Son yarım asırdır adı sürekli olarak savaşlar, kargaşalar, iç savaşlar, işgaller, kan ve çatışma ile anılan Afganistan, ortaya çıkan birtakım hadiseler ve kadim bir takım yaşanmışlıklar nedeniyle zihnen bazı zindanlara hapsolmuş durumda.
Bu zindanlar ülkenin geleceğini pençelerine alarak kalıcı istikrar ve barışın önünde en büyük engelleri teşkil etmekte; hatta sorunların ana kaynakları olarak nitelendirilebilmektedir.
Bu yazıda “zindan” olarak nitelendirdiğimiz bu olgulardan her birinin nasıl doğup Afgan halkının kalpleri ve zihinlerinde yerleştiklerini kısaca açıklamanın yanı sıra bunların Afganistan’ın kaderini nasıl etkilediğini ve halk için nelere mâl olduğunu ele alacağız.
Bu zindanların ilki zaman zaman ırkçılık derecesine varan etnik milliyetçilik zindanıdır. Afganistan’ın istikrar, huzur ve esenliği önünde en önemli engel olan bu zindan her ne kadar toplumsal bir vaka olarak karşımıza çıksa da bu sorunun temelinde iki ana sebep yatmaktadır. Birincisi, yakın döneme kadar -hatta şuanda bile- ülkede yaşayan kavim ve etnik grupların birbiriyle sürekli ve sağlıklı iletişim halinde olmamaları; İkincisi ise Devlet adamlarının kısa süreli çıkarları için halkın milliyetçi duygularını kabartarak, birbirine karşı düşmanlık duygularını pekiştirerek onları birbirine kırdırmalarıdır.
İkinci zindan din anlayışıdır. İlk bakışta, tüm dünya’ya adalet, barış, esenlik, mutluluk ve barışı tesis etmek için inen; kardeşlik, merhamet, iyiliği, hayayı esas alan bir dinin Afgan halkı için nasıl zindan olabileceği sorusu akıllara mutlaka gelecektir. Ancak burada zikrettiğimiz dini anlayıştan kastımız; Dini sadece bir takım şekilsel uygulamalarla sınırlayan, usulü göz ardı eden, dinin hatemiyyet ve alemiyyet özelliklerinden uzak onu sadece bir zaman dilimine, bir topluma veyahut birkaç kitaba hapseden, dinin sadece kanuni boyutuna dayanarak ahlaki boyutunu göz ardı eden, gelenek ile dini birbirine karıştıran, geleneği dinmişçesine uygulayan ve uygulatan dini anlayıştır.
Bu anlayışın yaygın olarak yürürlükte olması yakın tarihinde Afganistan’da üç kesimin meydana gelmesine neden olmuştur.
Birinci kesim, dini sadece camide kılınan namaz ve ramazanda tutulan oruçtan, yapılan hac’dan ibaret sayan; ancak toplumsal hayatında, ekonomik teamüllerinde ve siyasi hayatında dini ve dinin aşkın amaçlarını gözetmeyen bir insan topluluğu. Bunun önemli göstergesi şu veciz gerçektir; son siyasi gelişmeler öncesinde ülkenin camilerinin her zaman olduğu gibi namazlarda dolup taşardı, ramazanda ise ülke genelinde oruç tutmayan yoktu, kimse sözde dininden en ufak taviz vermezdi. Ancak diğer taraftan Afganistan dünya üzerinde uyuşturucu ekimi ve ticareti konusunda birinci sırada yer alıyor, bazı sapık düşünce ve akımlar bu ülkede varlığını sürdürüyordu ve halen de sürdürüyor.
İkinci kesim, savaşlar içerisinde doğmaları ve çok genç yaştan ülkesini korumak üzere dağlara çıkan ve ömürlerinin büyük bölümünü ilim ve irfandan uzak yaşamak zorunda kalan kesimdir. Ortaya çıkan kesimler arasında en masum aynı zamanda en zalim olanların bu kesim olduğu söylenebilir. Zira onlar bir taraftan hayatlarının uzun bir dönemini savaşlarda geçirmeleri ve toplumsal değerlere yabancı olmaları nedeniyle halka uyum sağlamakta zorluk çekerken, diğer yandan verdiği kayıplar ve çektiği acılar nedeniyle görece olarak kendini daha mazlum hisseder. Hakeza toplumun geri kalanından daha fazla fedakârlıkyaptığı kanısına vararak kendini ülkenin tek sahibi zanneder. Oysa Afganistan’da son yarım asırdır, dağlara çıkıp işgalci güçlere karşı savaşanlar kadar, şehirlerde yaşayan halk da acı çekti.
Üçüncü kesim ise, ilk iki anlayışı benimseyenlerin bakış açıları, din adına sergiledikleri davranış ve uygulamalar nedeniyle dinin kendisinden soğuyan veya din ile ilgili soru-sorgulamalarına cevap bulamayan ve bu nedenle dinden uzaklaşan kesimdir. Bu kesim her ne kadar diğer iki kesime nazaran az görünse de aslında çoğunluğunu genç neslin oluşturduğu Afganistan geleceği için dikkate alınması gereken en önemli kesimdir.
Bu kesim genel anlamda yukarıda özelliklerini belirtmiş olduğumuz dini anlayışın doğurduğu bir kitle ise de, özel olarak meydana gelmesindeki en önemli etken toplumda yaygın olan “dini konuları çok sorgulama yoksa kafir olursun”, “bizden öncekiler yapmışsa vardır bir bildikleri”, “sen falan âlimden daha mı akıllısın ki soruyorsun” gibi söylemler ve buna bağlı olarak dini bir takım konuların sorgulanması ve araştırılmasını yanlış gören anlayıştır. Bu durum bir yandan gençlerin din ile ilgili soru-sorgulamalarının cevapsız kalmasına ve bunun sonucunda dinin aşkın güzelliklerinden yoksun kalmalarına neden olurken, diğer yandan onların sorularını cevaplayamayan bir din olarak gördükleri İslam’dan uzaklaşmalarına sebep olacaktır. Şüphesiz bu anlayışın doğurduğu ve Afganistan özelinde tüm İslam alemi için en büyük tehdit üçüncü kesimin maruz kaldığı bu sorundur.
Üçüncü zindan gelenekçiliktir. Afganistan halkının en belirgin özelliklerinden biri geleneklerine bağlı olması ve onu canı pahasına korumasıdır. Nitekim tüm işgallere rağmen Afganistan geleneklerinden uzaklaşarak eriyen değil, aksinde gelenekleriyle yaşayan bir ülke olarak varlığını sürdürmektedir. Ancak, göz ardı edilmemesi gereken konu, tüm geleneklerin iyi olmadığının farkında olmaktır. Daha doğrusu Müslüman bir ülke olarak Afganistan halkı geleneklerini yaşatma yoluna gitmeden evvel onları doğru bir usul çerçevesinde ahlaki ve dini değerler süzgecinden geçirmesi gerekmektedir. Aksi halde bugün de olduğu gibi, kadınların eğitiminin yasaklandığı ve sakal bırakmanın farzmışçasına zorunlu kılındığı durumları ve fazlası yaşanmayadevam edecektir.