Yarım asırdır savaşlarla yorgun düşmüş Afganistan’da neden istikrar sağlanamıyor? Sorun nereden kaynaklanıyor? Sayısız muharebelerde iki süper gücün yenemediği bu ülke, neden kendi iç istikrarını sağlamada yetersiz kalıyor? Bu savaşlar gerçekten bir millî mücadele mi yoksa sadece birer vekalet savaşları mı? Yarım asırlık bu krizin iç ve dış temel etkenleri nelerdir?
Bu sorular Afganistan’a ilgi duyan pek çok kimsenin zihnini meşgul etmektedir. Bu can yakıcı soruların cevabı mahiyetinde onlarca kitap ve makale yayınlanmıştır. Ancak bunların hepsine ulaşmak herkes için mümkün olmadığı gibi okumak da pek çok kimse için imkân dahilinde değildir. Burada söz konusu sorulara verilen cevaplar üzerinden yarım asırlık Afganistan krizi özet olarak açıklanmaya çalışılacaktır.
Ülkeler genel olarak iki tür işgal tehdidiyle karşı karşıyadır: Birincisi sıcak çatışma içeren askerî işgal, ikincisi çeşitli ekonomik destekler, uzun dönem borçlanmalar, medya kontrolü, sivil toplumun genişletilmesi ve geliştirilmesi gibi uygulamaları içeren ekonomik/siyasi/kültürel işgal.
Afganistan, son yarım asırlık tarihinde bu işgallerin her ikisini de yaşayan ve bu işgallerin her türüne karşı etkin mücadele etmek zorunda kalan bir ülkedir. Üstelik bu süreçte gerek savaşırken gerekse de barış müzakereleri yürütürken/imzalarken kendi adına millî mücadele verdiği kadar başkaları hesabına da vekaleten mücadele (vekalet savaşı) etme gibi bir zorluğu da üstlendiğini söylemek mümkündür. Bilhassa her iki işgal türüne de asimetrik bir zayıflıkta maruz kalan Afganistan, sahada çoğunlukla üstün gelmesine rağmen masada kaybeden taraf olmuştur. Nitekim 1989’da Sovyetlerin çekilmesini sağlayan Cenevre antlaşması ve 2021’de ABD’nin ayrılması öncesi imzalanan DOHA antlaşması, Afganistan’ın çıkarlarından ziyade savaştığı ülkenin çıkarlarını koruyan antlaşmalar olmuştur.
Bu durum, küçük cihadı kazanan Afgan halkı nezdinde, işgalci güçlerin Afgan halkına temel insani değerleri getirmeyi amaçladığı vehmini ortadan kaldırsa da Afganistan, istikrar-güven ortamını sağlama ve insani gelişmişlik gibi büyük cihat denilebilecek hususlarda kayda değer bir yol katetememiştir.
Afganistan’ı krize sürükleyen bu tıkanıklığa ülkede süregelen üç yapısal sorun sebep olmaktadır:1. ulusal-uluslararası meşruiyet sorunu 2. kalkınmayı sağlayacak bilgi ve birikime sahip köklü kurum ve uzman insan kaynağı eksikliği 3. devletin yeniden devamlılığını hukuki/idari/sosyal zeminde sağlayacak devlet aklı eksikliği.
Bu yapısal sorunların yanı sıra iç ve dış kaynaklı bazı önemli faktörlerin de süreklilik arz edecek şekilde olumsuz etkide bulunması sonucu Afganistan, istikrar ve güven konusunda şiddet sarmalından çıkamamakta; insani gelişmişlik adına herhangi bir mesafe alamamaktadır.
-5 ila 3 trilyon dolar arasında değişen yer altı kaynaklarına ve 100 milyar dolarlık yer üstü zenginliklerine sahip olmasına rağmen çoğunluğu eğitimden yoksun, %90’ı fakirlik sınırı altında yaşayan kırk milyonu aşkın nüfustan kaynaklı, teröre elverişli bir iklimi doğuran iktisadi ve demografik yapısı, ülkenin güven ve istikrarını tehdit eden en temel iç etkenlerdir.
-Siyasi taraflar arasındaki bitmek tükenmek bilmeyen mücadele güven ve istikrarın önündeki bir diğer temel neden olurken aynı zamanda bu grupların ülkenin nasıl kalkınacağına dair herhangi bir somut fikrinin/projesinin/kadrosunun olmaması ise ülkenin insani gelişmişlik noktasında da bir kriz yaşamasına neden olmaktadır.
Bu krizin önemli dış etkenlerini ise şöyle sıralamak mümkündür:
-İran, Pakistan, Suudi Arabistan ve ABD’nin “Müftüleri”: Afganistan’ın son yarım asırdır savaş ortamından bir türlü çıkamamasında bu harici “müftülerin” büyük rolü vardır. Bunlar verdikleri fetvalar ile bir taraftan savaşı körüklerken diğer taraftan nefret tohumları ekerek iç barışın sağlanamamasına neden olmuşlardır.
Suudi Arabistan müftülerinin 80’li yıllarda hem Ruslara karşı cihadı farz ilan eden hem de Afgan Şiilerinin en az Ruslar kadar tehlikeli olduğunu dile getiren fetvaları, ülkede Sünni-Şii çatışmalarını başlatırken aynı zamanda 90’lı yıllardaki iç savaşa mezhep ateşi taşıyan etkenlerden biri olmuştur. ABD’nin “müftüsü” Zbigniew Brzezinski ise 1979’da Pakistan sınırında Afgan mücahitlere yaptığı konuşmada “Mücadelenizin zaferle sonuçlanacağına eminiz. Tanrı sizinle.” derken savaşın ateşine benzin dökmüştür. Aynı durum farklı söylem, yol yöntemlerle Pakistan ve İran müftüleri için de söz konusu olmuştur.
-Çok Uluslu Şirketler: Afganistan’da savaşı gerçek manada sona erdirecek uluslararası bir adımın atıl(a)mamasının temel sebeplerinden biri de çok uluslu şirketlerin bu savaşlardan elde ettiği iştah kabartıcı kârlardır. Lockheed Martin, Boeing, General Dynamics, Raytheon Technologies ve Northrop Grummagibi savunma şirketlerinin sadece 20 yıllık Afganistan savaşında elde ettiği kârın 2 trilyon doları aştığı tahmin edilmektedir.
-Yabancı Terörist Savaşçılar: 80’li yıllarda pek çok İslam ülkesinden binlerce kişi cihat amacıyla Afganistan’a gelip askerî ve ideolojik eğitimler sonrası fiili olarak savaşmıştır. Bir süre sonra bu savaşçılar ülkelerine döndüklerinde-özellikle Körfez Ülkeleri tarafından- terörist ilan edilerek kendi ülkelerine kabul edilememeleri üzerine yeniden Afganistan, Sudan, Irak, Suriye gibi çatışma bölgelerine dönmek durumunda kalmışlardır. Bu da ülkede güven ve istikrarın önünde engel teşkil eden DEAŞ gibi terör örgütlerinin doğuşuna zemin hazırlayan unsurlardan biri olmuştur.
-Komşular ile Var Olan Çıkar Çatışması/Sınır Anlaşmazlıkları: Komşular ile olan ilişkiler de Afganistan’daki istikrarsızlığın önemli parçalarından biridir. Bu noktada Orta Asya, Pakistan ve İran’ı ayrı ayrı olarak ele almak daha doğru olacaktır.
Pakistan ile Afganistan arasında iki temel sorun bulunmaktadır: Birincisi Afganistan-Pakistan arasındaki sınır anlaşmazlığına konu Deurand hattı meselesi, ikincisi ise Afganistan’dan Pakistan’a akan Kabil nehri üzerindeki haklar meselesi.
İran ile sorunlar daha çok Helman ve Harirud suları üzerinden yaşanmaktadır. İran’ın Afganistan’a komşu illerinin tarım ekonomisinin söz konusu Afgan nehirlerine bağımlı olması nedeniyle bu sular üzerinde atılacak her adım iki ülke arasında anlaşmazlığı gün yüzüne çıkarmaktadır.
Önemli bir kısmı Afganistan’dan neşet eden Ceyhun nehrine bağımlı olan Orta Asya ülkeleri (Tacikistan, Özbekistan ve Türkmenistan)ile de Afganistan arasında şimdilik herhangi bir anlaşmazlık yaşanmasa da ileride bu ülkelerle su üzerinden ülkenin güven ve istikrarını tehdit edecek boyutta bir krizin yaşanması kaçınılmaz görünmektedir.
-Afganistan’da İç Savaşların Din Adına Meşrulaştırılması: Rusya ve ABD’ye karşı yapılan iki cihat dönemi hariç mücahit partiler arası savaş(92-96), Ahmet Şah Mesut liderliğindeki Kuzey İttifakı ile Taliban arası savaş (96-2001), günümüzde Taliban ile Mukavemet Cephesi arasındaki savaş (2021-)olmak üzere tüm iç savaşlar etnik milliyetçilik, çıkar çatışması ve siyasi nedenlerle meydana gelmesine rağmen din adına yapıldığı iddiası üzerinden meşrulaştırılması, ülkedeki güven ve istikrarı yok eden en büyük etkenlerden biri olmuştur.
-Afganistan’ın Değişken Güçlü Savaş Motivasyonlarının Varlığı: Ülkedeki zamana ve konjonktüre göre değişken savaş motivasyonları nedeniyle Afgan halkı yarım asırdır daha çok başkaları adına kendi topraklarında savaşmaktadır. Afgan halkı, 80’li yıllarda “Rusların Hint Alt Kıtası’nı ele geçirmemesi” için savaşırken90’lı yıllarda ise terörizmin dünyaya yayılmaması için savaştığını söyleyen Kuzey İttifakı, Taliban’a karşı savaşmıştır.
Sonuç olarak sorulması gereken soru şudur: Afganistan yarım asırlık bu savaşlarla ne kazandı? Üzülerek ifade etmek gerekir ki, işgallere karşı kendi adına verdiği millî mücadele kadar vekaleten de yapılan, yetmemiş gibi din üzerinden meşrulaştırılan bitmek tükenmez bilmeyen iç savaşların neticesinde günün sonunda elde kalan milyonlarca can kaybı ve göç eden milyonlarla bütünlüğü yok olan aile yapısı, izale edilemeyecek boyutlardaki nefret tohumları ile parçalanan bir millet, hukukun/devlet aklının yol göstericiliğinden mahrum bir devlet, tüm zenginliklerine rağmen yoksulluk sınırı altında kalan bir ekonomi, merhametinden yoksun bir din anlayışı, eğitim-sağlık gibi temel insan haklarından yoksun 40 milyonu aşkın bir halk.