NATO ve Türkiye, Cumhuriyet İdaresinde İktidarın ve Vatandaşların Sorumluluğu
Bu yazı 01/02/2024 tarihinde yayınlanmıştır.
İlyas SÜPÜRGECİ/Yazar
ABD ve Büyük Britanya büyük tüccarların kurduğu ve kullandığı devletler olarak bilinir. Kurucu büyük tüccarlar dünya çapındaki ticaret ve sömürü ile zaman içerisinde devasa büyüklükte sermaye birikimi yapmış, bankacılık sistemini kurmuş ve özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında hegemon güç haline gelmiştir. Günümüzde ise zenginlik, büyük veri ve istihbarat gücü, yüksek teknoloji, medya gücü ve siyasi güç, yüksek teknolojiye dayalı silah gücü iki elin parmakları kadar sınırlı sayıda kişi ve grupların elinde toplanmıştır(Uluslararası ve hükümetler üstü küresel güç çatı yapılanması).
NATO özünde bu gücün(küresel zengin patronların) koruyucusu ve sopası durumundadır ve üye olmayan ülkeler için ciddi bir caydırıcı güçtür. Kurucu büyük güçler dışındaki üye ülkeler ise; sürekli yörüngede sadakatle bağlı kalmaları için siyasi, ekonomik ve askeri bağlamdaki çeşitli kontrol araçları(darbeler, terör ve suikastlar, ambargo ve yaptırımlar, istihbarat operasyonları ve algı yönetimi, komşu bölgelerde istikrarsızlık ve otorite boşluğu oluşturulması, kitlesel göçler, ikili ve bölgesel sorunların kaşınması ve çatışmaların körüklenmesi, İslam coğrafyasının kalbine Siyonist proje uygulanması gibi) ile kontrol edilmektedir. Tüm bunlarla birlikte NATO'ya üye olma kararını elbette her ülke kendisi vermektedir ve tüm üye ülkelerin kabulü halinde üyelik gerçekleşmektedir.
Soğuk Savaş döneminin sonlarına doğru başlatılan ve günümüzde devam eden bölgemizi ve ülkemizi hedef alan işgal, kuşatma ve yeniden şekillendirme girişimleri ve buna karşı verilen savunma mücadelesini bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor. NATO'ya sırtını dayamak ve/veya merhametine ve şefkatine güvenmek(bir çeşit mandasında olmak) suretiyle bu coğrafyada bekamızı ve refahımızı korumak ve geliştirmek mümkün değildir. Küresel büyük tüccarların kontrolündeki sömürgeci devletlerin ve onların sopası NATO'nun bu kötü niyetli girişimlerinin ülkemizdeki siyasi iktidarlardan bağımsız olduğunu görmek ve anlamak gerekiyor. Tarihsel derinlikte bakıldığında bu husus daha iyi anlaşılacaktır. Fakat şu gerçeği de kabul etmek gerekiyor: Ülkemize yönelik kötü niyetli dış girişimleri caydırmak, etkisiz kılmak veya etkisini sınırlandırmak her şeyden önce kendi iç dayanıklılığımıza bağlıdır. Buna ilave olarak, uzun vadeli ülke çıkarlarını korumak ve geliştirmek üzere hareket serbestisini daima elinde bulundurabilen bir dış politika izleyebilmeye bağlıdır. Bir ülkede bunu yerine getirme sorumluluğu ise elbette millet iradesini kullanan siyasi iktidarlara aittir. Siyasi iktidarın başarılı olup olmadığını belirleyen en önemli kriter de budur.
Siyasi iktidarların sürekli geliştirmekle vazifeli olduğu, bir ülkenin toplam gücü ve dayanıklılığı, milli güç unsurlarının boyutları ve etkin olarak kullanılabilmesiyle ölçülür. Milli güç unsurları arasındaki ilişkide çarpan etkisi çok önemlidir. Örneğin, ekonomik gücün yetersizliği(negatif faktör) söz konu olduğu durumda bu yetersizlik o ülkenin siyasi, askeri ve psiko-sosyal gücünü de aşağı çekmektedir. Diğer milli güç unsurları iyi eğitilmiş yeterli büyüklükteki nitelikli insan gücü üzerinde yükselir ve Bilimsel Teknolojik Güç unsurunun yüksek seviyede olması diğer güç unsurları üzerinde olumlu çarpan etkisi üretir.
Egemen ve bağımsız bir ülkede siyasi iktidarın oluşum süreçlerini ve o ülkedeki siyaset kurumunun etkinliğini önemli ölçüde belirleyen milli güç unsuru ise o ülkedeki insan gücünün niteliğidir. İnsan gücünün niteliğini belirleyen en önemli etken ise elbette milli eğitimdir.
Sonuç olarak, ülkesine ve milletine sadakatle bağlı olan bütün vatandaşların geleceğe güvenle bakabilmesi için kendisine sürekli sorması ve cevap araması gereken çok önemli sorular vardır:
-Ne kadar egemen ve bağımsız bir ülkeyiz?
-Eğitim sistemi ülkemizin ihtiyacı olan yüksek nitelikli insan gücünü yetiştirebiliyor mu ve ne kadar millidir?
-Siyaset kurumu(sistem, siyasi partiler ve siyasetçiler) ne kadar millidir ve ne kadar liyakat sahibidir?
-Finans ve ekonomi sistemi ne kadar millidir? Siyasi iktidarın ekonomi politikaları milli bekayı ve milli refahı koruyan bir nitelikte midir? Yoksa siyasi iktidarını sürdürmek öncelikli hedef midir? Ülkedeki ekonomiyi yönetenler liyakat sahibi midir?
-Milli Siyasetin ve dış politikanın oluşturulması ve yürütülmesine dair mevcut kurumlar, görevli kadrolar, siyasi şahsiyetler ve süreçler ne kadar millidir ve istihdam edilen personel ne kadar liyakat sahibidir?
-Milli Güvenlik siyasetinin oluşturulması ve yürütülmesine dair mevcut kurumlar, görevli kadrolar, siyasi şahsiyetler ve süreçler ne kadar millidir ve istihdam edilen personel ne kadar liyakat sahibidir?
Yukarıdaki sorulardan da anlaşılacağı üzere, milli dayanıklılık ve milli güç, zamanın ruhuna uygun milli eğitimle yetiştirilmiş yüksek nitelikli insan gücü üzerinde yükselecektir. Ülkedeki vatandaşların büyük bir çoğunluğu yukarıdaki soruların ne anlama geldiğini kavrayabilecek ve siyaset kurumunu liyakat ve başarı ölçüsü bakımından yargılayabilecek niteliğe sahip olması gerekir. Topyekün güç toplam kaliteye bağlıdır. Mustafa Kemal Atatürk'ün belirttiği gibi; "Cumhuriyet İdaresi Yüksek Seciyeli Muhafızlar İster!"
Kelime Ara
Konular
- Uluslararası İlişkiler
- Savunma-Güvenlik
- Teknoloji-Siber Güvenlik
- Enerji
- Ekonomi
- İklim-Çevre
- Sağlık
- Toplum
- İnsan Hakları
- Çatışma
Bölgeler
- Asya
- Afrika
- Avrupa
- Amerika
- Okyanusya
- Orta Doğu ve Mağrib
- Türkiye
- Rusya
- Körfez Ülkeleri
- Avustralya
- Kuzey Amerika
- Batı Afrika
- Batı Avrupa
- Kafkasya
- Merkez Asya
- Doğu Avrupa
- Doğu Afrika
- Latin Amerika ve Karayipler
- Yeni Zelanda
- Levant Bölgesi
- Kuzey Afrika (Mağrib)
- Diğer Okyanusya Ülkeleri
- Orta Afrika
- Balkanlar
- Doğu Asya
- Güney Afrika
- Çin
- Güney Asya
- İskandinav-Baltık Ülkeleri
- Güney Doğu Asya