkiler
26 Ocak 2021
Petrol Fiyatlarının Düşmesi Kime Yarar ve Düşük Petrol Fiyatlarına Hangi Ülkeler Ne ..
02 Ekim 2020
Merkez Kur ve Enflasyonda Frene Bastı
25 Eylül 2020
KOVID-19 Sonrası V Tipi Toparlanma Mümkün mü?
29 Mayıs 2020
İnsan Olarak Kalabilmek…
25 Mayıs 2020
Çin Dışa Açılırken Batı ve ABD İçine mi Kapanıyor?
02 Nisan 2020
Ekonomik Krizlerden Ekonominin Krizine
31 Mart 2020
Korona Virüsünün Ekonomik Etkileri
31 Ocak 2020
IMF 4. Madde Konsültasyon Raporu: Türkiye
06 Ocak 2020
2019 Yılı Ekonomi Değerlendirme Raporu
02 Ocak 2020
EYT, Sakıncaları ve Çözüm Önerileri
19 Kasım 2019
Zimbabve Ekonomisine Genel Bakış
08 Kasım 2019
Kyoto Protokolü, Paris Anlaşması ve Küresel İklim Değişikliği
10 Eylül 2019