Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

Cumhurbaşkanı Erdoğan: İdlib'de makul bir çıkış yolu bulmalıyız

Cumhurbaşkanı Erdoğan, "İdlib'de ortak kaygılarımızı dikkate alan makul bir çıkış yolu bulmalıyız" dedi
Sde Editör
07 Eylül 2018 15:26
A+
A-

AA-TRT HABER

İran'ın başkenti Tahran'da yapılan Suriye konulu "Türkiye-Rusya-İran Üçlü Zirvesi", İran Cumhurbaşkanı Ruhani'nin ev sahipliğinde gerçekleştirildi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in "Suriye" meselesini ele alacakları Türkiye-Rusya-İran Üçlü Zirvesi'nde bir araya geldi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Türkiye-Rusya-İran Üçlü Zirvesi'ndeki konuşmasının satır başları şöyle;

Aziz kardeşim sayın Cumhurbaşkanı Ruhani, değerli dostum Rusya Federasyonu Başkanı sayın Putin, bu önemli zirve vesilesiyle sizlerle birlikte olmaktan duyduğum memnuniyeti belirtmek istiyorum.

Zirveden çıkacak sonuçlar tüm dünya tarafından sabırsızlıkla bekleniyor. Alacağımız kararlarla beklentileri boşa çıkarmayacağıza inanıyorum.

Astana ruhunun özünde asgari müştereklerde buluşma iradesi göstermemiz vardır. Bu asgari müşterekler ise Suriye'nin siyasi birliğinin sağlanması, toprak bütünlüğünün korunması ve itilafa siyasi bir çözüm bulunmasıdır. Bu amaçla baştan beri sahada şiddetin durdurulması, insani durumun iyileştirilmesi ve siyasi sürecin önünün açılmasını hedefledik.

Aynı anlayışla Cerablus, el-Bab ve Afrin gibi yerlerde sahaya inerek kendi askerimizin kanı ve canı pahasına terörist unsurları bölgeden temizledik. Böylece Suriye topraklarını güvenli hale getirerek huzur ve istikrarı temin ederek mültecilerin evlerine dönebileceği şartları hazırlamaya çalıştık. Diğer taraftan yine Astana kapsamında hayata geçirdiğimiz en kritik adım gerginliği azaltma bölgelerinin tesisiydi. Ancak zamanla bunlar farklı bahanelerle tek tek tasfiye edildi. Bugün gerginliği azaltma bölgelerinden geriye sadece İdlib kaldı.

Burada muhalefet bölgelerin tesisinin ardından yaşanan gelişmeler sebebiyle kendileri bu konuda aldatıldıklarını düşünüyorlar. Türkiye olarak şehitler verdiğimiz ve ciddi özveride bulunduğumuz bu sürecin şu an itibarıyla çok riskli bir yere geldiğini görüyoruz. Şunu bir kere daha vurgulamak istiyorum. İdlib sadece Suriye'nin siyasi geleceği için değil bizim milli güvenliğimiz ile bölgenin barış ve istikrarı bakımından da hayati öneme sahiptir.

Bölgede kurduğumuz 12 gözlem noktasının sahadaki anlamlarından biri de Türkiye'nin İdlib halkına ve buraya sığınanlara can güvenliği konusunda güvence vermiş olmasıdır. Bu bölgenin ve ülkemizin sağladığı örtülü güvencinin kendi halkına yönelik katliamları hala hafızalarımızda olan Esed rejiminin insafına bırakılmasına rıza gösteremeyiz. Her ne gerekçe ile olursa olsun İdlib'e yapılan veya yapılacak bir saldırı felaketle, katliamla ve çok büyük bir insani dramla sonuçlanacaktır. Bölgedeki 3,5 milyonu aşkın sivilin tamamı bundan etkilenecektir. Onbinlerce sivil bombardımanlarda can verirken gidecek başka yerleri kalmadığı için milyonlarcası bizim sınırımıza dayanacaktır.

Çoğunluğu Suriyeli 4,5 milyon sığınmacıyı topraklarında halen barındırmakta olan Türkiye mülteci ağırlama kapasitesini zaten doldurmuştur.

Rus ve İranlı dostlarımızın İdlib'deki bazı terörist oluşumlardan kaynaklanan güvenlik endişelerini elbette anlıyoruz. Bölgeye doğrudan komşu olmamız sebebiyle benzer kaygıları en az sizler kadar bizler de duyuyoruz. Ancak İdlib gibi herşeyin içi içe olduğu bir yerde teröristlere karşı etkili mücadelede zaman ve sabır gerektiren farklı yöntemlere ihtiyaç var. Türkiye olarak biz bu konuda gereken çabayı gösterdik. Daha fazlasını da göstermeye hazırız.

İdlib'in kan gölüne dönmesini asla istemiyoruz. Siz dostlarımızdan da bu çabalarımızda bize destek olmanızı bekliyoruz. İdlib'de ortak kaygılarımızı dikkate alan makul bir çıkış yolu bulmalıyız. Tehditlerin bertaraf edilebilmesine yönelik her türlü çabayı göstereceğiz. Bu çerçevede Rus dostlarımızın rahatsızlık duyduğu unsurları Halep ve Himenin bölgesine yönelik saldırılara girişemeyecekleri yerlere çekmeyi deneyebiliriz. Böylece İdlib bölgesinde kritik yerlerin kontrolü sadece ılımlı muhalifler tarafından sağlanır hale gelecektir.

Meseleyi Astana ruhuna uygun şekilde ve suhuletle çözümlemeyi hedeflemeliyiz. Bu konuda Astana'nın itibar ve güvenliğinin sınanacağı son fırsattır. İdlib'in akıbeti konusunda varacağımız anlayış Suriye bağlamındaki işbirliğimizin geleceğini de şekillendirecektir. Türkiye'nin bu konudaki hassasiyetinin ve kararlılığının doğru anlaşılmasını sizlerden özellikle rica ediyorum. Ülkemizin ve kardeşimiz olarak gördüğümüz Suriye halkının geleceğini bu derece yakından ilgilendiren bu konuda Türkiye'nin tavrı bellidir. Astana garantörlerinin Suriye'de yeni bir şiddet dalgası ve insani kriz yaşanmasına izin vermeyeceği mesajı bu zirveden uluslararası kamuoyuna verilmelidir.

Bizler İdlib'e odaklanırken ve dünya gözlerini buraya çevirmişken Fırat'ın doğusunda arzu etmediğimiz gelişmeler yaşanıyor. Bir takım yabancı güçlerin bölgede DEAŞ ile mücadele bahanesi ile attığı adımların artık bambaşka bir istikamete yöneldiği gizlenemez bir gerçektir. Artık DEAŞ tehdidi ve tehlikesi kalmamış olmasına rağmen Amerika'nın bölgede bir diğer terör örgütünü güçlendirmeye devam etmesinden rahatsızız. Amerika'nın artık 20 bine yakın tırı silah mühimmat ile birlikte bölgeye göndermesi, 3 bine yakın kargo uçağını aynı şekilde bölgeye göndermesi bu terör örgütünün ne denli güçlendiğinin çok açık ifadesidir. Suriye rejiminin de gözyumması ile Fırat'ın Doğusunda güçlenen terör örgütü sahadaki varlığını yabancı güçlerin desteği ile kalıcı hale getirmeye çalışıyor.

Bu durum sadece bizim milli güvenliğimizi ilgilendirmekle kalmıyor aynı zamanda Suriye'nin toprak bütünlüğüne ve geleceğine de tehdit oluşturuyor. PYD/YPG dahil Suriye'den kaynaklanan terörür her türlüsüne ve Suriye'nin siyasi birliği ile toprak bütünlüğüne kasteden bütün girişimlere ayrım yapmadan ortak tavır almalıyız. Ülkenin bir bölümünde sergilenen hassasiyetlerin diğer bölümünde gösterilmiyor olması hem Suriye halkının hem de uluslararası toplumun burada verilen mücadeleye bakışını olumsuz etkiliyor. Türkiye, özellikle Suriye'nin siyasi, coğrafi ve sosyal bütünlüğü gerçek anlamda sağlanana kadar bölgedeki varlığını korumakta kararlıdır.

Ülkemizin bekasına tehdit oluşturan yapıların hudutlarımızın hemen ötesinde cirit atmasına müsaade edemeyiz. Tehdidin kaynağına ve boyutuna göre gereken adımları atmayı sürdüreceğiz. Biz Suriye'de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 2254 sayılı kararına uygun kalıcı bir çözüm bulunmasından yanayız. Bu bağlamda Birleşmiş Milletler Suriye Özel Temsilcisi ile işbirliği halinde anayasa komitesinin oluşumunun tamamlanmasına serbest ve adil seçimler yapılması için şartların bir an önce hazırlanmasına önem veriyoruz. Suriyeli mültecilerin ülkelerine geri dönüşü ve ülkenin yeniden inşası ancak bu gelişmelerin ardından daha anlamlı bir şekilde ele alınmaya başlanabilir. Geri dönüş sürecinin gönüllülük esasına göre uluslararası hukuka uygun olarak ve Birleşmiş Milletler ile işbirliği halinde yürütülmesi esas olmalıdır.

Burada özellikle bir konuyu da gündeme getirmem gerekiyor o da şudur; Kimyasal silahların yasaklanması sözleşmesi 1915'te imzalanmış. 1997 kimyasal silahların yasaklanması örgütünün kurulması kimyasal silahlarla ilgili tavırlar koyuyoruz doğrudur yerindedir. Fakat kimyasal silahlarla ölenlerin öldürülenlerin sayısına baktığımız zaman orada bin, iki bin, üç bin, beş bin kişiyi görüyoruz ancak konvansiyonel silahlarla öldürülenlere baktığımız zaman orada onbinler yüzbinler görüyoruz. Şimdi biz konvansiyonel silahlarla öldürülenlere karşı veya öldürenlere karşı tavır almakta gecikiyoruz ama kimyasal silahlara karşı tavır koyuyoruz. Neticesi ölüm olduktan sonra kullanılan kimyasal olsa ne fark eder, konvansiyonel olsa ne fark eder? Buna karşı bizim bu yıl Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda da bu işi gündeme getirmek suretiyle yeniden bunu güncellemenin ortaya koymanın kimyasal konvansiyonel buna karşı bir ortak tavır takınmanın ki burada birinci derecede Rusya Federasyonu'na büyük görev düşmekte. Zira Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde de Rusya Fedarasyonu'nun yer alması böyle bir kararın alınmasının da bana göre neticesini çok daha açık net hale getirecektir. Bu zirveden çıkacak sonuçların Suriyeli kardeşlerimiz için hayırlara vesile olmasını ve Suriye'de barış ortamının tesisine katkıda bulunmasını temmenni ediyorum. 12 maddelik bir sonuç bildirgesi var bu sonuç bildirgesi ile inanıyorum ki şuanda dünyanın da bugün Tahran artık buna bildirisi diyeceğiz. Tahran bildirisini herkes şu anda bekliyor ve bunun tesirini de inanıyorum ki göreceğiz ve aziz kardeşim Cumhurbaşkanı sayın Ruhani'ye göstermiş olduğu misafirperverlikten ötürü şükranlarımı sunuyorum. Bundan sonraki toplantıyı Rusya'da yapacağız. Rusya Federasyonu'ndaki yapılacak toplantıya da çok daha olumlu gelişmelerle gitmeyi temenni ediyorum.

 Zirve öncesi Cumhurbaşkanı Erdoğan Ruhani ve Putin ile bir araya geldi

Cumhurbaşkanı Erdoğan, zirve öncesi İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile bir araya geldi.

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Suriye konulu üçlü zirve kapsamında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı ağırlamaktan memnuniyet duyduğunu, toplantıların ikili ilişkileri görüşmek için de bir fırsat olduğunu söyledi.

Velencek Toplantı Salonu'nda Erdoğan'ı karşılayan Ruhani, kendisini Tahran'da görmekten mutluluk duyduğunu ifade etti.

Ruhani, "Bugün 3 ülke olarak bölgesel sorunları çözmek üzere üçüncü zirve toplantımızı yapıyoruz. Bu görüşme, iki ülke meselelerini konuşmak ve müzakere etmek için de bir fırsattır. Tahran'a tekrar hoş geldiniz. Bu yolculuğunuzun iki ülke ve iki millet için hayırlı ve bereketli olmasını temenni ediyorum." diye konuştu.

Zirvenin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, İran'ın Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney ile görüşecek.

İlk zirve Soçi'de yapılmıştı

"Suriye" meselesi için yapılan zirvelerin ilki Putin'in ev sahipliğinde Soçi'de, ikincisi Erdoğan'ın ev sahipliğinde Ankara'da gerçekleştirilmişti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Putin ve İran Cumhurbaşkanı Ruhani'nin katıldığı ve 22 Kasım 2017'de Soçi'de yapılan üçlü zirvenin ardından "Türkiye, İran ve Rusya Devlet Başkanlarının Ortak Açıklaması" yayımlanmıştı.

Söz konusu ortak açıklamada, şu ifadelere yer verilmişti:

"Devlet başkanları, Suriye Arap Cumhuriyeti'nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne olan kuvvetli taahhütlerini teyit etmiş, bahsi geçen gerginliği azaltma, bölgelerin tesis edilmesi ve Suriye ihtilafının çözümüne yönelik hiçbir siyasi girişimin Suriye Arap Cumhuriyeti'nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne hiçbir suretle halel getiremeyeceğini vurgulamışlardır."

İkinci zirve Erdoğan'ın ev sahipliğinde gerçekleştirildi

Suriye konulu "Türkiye-Rusya-İran Üçlü Zirvesi"nin ikincisi Başkan Erdoğan'ın ev sahipliğinde 4 Nisan 2018'de Ankara'da Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde yapılmıştı.

Çalışma yemeğiyle beraber 1 saat 40 dakika saat süren zirve sonunda üç lider ortak basın toplantısı düzenlemişti.

Erdoğan, toplantıda "Suriye'nin toprak bütünlüğü bizim olmazsa olmazımızdır. Birilerinin Suriye dışında kendilerine göre yapmış olduğu parselasyonlar bizim için geçerli değildir. Biz bu toprak ameliyatlarına sıcak bakmıyoruz. Bu bölge, bunların geçmişte çok bedelini ödedi." değerlendirmesinde bulunmuştu.

Öte yandan zirve öncesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile İran Cumhurbaşkanı Ruhani 1 saat süren baş başa görüşme gerçekleştirmişti.

 

İçeriğe Yorum Yapabilirsiniz.