Ürdünlü Gazeteci: Hamas'ın 7 Ekim Saldırısı ve İsraillilerin Rehin Alınması Uluslararası Hukuka Göre Terör Değil, İşgale Karşı Meşru Direniş Eylemidir

Ürdünlü gazeteci Hilmi Al-Asmar, Al-Arabi Al-Jadid'de yayınlanan makalesinde, Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırısının İsrail işgaline karşı uluslararası hukuk tarafından onaylanan meşru bir direniş eylemi olduğunu, İsraillilerin rehin alınmasının da uluslararası hukuka ve uluslararası sözleşmelere göre meşru bir direniş olduğunu söylüyor.

h4 { font-size: 24px !important; } Print Friendly and PDF

Ürdünlü gazeteci Hilmi Al-Asmar, Londra merkezli Katar gazetesi Al-Arabi Al-Jadid'de yayınlanan makalesinde, Hamas'ın 7 Ekim'de yaklaşık 1.200 kişinin öldürüldüğü, 241 kişinin rehin alındığı saldırının terör eylemi olmadığını yazıyor. İsrail işgaline karşı uluslararası hukuk tarafından onaylanan meşru bir direniş eylemi olduğunu, İsraillilerin rehin alınmasının da uluslararası hukuka ve uluslararası sözleşmelere göre meşru bir direniş olduğunu söylüyor. 

Al-Asmar, Gazze’nin, yine Gazze’deki kamplara sürülen mültecilere ait işgal edilmiş topraklar olduğunu, İsrail'in 1967'de işgal ettiği toprakların bir parçası olmadığını vurgulamak gerektiğini açıklıyor. Dolayısıyla, bu mülteciler işgale direnme hakkına sahip olmakla kalmıyor, kanunen buna mecburlar da. Hamas'ı ve diğer Filistin örgütlerini terörist olarak gören, işgale direnme hakkını reddeden Batılı ülkelere ve Arap rejimlerine de karşı çıkıyor.

Al-Asmar, direnme hakkının uluslararası hukuk tarafından tanınmasına rağmen Direnişe uluslararası hukukun onayının dayatıldığını ve doğrusu direnişin de buna aldırış etmediğini söyleyerek sözlerini bitiriyor: ‘Çünkü tarihi de hukuku da yazacak olan, halkın bağrından çıkmış ve kendi öz gücüyle var olan sahadaki direniştir.’

Aşağıda Al-Hilmi'nin makalesinden tercüme edilmiş alıntılar yer almaktadır. [1]

Uzman hukukçulara göre uluslararası hukuk, yerel hukuktan önceliklidir ve Filistin örgütlerini işgal karşısında mücadele eden direniş hareketleri olarak kabul eder. Bu nedenle, Hamas ve diğer Filistin direniş hareketlerini terör örgütleri olarak tanımlayan herhangi bir yerel hukuk- İsrail, Arap veya yabancı- söz konusu ülkelerin taraf olduğu uluslararası hukuka aykırıdır. Çünkü uluslararası hukuk direniş hareketlerine işgal ile mücadele etme hakkı tanır. Bu ilke ve yaklaşıma göre Filistin direnişini terörist olarak tanımlayan yerel hukuk geçersizdir.

Gazze Şeridi olarak adlandırılan bölge işgal edilmiş bir toprak olduğundan ve her bir parçası, işgalcinin Gazze Şeridi'ndeki mülteci kamplarına sürdüğü mültecilere ait olduğundan, uluslararası hukuk bu mültecileri işgale karşı çıkmak ve atalarının topraklarına geri dönme hakkı tanımaktadır. Bu anlamda direnişin 7 Ekim'de gerçekleştirdiği saldırı bir terör saldırısı değil, meşru bir haktır.

Üstelik, uluslararası hukuka, özellikle de 1979 tarihli Rehin Alınmasına Karşı Uluslararası Sözleşme'nin[2] 12. maddesine göre, 7 Ekim'de Filistinli direniş grupları tarafından İsraillilerin rehinelerin alınması 'suç' teşkil eden bir eylem değil, direnişin meşru haklarından biridir. Bu maddeye göre: ‘Sözleşme [Rehin Alınmasına Karşı], 1949 Cenevre Sözleşmeleri ve ek Protokoller tarafından tanımlandığı şekliyle, halkların sömürgeci egemenliğe, yabancı işgaline ve ırkçı rejimlere karşı savaşında, -silahlı çatışmalar sırasında alınanlar da dahil- rehineler için geçerli değildir.’

Dahası, bu sözleşmeye göre, Gazze ve Batı Şeria'daki Filistinlilerin işgal makamları tarafından tutuklanması bir rehin alma eylemidir, çünkü [İsrail] direniş hareketleriyle karşı karşıya olan işgalci bir rejimdir. Bu açıdan bakıldığında, (İsrail) uluslararası bir terör eylemi gerçekleştirmektedir, (İsrail’in) Tüm Kişilerin Zorla Kaybedilmeye Karşı Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşmeyi açıkça ihlal ederek kaçırdığı veya hapsettiği insanları her türlü işkence, şiddet, terör ve zorla kaybetmeye maruz bıraktığını belirtmeye gerek yoktur. Bunu yaparak, imzaladığı tüm uluslararası yasaları ihlal etmektedir. Üstelik BM üyesi olarak kabul edilmesi, BM Şartına ve bu şarttan doğan diğer tüm anlaşmalara bağlılığına dayanmaktadır.

Tuhaf olan, bu sözleşmelere imza atan tüm Batılı ülkelerin Hamas da dahil olmak üzere Filistinli direniş hareketlerini terör örgütü olarak tanımlamasıdır ki bu uluslararası hukuka ve bu ülkelerin imzaladığı anlaşmalara aykırıdır. Örneğin Yeni Zelanda bunu Hamas'la ilgili olarak daha kısa bir süre önce yapmıştır. Yine bu ülkeler, İsrail'in saldırgan bir işgal rejimi olduğunu bildikleri halde Nazi Siyonistlerinin terörizmini 'İsrail'in kendini savunma hakkının bir parçası' olarak tanımlamaktadırlar. Oysa uluslararası hukukta bu iddiayı destekleyen veya açıkça ifade eden hiçbir şey bulunmamaktadır. Ayrıca, soykırım suçuyla karşı karşıya kalındığında, örneğin Kuzey Gazze Şeridi'nde El-Rashid Caddesi'ndeki El-Nablusi Meydanı'nda 29 Şubat 2024 sabahı yaşananlar[3] gibi, Nazi varlığının suçlarını destekleyen ülkelerden hiçbiri bu suçları durdurma eğilimi göstermemiştir. Sadece suçun failinden ‘kendi kendisini’ soruşturmasını istemek gibi zayıf tepkiler vermişlerdir! Bu tavır, özellikle 7 Ekim saldırısını terör olarak nitelendirip direniş eylemlerine verdikleri tepkiyle keskin bir çelişki oluşturuyor.

Bu iki olay arasındaki fark çok büyük. Çünkü işgal güçleri, 140 gün boyunca un alamayan, muhtaç oldukları unu almak için koşturan silahsız sivillere ateş açmıştır. Bu, mültecilerin çalınan vatanlarına, topraklarına geri dönme arzularıyla kıyaslanamaz. Buna rağmen Batılı ülkelerin resmi sözcülerinden hiçbiri El-Nablusi Meydanı'nda işlenen suçu terör saldırısı olarak tanımlamaya cesaret edemedi. Ne yazık ki aynı şey sözde Filistin’i destekleyen Arap rejimleri için de geçerli. Direniş eylemlerini, yerel hukukun cezalandırdığı bir tür 'terörizm' veya şiddet olarak kabul ediyorlar. Üstelik, ben bu satırları yazarken, Filistin'i ve onun direniş hareketlerini desteklemekten veya finanse etmekten 'mahkûm edilip’ Arap hapishanelerine konulan Filistinliler bile var.  

Direnişi işgal altındaki toprakları özgürleştirmek için gerekli bir eylem olarak gören uluslararası hukuk hakkındaki ifadeler, bu hukuku dikkate aldığımız ya da direnişi desteklemek için buna güvendiğimiz anlamına gelmiyor, çünkü tarihi de hukuku da yazacak olan, kendi öz gücü ve halkının desteğiyle var olan sahadaki direniştir. Kim onu 'terörist' olarak tanımlarsa, eninde sonunda onunla oturup müzakere etmek zorunda kalacaktır, tabii onlar bunu kabul ederse. Şu anda bazı süper güçlerin arabulucular aracılığıyla da olsa direnişle müzakere ettiğini, günlerce direnişin önerilerine vereceği yanıtı beklediğini söylemek yeterli olacaktır. Sadece uluslararası hukukun zorlamasıyla böyle şeyler olmazdı.

Yasanın dili, görünüşe göre zayıfları yargılamak için kınında tutulan kılıç gibidir, dünyayı yöneten çetenin artan etkisi karşısında güçlüler yasayı görmezden gelir. Yukarıda yazılanlar, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra galipler tarafından hazırlanan uluslararası hukuka göre bile direnişin meşru olduğunu insanlara hatırlatmak için mütevazı bir girişimdir.

 

Kaynak: Jordanian Journalist: Hamas' October 7 Attack, Taking Of Israeli Hostages Are Not Terror But Legitimate Acts Of Resistance To Occupationhttps://www.memri.org/reports/jordanian-journalist-hamas-october-7-attack-taking-israeli-hostages-are-not-terror#_edn1

[1] Al-Arabi Al-Jadid (Londra), 7 Mart 2024.

[2]Türkiye’nin de taraf olduğu sözleşmenin metni için bkz:

https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc071/kanuntbmmc071/kanuntbmmc07103442.pdf

[3] Burada İsrail güçlerinin eşlik ettiği yardım kamyonlarından yiyecek çekmeye çalışırken en az 118 Gazzeli'nin öldürüldüğü ve yaklaşık 760 kişinin de yaralandığı bir olaya atıfta bulunuluyor.

Tüm hakları SDE'ye aittir.
Yazılım & Tasarım OMEDYA