Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

Afganistan Nasıl Bir Bilinç ile Kalıcı İstikrara Kavuşur

Sayed Sulaiman NABİL
03 Eylül 2024 15:55
A-
A+

Afganistan, geçen yarım yüzyıl içinde defalarca "savaşlara gömülme" veya "kalıcı istikrara kavuşma" yol ayrımlarıyla karşı karşıya kalmıştır. Ancak bu yol ayrımlarının hiçbirinde kalıcı istikrara ulaşma yoluna gidilememiştir. Bunun şüphesiz birçok sebebi vardır. Bu yazıda, önemli olarak gördüğümüz birkaç hususa değineceğiz. İnanıyorum ki, bu hususlarda yaşanacak bir gelişme, ülkenin siyasi, ekonomik ve toplumsal birçok sorununu çözmede anahtar rol oynayacaktır.

Geçen yarım asırlık sürece genel bir bakış attığımızda, tüm sorunların temelinde inanılan bütün değerleri yerle bir eden "çıkar temelli" düşüncenin yattığını görürüz. Bu sözü söylerken istisnaları unutmuş değiliz. Ancak bir bütün olarak baktığımızda, ülkenin yaşadığı onca felaket içerisinde, salt çıkar temelli düşünmeyen kitlenin de istenen olumlu etkiyi yaratamadığına şahit oluyoruz. Burada tarihe gömülüp aynı olayları bu perspektiften tekrar anlatmak istemiyoruz. Zira, Afganistan ile ilgili araştırma yapan ve bu ülkeyi merak eden herkes bilir ki, bu ülke yakın tarihte defalarca hem kendi hem de İslam dünyası için bir dönüm noktasına dönüşebilecek duruma gelmiştir. Örneğin, 80’li yılların sonunda, zulmün boyunduruğundan kurtulup müreffeh bir devlet inşa ederek, "Müslümanlar başardı", "biz başardık" cümlelerini tüm dosta ve düşmana söyletebilirdi. Ancak günün sonunda, on yıl boyunca tüm İslam ümmeti tarafından yürütülen o kutsal savaşın bitimi, Müslümanların zaferi olarak değil, CIA şefinin "Kazandık" sözüyle hatırlanacaktı. Çünkü biz, aşılmaz denilen Rus ordusunu aştık ama küçük egolarımızı aşamadık. Dünyevi çıkarlarımızın ötesine geçemedik. Sadece mücahitler değil, sonraki yıllarda iktidara gelen hükümetler de bunu başaramadı. Hepimiz sınıfta kaldık.

Sadece biz değil, o süreçte etnik/ulusal menfaatlerini düşünerek bu ülkenin uçuruma sürüklenişine seyirci kalanlar da sınıfta kaldı. Ve bugün, Afganistan olarak bir kez daha önemli bir yol ayrımındayız. Ya doğru istikamette hareket ederek felaha, salaha ve refaha ulaşacağız ya da bir kez daha bu karanlık tarihi tekerrür ettireceğiz. Ya dünyaya örnek bir İslam devleti sunarak yıllardır hayalini kurduğumuz bu büyük hizmeti yapacağız ya da insanları dinden soğutan, korkutan ve uzaklaştıran bir "İslam devleti" örneği sunacağız. Ya insani değerleri koruyan, kadına-çocuğa-yaşlıya kol kanat geren, kısaca Hakk’ın buyruğu ve halkın hakkını önceleyen bir devlet ve toplum örneği sunacağız ya da herkesi haklarından mahrum eden, dini salt bir otorite aracına dönüştüren bir devletin temelini atacağız. Dine hizmet edelim derken ona karşı en büyük kötülüğü işlemiş olmayacak mıyız?

"Ne yapmalıyız? Bu yol ayrımında nasıl selametle doğru istikamete yönelebiliriz?" soruları bu noktada çok önemlidir. Bu soruya tek bir cümleyle cevap vermek gerekirse, Taha Abdurrahman’ın ifadeleriyle şöyle demek mümkündür: "Bu sorun ancak düşünsel olarak tefkirden tefekküre ve toplumsal ilişkilerde de taavundan taarufa geçmek suretiyle mümkündür."

Bu meselenin bir çözüm olarak önemine geçmeden evvel, bu kavramları kısaca açıklayalım:

- Tefekkür, dünyayı ve kâinatı ayetler bütünü olarak gören, fıtratımız gereği dünyaya emanet nazarıyla bakan, görünenin arkasında görünmeyeni arayan, görünmeyeni kendine şahit tutan ve bu çerçevede düşünüp hareket eden bir düşünce biçimidir. Oysa tefkir, sadece zahir ile sınırlı, derinliği olmayan, insanı hakka götürmeyen bir düşünme biçimidir.

-Taavuni amel, salt çıkar ekseninde oluşan toplumsal ilişkilerdir. Oysa taarufi amel, toplumsal ilişkilerde hak ve hakikati önceleyen, insani ve ahlaki değerleri çıkarlardan önce gören, ahiret boyutunu maddi boyuta önceleyen bir eylem biçimidir.

Bugün bizler de sadece "Müslümanca yönetiyorlar" veya "İslam devleti kurdular" dedirtmek için değil, gerçek manada dinin maksatlarını uygulamak için çalışmalı ve birkaç rivayete takılı kalıp derinlikli bir düşünce olmadan şeriat adına bir eylemde bulunmamalıyız.

Bugün Afganistan’da, Zaruriyat-i Hamse’yi can güvenliğine indirgemeyen, tekvini ve tenzili ayetleri birbirinden ayırmayan, ilimlerin ayrımını kabul etmeyen, meşruiyeti önemseyen bir devlete; etnik menfaatleri değil ülke menfaatlerini önceleyen, kendini değil vatanını ve milletini önemseyen, çıkar için değil marifetin alışverişini sağlamak için bir araya gelen bir topluma ihtiyaç var. Kendi ülkelerinin güvenliğini sağlamak adına Afganistan’ı iç savaşlara sevk etmeyen, etnik çoğunluğu diğerleri üzerinde tahakküm kurmaya teşvik eden batı ürünü ulus devlet zihniyetiyle değil, ümmet eksenli tefekkür eden, İslam’ın öngördüğü komşuluk ilkelerine binaen hareket eden komşu devletlere; Afganistan’ı sadece medya üzerinden okumayan, oradaki acıları görüp yanlarında yer alan, sadece söylemler ile değil, eylemleriyle yanımızda duran İslam ümmetine ihtiyaç var.

***

Hepsinden öte, sadece Afganistan için değil, yıllardır acı ve zulüm içinde kalmış Filistin için de tüm ümmetin bir hususu daha göz önünde bulundurması gerekmektedir. Yıllardır devam eden sorunlar, idrak ve farkındalığımızın eksikliğinden kaynaklanmaktadır.

Bizler daima ortaya çıkan sorunların sonuçlarıyla mücadele ederken, sorunların bizzat sebebi ve kaynağı ile mücadele etmiyoruz/edemiyoruz. Başka bir deyişle, zulüm sonucu ortaya çıkan yaralara merhem olmaya çalışıyoruz; ancak zulmün kaynağına karşı bir mücadele içine girmiyoruz. Bu noktadaki farkındalığımız gün yüzüne çıktığında, işte o zaman ortaya çıkan sorunlar ve acılara karşı sadece isyan etmek yerine, sorunları kökten çözmenin peşine düşer ve Allah’ın Nasretini kazanmayı hak etmiş oluruz.