Sayed Sulaıman NABIL-Afganistan
Batı’nın Aydınlanma süreci sonrasında siyaseten güçlenmesi, ekonomik açıdan gelişmesi ve hukuki sistemin güçlenmesinin doğurduğu “ahlaki gelişim” yanılgısı, 18. yüzyıldan itibaren tarih sahnesinden çekilmeye başlayan İslam dünyasının kahir ekseriyetinde Batı’ya karşı bir hayranlık hissiyatı uyandırmıştır.
Bu hayranlık duygusu ne yazık ki Müslümanları sorunları kendine özgü biçimde çözmeye sevk etmekten ziyade kendini Batı’ya benzetmeye çalışmasına yol açmış ve bu da beraberinde kendine yabancılaşmayı getirmiştir. Bu yabancılaşma başlangıçta büyük ölçüde sorgulansa da zaman ilerledikçe bir sorun olmaktan çıkıp bir zorunluluğa dönüşmüştür. Bu zorunlu yolculukta geleneksel medyanın birer kitle iletişim aracı haline dönüşmesiyle birlikte, insanların yabancılaşma yürüyüşü hatta düşüşü daha da hız kazanmıştır. İnsana göre değişim kanunlarının oldukça yavaş ilerlediği toplumlar, bu yabancı(laşma) yolunda insan kadar hızlı bir düşüş yaşamasa da neredeyse hiçbir toplum insanı ve toplumu değerlerden arındıran bu trendden hasar almadan çıkamamıştır.
***
Bu hasar tespit raporunun arka planındaki değerler haritasına baktığımızda ise insanlık tarihinin bize ahsen-i takvim üzere yaratılan ancak bu yaratılış değerlerine sahip olup olmama bakımından insanın bedenî, cismani hasletleri olan beşeriyet, insanın iyi ve kötüyü ayırma yetisini yani temyiz kabiliyetini ifade eden âdemiyet, insanı insan yapan ahsen-i takvim değerlerinin nişanesi olan insaniyet gibi temel kategorilere ayrılan tıpkı insan gibi toplumların da evrensel değerlere bağlılığı nispetinde bu vasıflar üzerinden bir tasnife tabi tutulabileceğini göstermektedir.
Son yarım asırda Müslüman coğrafyalarda Batı’nın dahil olduğu Afgan Cihadı, Irak Savaşı, Bosna Soykırımı gibi insanların ve toplumların hayatında büyük alt üst oluşlarda gerek insanların gerekse toplumların bulundukları yer, aynı zamanda beşeriyet-âdemiyet-insaniyet açısından hangi mertebede olduklarını ortaya koymaktadır.
Günümüzde Gazze’de tüm dünyanın gözü önünde yaşanan katliam ise birey veya toplum fark etmeksizin tüm insanlığın beşeriyet-âdemiyet-insaniyet tefrikinde nerede olduğunu, ahsen-i takvim üzere mi yoksa esfel-i safilin üzere ateş dolu çukurların kenarında yol almakta mı olduğunu -herhangi bir şüpheye mahal vermeksizin- ortaya koymuştur.
Konuyu somutlaştıracak olursak, ülkelerin Gazze katliamı konusundaki tutumlarını “Sizden birinin bir kötülük gördüğünde imkânı olan onu eliyle engellesin, yoksa diliyle onu alenileştirsin, buna da gücü yetmez ise içinden buğz etsin.” hadis-i şerifinden yola çıkarak, şu tespitte bulunulabiliriz:
1- Bugün Gazze’de, yeni doğan bebeklerinin hayat dolu bakışları yerine onların cansız bedenlerini bağırlarına basan annelerin feryatlarına bırakın kulak vermeyi bunu yapanları savunanlar, beşeriyet mertebesinden öteye geçemediklerini ve esfel-i safilin üzere olup insanlıktan berî olduklarını tüm dünyaya ilan ediyorlar.
2- Bugün Gazze’de taş üstünde taş bırakmayan İsrail’in orantısız yıkımı karşısında evleri başlarına yıkılan Gazzelilere bir yuva inşa edemese de gönlünde onlara cennetten evler inşa eden, susuz kalan çocuklara su taşıyamasa da gözyaşları ile nehirler oluşturanlar ise âdemiyet vasfını kaybetmeyenlerdir. Zira iyi ve güzeli kötü ve çirkinden ayırt edebilme ve kötüye buğz edebilme hasleti âdemiyet vasfının insana kazandırdığı bir husustur.
3- Buğz etmekle kalmayıp gücü miktarınca katillere karşı çıkan, susamışların imdadına yetişmek için çabalayan, sadece farkında olmakla kalmayıp farkındalık oluşturanlar ise insaniyet mertebesine yükselmiş, yaratılış gayesine uygun olarak ahsen-i takvim üzere tertemiz bir hayat yaşayan insanlardır.
Peki kendimiz başta olmak üzere bu yazıya konu ülkeler bu üç kesimin hangisinde yer alıyor(uz)? İnsaniyet vasfını hâlâ koruyabilen var mı aramızda? İnsaniyet değerlerine uygun olarak hareket edenlerimiz var mı?
Gelin kendimizden başlamak üzere devletlerimizi ve toplumlarımızı bu süzgeçten bir kez daha geçirelim. Sorunlarımızı çözmek için bu defa sonuçlardan değil, sebeplerden yola çıkalım.