Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

Risk Toplumu Kavramı ve Fransa’nın Sosyal Olaylarda Kontrolü Kaybetmesi

Bu yazı 04/07/2023 tarihinde yayınlanmıştır.

*Doç. Dr. Güray Alpar/ SDE Başkanı

 

Stratejik Düşünce Enstitüsünde (SDE), 2020 yılı sonunda yapılan bir panelde, “bundan sonraki süreçte kötü yönetim ve sosyal adaletsizlikler nedeniyle oluşabilecek sosyal olayların, mutlaka göz önünde tutulması gerektiği belirtilerek, bu noktada, Fransa gibi ekonomik açıdan durumu iyi olan ülkelerde dahi sosyal hareketlilikler yüksek oranda beklenmedir” şeklinde bir değerlendirme yapılmıştı (Alpar, 2020). Nitekim bunun ertesinde süreçte, Fransa’da sosyal hareketler hiç eksik olmadı.

Risk, tehlikeye maruz kalma derecesi ya da istenilen durumla gerçekleşen arasındaki fark olarak tanımlanabilir. Tahmin ise kehanetten tamamen farklı olarak, eldeki bilgiler ve geçmişin tecrübelerinden istifade ile akla, sezgiye ya da birtakım verilere dayanarak, olayların alacağı şekli kestirmektir. Ciddi bir ülkede, her seviyede yönetici bu tahminlere göre riskleri, sürekli takip etmek ve gerekli tedbirleri önceden almak zorundadır (Fıkırkoca: 2003).

Fransa’da bir süredir meydana gelen sosyal olayların giderek artması ve kontrol dışına çıkması bazılarına şaşırtıcı gelebilir ama sosyolojik bir analiz ile bu durumun ve oluşan riskin, yapısal bir bozukluğun sonucu olduğu da hemen anlaşılabilir.

Günümüzde gelişmiş ülkeler dahi, daha önce yaşamadıkları sosyal sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır ve kalmaya da devam edecekler gibi gözüküyor. Toplumsal sorunlara açıklık getirmede genel olarak Anglo-Sakson sosyologlar, sosyolojinin artık bir öneminin kalmadığı gibi bir tutum içerisindeyken, sosyoloji geleneğine bağlı kalanlar, çoğunlukla toplumsal sorunların toplum içinde ve sosyoloji bilimi ile incelenmesi gerekliğini savunmaya devam etmektedirler (Çuhacı, 2007: 130).

Sorunların toplum içinde ve sosyoloji bilimi ile incelenmesi gerektiğini savunan sosyologlardan olan, Alman sosyolog Ulrick Beck, “Risk Toplumu” teorisinde, Batı toplumlarının yaşadığı süreci açıklamaya çalışırken, günümüzde toplumların daha önce karşılaşmadıkları birçok sorunla yüzleşmek zorunda kalmalarını bir risk olarak tanımlamıştı (Beck, 2019). Fransa’nın yaşadığı da tam olarak bu risktir.

Fransa, tarihinin en ciddi sokak olayları başa çıkmaya çalışırken ve bir süredir yaşadığı toplumsal olaylar zincirine bir halka daha ilave ederken, olayları anlamlandırmaktan yoksun veya görmezden gelen üst yöneticileri ile aslında sorunları tam olarak tespit edememesinin sıkıntılarını yaşamaya devam ediyor. Fransız yazar ve felsefe profesörü Jacqueline Russ (1924-1999), “Avrupa Düşüncesinin Serüveni” isimli kitabında, Avrupa düşüncesindeki temel esasları açıklarken, “Bu kıtanın edindiği birikimle daima geleceğe yönelik bir sentez üretebilme yeteneği gösterebildiğinden” bahseder (Russ, 2014). Ancak Russ, bugünün Fransa’sını görse ve kitabını yeniden yazsa, gelinen noktadaki basiretsizliğe şaşırır ve herhalde aynı cümleyi kurmakta tereddüt ederdi.

Cezayir asıllı 17 yaşındaki bir gencin, arabasında polis tarafından öldürülmesi, olayların ana sebebi gibi gözüküyor. Kayıtlar incelendiğinde aslında gencin, polisi tahrik edecek öyle bir olumsuz hareketi de yok. Sorun, Fransız polisinin ve onun da üstünde Fransız toplumunun, eski sömürgelerinden gelen insanlara bakış açısı ve önyargıları. Bu ise olayların kısa sürede ülke çapında yaygınlaşmasının ana nedeni.

Olayların kısa sürede Belçika ve İsviçre’ye sıçramasını ise bu ülke yöneticilerinin iyi değerlendirmesi gerekiyor. Kaldı ki olaylar, muhtemelen sadece bu ülkelerle de sınırlı kalmayacak gözüküyor.

Ölen gencin içerisinden geldiği kültürün niteliği ve Müslüman olması ise ayrıca değerlendirilmeli. Bu nedenle başta göçmenler olmak üzere destek verenler, “birikmişlik” duygusunun da etkisi ile kendilerini ifade etmeye çalışıyor. Fransa’nın yıllardır görmediği, ötekileştirdiği, dışladığı ve bir kenara ittiği bu azınlık bir anda yaşadığı baskıları ve ötelenme duygusunu şiddete ve sonrasında ayaklanmaya dönüştürüyor.

Fransız polisinin olayı, toplumdaki tehlikeli davranışlarda yükselme gerekçesine bağlaması ve ardından sanki bir şey yokmuş gibi, bu insanların yaşadıkları ama aslında yaşamak istemedikleri ortam içerine geri gönderilmesi de çözüm olmayacak. Sorun, “toplumun düşünce yapısında” ise önce onun değiştirilmesi gerekiyor ama Fransa’da yapılanlar her zamanki gibi bunun tam tersi. Konunun, uzmanlar tarafından derinliğine analiz edilmesi ihtiyacı olduğu kesin.

Diğer taraftan, 2017 yılında uygulanmaya başlanan güvenlik yasasını iyi incelemek gerekiyor. Yasa her ne kadar, “Fransa’nın terörizmle daha etkin mücadelesini” hedeflese de bu tarihten sonraki alandaki pratik uygulamaları, gerçekleşen olaylar, yanlışların artmasına ve konunun bugünlere gelmesine neden oldu. Yasaya istinaden, Fransız güvenlik kuvvetlerinin silah kullanma yetkisindeki yasal çerçeve, demokratik bir ülkede olmaması gereken ölçüde genişletildi ve bu da kötüye kullanıldığından, insan hakları örgütleri tarafından sürekli eleştiriliyor. Zaten konuyla ilgili yapılan sosyal araştırmalar, yasanın uygulanmaya başlamasından sonra, Fransız polisinin araç içerinde öldürdüğü kişi sayısı öncekine göre tam 5 kat artmış durumda olduğunu gösteriyor.

Yine yapılan araştırmalara göre, yasanın çıktığı tarihten bu yanan ülkede kamusal uyumsuzluk olayları yaklaşık %35 arttığı halde, polisin araç içinde öldürdüğü kişi sayısı dikkate alındığında, bu artış oranı %350, yani tam 10 kat fazla. Bu dengesiz durum rakamlarla ortaya konulduğu halde, bugüne kadar herhangi bir şey yapılmadı, olaylar görmezden gelindi. Fransa’da polisin trafik kontrolleri sırasında açtığı ateş sonucu hayatını kaybedenlerin çoğunun, siyahi ve Arap kökenli olması da. Üstelik bu olaydan sonra Fransa’da bazı kesimler tarafından yapılmaya çalışılanlar, adeta bir iç çatışmanın başlaması için ortam yaratıyor. 17 yaşındaki genci öldüren polisin, bu olayda orantısız bir güç kullandığı açıkça ortada iken ve dahası olaylar devam ederken, polisi korumak için açılan bağış kampanyasında, bağış miktarının 1 milyon euroyu aşması, toplumu daha da gerginleştirmeye yönelik inanılmaz bir hata olarak gözüküyor. Diğer bir inanılmaz hata ise aşırı sağcı Marine Le Pen destekçilerinin ellerinde beyzbol sopalarıyla sokağa inip protestoculara saldırması olmuştur. Toplumbilim açısından her iki olayın da tedbir alınmadığı takdirde, bir ülkede gruplar arasında iç savaşa varan ayırımları yaratabileceği kolayca değerlendirebilir. Böylesi bir durumda alınabilecek sosyolojik düzenlemelerle toplumsal barış sağlanabilecekken, bunun yerine yasaklar, özgürlük kısıtlamaları ve özel eğitimli askeri birlikleri sahaya sürmek gibi çözümler arandığı görülüyor ki geçmişte bazı ülkelerde yaşanan örnekler bu tedbirlerin sosyal hareketleri önlemekten ziyade ileriye yönelik daha da kemikleşmesini sağladığını gösteriyor. Konuyu bilen kişilerin devreye sokulması ve teşhisin doğru yapılması önemli.

Fransa’da Sarı Yelekliler Hareketi, 2018 yılından beri devam ediyor. Uzun dönemdir devam eden bu olaylar, Fransız güvenlik güçlerini psikolojik olarak yıpratmış durumda. Eğitimler yanında uzmanların kullanılması ile bu sorunun belli oranda aşılması mümkünken, konu her nedense ihmal edilmiştir. Fransız polisinin, Sınır Tanımayan Muhabirler (RSF) tarafından raporlaştırıldığı şekilde, gazetecilere ve basın mensuplarına da bilerek kötü davrandığı biliniyor. Basın mensubu olduğu bilindiği halde, polis şiddetine maruz kalan, kamera ve teçhizatları parçalanan gazetecilere ilişkin görüntüler, inkâr edilemez biçimde açıkça sosyal medyada dolaşıyor. Basın mensuplarının şiddete maruz kaldıkları bölgelerin ise sırt ve boyun bölgelerinde olması ise bilerek ve maksatlı şiddet uygulandığının delili.

Fransız yönetiminin, geçmişten gelen bazı alışkanlıklarla, dünyadaki değişimi algılamasının yetersiz olduğu görülmektedir. Bir anlamda dünya değişmiş, ancak Fransız yönetimi aynı kalmıştır. Fransa hala sömürge dönemindeki gibi hareket ederek, sonuca ulaşmayı hedeflemekte ve Afrika ve Orta Doğu gibi bölgelerde bu doğrultuda anlamsız girişimlerde bulunmaktadır. Bu arada ise kendi içerisindeki sorunları ihmal ettiği görülmektedir. Açıkçası Fransa’nın iç cephesi hastadır ve tedbir alınmadan bu haliyle Fransa’nın daha fazla devam etmesi olası gözükmemektedir.

Toplumbilim yazarı Hoffer (1902-1983), sosyal olayların kolayca yön değiştirebileceğini açıklarken, “Birçok şeye sahip olduğu halde, daha fazlasının istenildiği zamanki hayal kırıklığı, hiçbir şeye sahip olmayıp, bazı şeyler istenildiği zamanki hayal kırıklığından daha büyüktür.” şeklinde bir değerlendirme yapmıştı (Hoffer, 2007: 23). Bu haliyle refah toplumu haline gelmiş olan, zengin Batılı ülke vatandaşlarının, en küçük bir refah indirgemesinde alanlara çıkması da anlamak kolaylaşıyor. Fransa’da, yaşananlar da bunu doğrulamaktadır. Diğer yandan bu toplumsal hareketlere müdahale yöntemleri de belli oranda tecrübe birikimini ve güvenlik güçlerinin eğitimini gerektirmektedir.

Bir ülke yönetiminin, halkının ihtiyaçlarını uzun süre görmezden gelmesi mümkün değildir. Fransa için sorun, sadece göçmenler ya da sonradan Fransız vatandaşı olanlar değildir. Fransızlarda, bir bütün olarak, mevcut yönetimin uygulamalarından rahatsızlık duyan büyük bir kitle oluşmuştur. Fransa’da bu yıl çıkarılan ve ülkede tepkilere neden olan, “emeklilik reformu” bunun en bariz örneğini teşkil etmektedir. Reforma karşı yapılan gösterilere, 4 milyona yakın kişi katılmış olması (Fransa İçişleri Bakanlığı katılımı 1 milyon 89 bin kişi olarak bildirmiştir), göz ardı edilemez. Bu olaylar esnasında da Fransız güvenlik güçleri orantısız güç kullanmıştır. 2023 yılı mart ayında, Fransız kamu kuruluşu “Ulusal İnsan Hakları Danışma Komisyonu (CNCDH)”, ülkede emeklilik reformuna karşı yapılan gösterilerde polisin orantısız güç kullanmasını kınamış, ardından da bu kez Avrupa Konseyi, Fransa’da tartışmalı emeklilik reformuna karşı yapılan gösterilerde, polisin orantısız güç kullanmasına tepki göstererek, Fransız yönetimini gösteri hakkına saygı duymaya çağırmıştır.

Tahmin kelimesini, “eldeki bilgiler ve geçmişin tecrübelerinden istifade ile akla, sezgiye ya da birtakım verilere dayanarak, olayların alacağı şekli kestirmek” şeklinde tanımlamıştık. Fransa’da, 2005 yılında, Paris’te, yine kimlik kontrollü yapan polisten kaçarken yüksek gerilim trafosuna sığınan, 15 ve 17 yaşındaki Kuzey Afrika kökenli gençler hayatını kaybetmiş ve bunun sonucunda ülke çapında büyük olaylar yaşanmıştı. O zamanki Fransa İçişleri Bakanı olan Nicolay Sarkozy’nin ise olaylara karışanları, üst düzey bir sorumluya hiç de yakışmayacak çok çirkin bir ifade ile “pislik ve haydut” olarak nitelendirmesi ise olayları tırmandırmıştı (Le Monde, 11 Kasım 2005). O günden bugüne, Fransız düşünce yapısında fazla bir şey değişmediği, olaylara karşı tepkilerden ve önlemlerden açıkça anlaşılıyor. 18 yıl aradan ve onca başka olaylardan sonra, Fransa’nın ve yöneticilerinin hala olaylardan ders almadığı ve hiçbir gelişmenin olmadığı da görülüyor. Yıllar sonra yine 17 yaşında bir genç, polis tarafından öldürülüyor ve öldüren polis için paralar toplanıyor, aşırı ırkçılar ellerinde sopalar protestocuları dövmeye çalışıyor. Olaylarda meydana gelen zarar şimdiden en az 1 milyar avro’yu geçmiş durumda. Üstelik ülke güvensiz hale geldiği için, turistler için yapılan rezervasyonlar da iptal ediliyor. İngiliz Telegraph gazetesi “Fransa kendini parçalıyor, dünya şaşkınlıkla izliyor”, “Macron, Fransa’nın kontrolünü kaybediyor. Binlerce tutuklama, yakılan okullar, kamu binaları, yağmalanan dükkanlar…” başlıkları atıyor. Gözaltına alınanların çoğunun 14-18 yaş arasında olması ise Fransa’nın geleceği için güzel şeyler vaat etmiyor ve olaylar ülkedeki sosyo-ekonomik sorunları tekrar gündeme getiriyor. Fransa bundan önce başka ülkelerde eleştirdiği birçok olayı kendisi yapıyor. Sosyal medyaya, internete iletişimi engelliyor, basın ve medya mensuplarına hiç olmadığı kadar kötü davranıyor. Ülkede, insan hakları ve özgürlüğe ilişkin kavramlar ayaklar altına alınıyor. Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Sözcüsü Ravina Shamdasani ise Fransa’da yaşanan şiddet olaylarını ve insan hakları ihlallerini eleştirerek, “Bu, Fransa’nın kolluk kuvvetlerindeki derin ırkçılık ve ayrımcılık sorunlarını ciddi bir şekilde ele almasının zamanıdır” diyor. Kısaca bir risk toplumu haline gelen ve sosyal olaylarda kontrolü kaybetmiş gözüken Fransa, kendi oluşturduğu değerleri, kendi eliyle bir bir yok ediyor.

Kaynakça:

Alpar, Güray. (31 Aralık 2020). Gelecek Riskler ve İmkanlar, SDE. https://www.sde.org.tr/guray-alpar/genel/gelecek-riskler-ve-imkanlar-kose-yazisi-20557.

Beck, Ultrich. (2019). Risk Toplumu, Başka Bir Modernliği Doğru (Risikogesellschaft Auf dem Weg in eine andere Moderne), İthaki Yayınları: İstanbul. s

Çuhacı, Aysu. (2007). “Ulrich Beck’in Risk Toplumu Kuramı, Sosyoloji Dergisi, 3. Dizi 14. Sayı.

Fıkırkoca, Meryem. (2003). Bütünsel Risk Yönetimi, Pozitif Matbaacılık: Ankara.

Hoffer, Eric. (2007). Kesin İnançlılar (The Ture Believer), Çev. Erkıl Günur, Plato Yayınları: İstanbul.

Le Monde. (11 Kasım 2005). Nicolas Sarkozy continue de vilipender "racailles et voyous".

Russ, Jacqueline. (2014). Avrupa Düşüncesinin Serüveni, Çev. Özcan Doğan, Doğu Batı Yayınları: Ankara.