Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

Post-Pandemi Dönemi, Çin’in “Sıfır Covid Politikası” ve Doğu Türkistan

Bu yazı 15/03/2022 tarihinde yayınlanmıştır. 

*Dr. Gökberk DURMAZ/ Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika Analizi Uzmanı

 

2019 yılının son çeyreğinde kendini gösteren korona (Covid-19) virüs vakaları tüm dünyayı etkisi altına alarak küresel bir pandemiye neden oldu. Her gelişmişlik seviyesinden dünya ülkeleri küresel pandemiden iktisadi, siyasi ve sosyal olarak farklı seviyelerde etkilendi. Sanayileşmenin getirdiği şehirleşmenin yoğun olarak yaşandığı, ekonomik açıdan gelişmiş ülkeler ise üretim kapasitelerinin optimum kullanılamaması ve ar-ge çalışmalarının gecikmesi gibi nedenlerle bu süreçten daha çok etkilendi. Özellikle de katma değeri yüksek mamullerin üretim ve lojistik süreçlerinde yaşanan krizler, küresel ve bölgesel ekonomiler üzerinde kalıcı etkiler bıraktı. Elbette ki, küresel krizi öngörüp hazırlık yapan ülkeler açısından ise krizi fırsata çevirme çabaları yoğunlaştı.

Sanayileşmiş ülkelerde pandeminin sosyal etkilerine bakıldığında durum, kırsal nüfusu yoğun ülkelere göre daha vahimdir. Şehir hayatının getirdiği düzene alışan ve kalabalık gruplar halinde sosyalleşmiş kentli bireylerin yaşam biçiminin bir parçası olduğu toplumlarda; bireyler kamu otoritelerince uygulanan kısıtlamalar konusunda çok daha şikâyetçi bir tutum aldılar.

Bu noktada, kamu otoriteleri toplumun sosyo-kültürel yapısının ve mevzuatların müsaade ettiği ölçüde kısıtlamalarda bulunmaya çalıştılar. İngiltere ve İsveç gibi ülkeler ilk günden itibaren “sürü bağışıklığı” adını verdikleri yaklaşımla bir yandan bireylerin günlük hayatlarını kısıtlamazken; öte yandan geniş kitlelerin süratle virüsle karşılaşmalarına sebep oldular. Başlangıcından bu yana üzerinden üç yıl geçtikten sonra bireyin “özgürlüğünü” önceleyen bu türden politikalar an itibariyle yoğun eleştiri ve pişmanlıklarla sorgulanmaya devam ediyor.

Kimi yerlerde, kamu otoritesinin muhatap olduğu yasal mevzuatlar, yönetime zorunlu kısıtlama ehliyeti vermedi. Örneğin, Japonya’da hükümet bireylerin özgürlüğünü kısıtlayıcı bir şekilde sokağa çıkma yasakları uygulayamadı. Kamu otoritesi bireylere sosyal hayatlarını sınırlamaları konusunda tavsiyelerde bulunmakla yetindi.

Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu diğer bir grup ülkeler ise böylesine bir küresel salgın karşısında hem gelişmekte olan sanayi ve ekonomisinin en az hasarla bu süreçten kurtarmaya hem de pandemi sonrası krizin yaratacağı fırsatlar karşısında kendini hazırlamaya odaklandı. İlaveten, devletin mukaddes sayıldığı Türk toplum yapısında, kamu sağlığı da tıpkı kamu güvenliği gibi Devletin sağlamakla mükellef olduğu bir alandı. Bunu yaparken de elbette süreci yukarıdaki örneklerde olduğu gibi bireylerin keyfiyetine bırakamazdı. Çünkü kamu sağlığı bir kişinin keyfiyetinden daha elzemdi. Elbette, kamu sağlığının tesisi ile ekonominin sürekliliği arasındaki dengeyi sağlama konusu Devletin en çok emek verdiği hususlardan biri oldu geçtiğimiz üç yılda.

Şimdi de gelelim virüsün başladığı ve bu yazımızın da ana konusu olan Çin Halk Cumhuriyeti’ne. Covid-19 virüsü ilk olarak Çin’in Wuhan kentinde kendini gösterdi. Kimileri virüsün Çin tarafından laboratuvar ortamında suni bir şekilde üretildiğini iddia ederken, dönemin ABD Başkanı Donald Trump bir adım daha ileri giderek korona virüsünü “Çin Virüsü” olarak isimlendirdi. Karşıt görüşlüler ise virüsün Batılı Küresel aktörler tarafından insan nüfusunu azaltmak üzere üretildiğini savundu. Virüs doğal bir şekilde mi ortaya çıktı, yoksa bu iki iddiadan biri mi doğru, bunu zaman gösterecek.

Pandeminin hemen öncesine gittiğimizde “yükselen” Çin, ABD başta olmak üzere Batılı aktörlerce tehdit olarak algılanmıştı. Bu doğrultuda Çin’e küresel bir siyasi güç sağlayabileceğinden endişe edilen Çin ekonomisindeki büyümeyi durdurma adına Huawei başta olmak üzere Çin’in “dijital ipek yolunun” bir parçası olan şirketlere peşi sıra yaptırım kararları açıklandı. Bu yaptırımlar ile Çin ekonomisi sarsılmayı gayret ediliyordu ki, pandemi patlak verdi. ABD Başkanı değişti. Rusya-Ukrayna savaşı ortaya çıktı. Ancak, bütün bu değişiklikler Çin’in küresel siyasetteki rolünü azaltmadı.

Pandemi ile birlikte Wuhan başta olmak üzere diğer etkilenen bölgeler Çin tarafından süratle izole edildi. İnsan haklarına aykırı olacak şekilde çok sert karantina tedbirleri uygulandı. Bunun sonuncunda Çin, diğer ülkelere göre vakaların önüne geçtiğini ve insanların pek çok şehirde “normal” hayatlarına döndüğünü açıkladı.

Öte yandan, Doğu Türkistan’da Çin Halk Cumhuriyeti sistematik asimilasyon politikalarına insan haklarına aykırı bir şekilde pandemi öncesi ve sonrasında devam etti. Aile üyelerinin birbirinden haber alamaması, “rehabilitasyon” kamplarında bireylere aşılanmaya çalışılan doktrinler ve diğer bir takım insanlık onuruna yakışmayacak uygulamalar uzunca bir süredir ve sistematik olarak yaşanıyordu.

Yeri gelmişken, ABD ve İngiltere’nin başını çektiği Batılı ülkelerin Çin’in bu insan hakları ihlallerini araçsallaştırdığını, böylesine önemli bir meseleyi Çin’i çevreleme ve yaptırımlar uygulama politikalarının bir parçası olarak “kullandıkları”nın kabul edilmesi gerekir. Yoksa Doğu Türkistan’daki soydaş ve dindaşlarımızı gerçek anlamda düşünmelerinin söz konusu olmadığının tespitini de yapmamız icab eder.

Pandemi vakalarının yıkıcı etkisi aşılama çalışmalarının da etkisi ile tüm dünyada azalırken, Çin bu konuda dünyadan farklı bir politika uygulayacağını açıkladı.

Çin, "sıfır vaka" olarak adlandırdığı bu sağlık stratejisi ile Covid-19 vakalarını ortaya çıktığı yerde bastırmayı ve bulaşma zincirini kesmeyi hedefliyordu. Karantina, seyahat kısıtlamaları, toplu testler, imalat, ticaret ve hizmetler sektöründeki işletmelerin faaliyetlerinin kısıtlanması veya kapalı devre sürdürülmesi gibi katı ve geniş ölçekli tedbirleri bu stratejinin hayatı ciddi şekilde sınırlayan araçlarıydı. Sincan Uygur Özerk Bölgesi, Şangay ve Guangzhou bu tedbirlerin sıkı uygulandığı yerler oldu.

"Sıfır covid " stratejisinin en katı uygulandığı Çin'in Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nin Urumçi kentinde 24 Kasım’da meydana gelen yangında, yangının çıktığı apartmanda 10 kişinin hayatını kaybetmesi Çin genelinde Covid-19 tedbirlerine karşı artan huzursuzluğu tepkiye dönüştürdü, protesto ve tepkiler ülke geneline yayıldı. Ölenlerin karantina nedeniyle evlerini terk edememesi, itfaiye ekiplerinin yine alınan tedbirler kapsamında metal bariyer ve engellerle çevrili komplekse giremedikleri için yangına zamanında müdahale edememeleri bu faciaya sebep oldu.

“Sıfır covid” adı verilen bu politikaların kamu sağlığı açısından bu kadar sert uygulanmasına gerek yoktu, üstelik düzenli aşılama çalışmaları yapılmışken.

Sonrasında anlaşıldı ki, nasıl Batı Doğu Türkistan meselesini araçsallaştırmışsa; Çin’de “sıfır covid” önlemi olarak nitelendirdiği bu politikası ile insanları evlerinde kilit altına alarak uyguladığı, açlık ve temel insan haklarından doğan gereksinimlere erişememe olarak zuhur eden uygulamaları Doğu Türkistan başta olmak üzere hedeflediği bölgelerde araçsallaştırmış durumdadır. Yalnız, sistematik insan hakları ihlallerinin güncel bir versiyonu olan bu durum bu kez sadece Türk ve Müslüman kökenlilere değil, diğer Çin vatandaşlarına da uygulanmaktadır.

Son yangın olayının Sosyal medyada yayılan videoları, Çin’in birçok yerinde halkın toplanarak covid tedbirlerini protesto eden yoğun gösteriler yapmasını tetikledi. Meydanlarda "Özgürlük istiyoruz", "Karantinaya hayır", "Sağlık koduna hayır", "Sincan'a özgürlük", "Şi Cinping istifa" sloganları yükseldi.

Çin’in kamu sağlığı kisvesi altında kendi vatandaşlarının bir kısmına karşı yürüttüğü sindirme politikası geniş protestolara sebep olarak ters tepti ve bu durumun kabul edilebilir olmadığı gibi sürdürülebilir olmadığı da fark edilmeye başlandı. Protestoların siyasi mahiyet kazanmaya başlaması karşısında Çin yönetimi geri adım attı, Reuters ajansı, 30 Kasım günü Çin’in sert covid uygulamalarını kaldırdığını haberleştirdi.

Gelinen noktada görülen o ki Çin, ekonomi politikaları ve dış politika açısından gösterdiği etkinliği, iç politika ve kamu barışı konularında gösterememiştir. Vatandaş-devlet bağlılığını ve milli aidiyet hissini kendi elleriyle yok etmektedir. Unutulmamalıdır ki, milletiyle bütünleş(e)meyen bir devletin başarılı bir şekilde ayakta kalma şansı yoktur. 

Çin Halk Cumhuriyeti bu türden ayrıştırıcı, insan haklarına ve insanlık onuruna mugayir eylemleri bir an evvel terk etmelidir. Enerjisi ile kapasitesini küresel siyasette asimetrik bir ilişki denklemi yaratan ve askeri-siyasi bir tahakkümü de beraberinde getiren Amerikan Dolarının; Bretton Woods Sistemi ile süregelen haksız hegemonyasını kırmaya harcamalıdır. Bunu yaparken de önce iç barışını sağlamalıdır. Sonrasında ise benzer iktisadi ve siyasi asimetriden şikâyetçi hedef ortaklarını iyi seçmelidir.