Sinan TAVUKCU

Tüm Yazıları

Ateşkes Sonrası İsrail’i Bekleyen Kâbus

18 Ocak 2025
h4 { font-size: 24px !important; } Print Friendly and PDF

7 Ekim 2023 sabahı Hamas’a bağlı İzzeddin el-Kassam Tugayları’nın, 17 yıldır beton duvarlar arkasına hapsedildikleri topraklarından çıkarak, işgalci İsrail’e yönelik gerçekleştirdikleri “Aksa Tufanı” saldırısı ile başlayan ve 15 aydır devam eden Hamas-İsrail savaşı bugün itibariyle kalıcı bir ateşkesle sonlandı.

Bu savaş; İsrail ve ona şartsız destek veren ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Hindistan başta olmak üzere devasa ekonomilere ve ordulara sahip devletler koalisyonu ile 2,3 milyonluk sivil Gazzeliler ve onların direniş örgütü Hamas arasında yaşanan orantısız ve ahlaksız bir savaştı. Bu savaşta İsrail’in uluslararası hukuku hiçe sayan eylemleri, gerçekleştirdiği soykırım ve insanlığa karşı işlediği suçlar, savaş suçları bu devletler tarafından meşru savunma hakkı olarak desteklendi ve himaye gördü. Ancak, sonuçta kazananlar, sabreden ve mutlak galip olan Allah’ın yardımına sığınanlar oldu.

Filistin Sağlık Bakanlığı'nın verdiği rakamlara göre Ocak ayı sonu itibariyle, İsrail saldırılarıyla yüzde 70’i çocuk ve kadın olmak üzere yaklaşık 47 bin kişi dünyanın gözü önünde katledilmiş, en az 110 bin kişi de yaralanmıştı. Bu, Gazze'de her 50 kişiden birinin öldürüldüğü, 20 kişiden birinin de yaralandığı anlamına gelmekteydi. Öte yandan, Tıp dergisi The Lancet tarafından Ocak ayında yayımlanan araştırmaya göre ölüm sayısı gerçekte bildirilenden yüzde 40 daha fazlaydı.

Büyük devletlerle işbirliği halinde Filistin halkına karşı soykırım işleyen İsrail devleti, topraklarını terk etmeyen Gazze halkının sabrı karşısında pes etti ve nihayet yok edilmesi gereken terör örgütü olarak ilan ettiği Hamas ile kalıcı ateşkes anlaşması imzalamak üzere masaya oturmaya mecbur kaldı.

İsrail 9 ay sonra kalıcı ateşkese neden dönmek zorunda kaldı?

Hamas tarafından kabul edilen ve İsrail hükümeti tarafından imzalanan kalıcı ateşkes anlaşması 9 ay önce ABD başkanı Joe Biden’ın sunduğu anlaşmanın aynısıydı.

Biden, 31 Mayıs 2024 günü Hamas'ı kalıcı ateşkes için sunduğu üç maddelik yol haritasını kabul etmeye çağırmış, Hamas da çağrıya olumlu cevap vermişti. Ancak, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, "İsrail'in savaşı sona erdirme koşulları değişmedi: Hamas'ın askeri ve idari kapasitesinin yok edilmesi, tüm rehinelerin serbest bırakılması ve Gazze'nin artık İsrail için bir tehdit oluşturmamasının sağlanması şartları yerine getirilmeden İsrail'in kalıcı ateşkesi kabul edeceği düşüncesi gerçekçi değildir” sözleriyle anlaşmayı reddetmişti. 

Dünya halklarının baskısı altında ateşkes çağrısı yapmaya mecbur kalan Biden yönetimi, ateşkes çağrısını kamuoyu tepkilerini dindirmek ve Netanyahu’nun Hamas’ı yok etme hedefine ulaşması için bir oyalama aracına dönüştürdü. Bir yandan ateşkes görüşmelerini devam ettirirken diğer taraftan İsrail’e milyarlarca dolarlık silah sevkiyatına devam etti. 2024 Temmuz ayında ABD Kongresi’nde alkış tufanı altında konuşan Netanyahu, “Bize silahları daha hızlı verin, biz de işi daha hızlı bitirelim” sözleriyle bu tezgâhı dile getirdi.

Ancak Netanyahu, geçen 9 ay boyunca kalıcı ateşkesin sağlanması için öne sürdüğü hiçbir şartı gerçekleştirmeyi başaramadı. Ne tünellere girebildi ne Hamas'ın askeri ve idari kapasitesin yok etmeyi başarabildi ne de Gazze halkının Hamas’a olan desteğinde bir azalma sağlayabildi. Anlaşma için tüm rehinelerin serbest kalmasını şart koşmasına rağmen bunu da başaramadı. Neticede terörist(!) Hamas ile masaya oturmaya mecbur kaldı.

Üstelik Hamas’ın masaya yeniden dönmesi için ABD yetkililerinin Ankara’ya gelerek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan aracı olmasını rica ettiklerini, Cumhurbaşkanının aracılığıyla Hamas’ın masaya döndüğünü ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken veda konuşmasında açıkladı. İsrail’i terör devleti olarak tanımlayan, Hamas’ı Kuvay-i Milliye olarak gören Türkiye’nin Cumhurbaşkanına ABD’nin (dolayısıyla İsrail’in) aracı olması için ricacı olması bölgede çok şeyin değiştiğini göstermekteydi.

Peki, İsrail’i ateşkese zorlayan şartlar nelerdi?

İsrail’in ekonomisi ve askeri yapısı çöktü, muhalefet yükseldi

Ekonomisi felç olan İsrail, kapasitesini aşan bu savaşı yürütemeyeceğini, tehdit ve şantajların işe yaramayacağını artık anlamıştı. 2024 yılı GSYİH’sı %20,7 oranında küçülürken savaşın maliyeti 100 milyar dolara dayanmış, 60 bin kadar şirket kapanmış, birçok yatırım projesi ise iptal edilmişti. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları da ülke kredi notunu düşürmeye devam ediyordu.

İsrail ordusu İDF’ye gelince, zafer umudunu ve hükümete güvenini yitiren askerler savaşmak istemiyor, yedekler askere gitmeyi reddediyor. Kısa süreli savaşlara göre yapılandırılmış ordu,  ilk defa yaşadığı uzun süren bu savaş sebebiyle psikolojik tükenmişlik yaşıyor. Aralıksız bombalamalar sebebiyle uçak ve helikopter filoları yıpranmış halde ve acil yenilenmeye ihtiyaçları var. Ciddi anlamda mühimmat sıkıntısı da cabası.  Kısaca, “Aksa Tufanı” saldırısı, İsrail’in dış himaye ve yardım olmaz ise kendisini korumaktan aciz bir devlet olduğu gerçeğini ortaya koymuştu.

Öte yandan, başarısız savaş uzadıkça toplum içinde savaşın birleştiriciliği kaybolmaya başladı. Rehineler konusunda başbakan Netanyahu’nun vurdumduymazlığı kitleleri çılgına çevirirken bitmek bilmeyen protesto gösterileri aylardır devam ediyor. Kendilerini mevcut hukuka uymak zorunda görmeyen hükümet ortağı ultraortadoks Yahudilerin pervasızlığı diğer kesimlerin tahammül sınırlarını zorluyor.

Bölgede güç dengeleri değişti

Ancak, İsrail’i kalıcı ateşkese zorlayan en önemli sebep kuşkusuz bölgede değişen güç dengeleri oldu. İsrail hükümetine bağlı Nagel Komisyonu’nun Ocak ayında hükümete sunduğu son raporunda; Orta Doğu'da köklü değişikliklere tanık olunduğuna, arenaya yeni güçler girdiğine ve beklenmedik durumlara karşı hazırlıklı olunması gerektiğine dikkat çekilmiş ve Suriyeli muhalif grupların Türkiye ile ittifak kurarak İsrail'in güvenliğine yönelik yeni ve güçlü bir tehdit oluşturma riski bulunduğu, bu tehdidin İran tehdidinden bile daha tehlikeli bir hal alabileceği belirtilerek Tel Aviv yönetiminin Türkiye ile doğrudan bir çatışmaya hazırlıklı olması gerektiği konusunda uyarıda bulunulmuştu.

Raporda açıkça ortaya konulduğu gibi, Türkiye ile savaş korkusu böyle bir savaşa hazırlığı bulunmayan İsrail’i Hamas ile savaşı sonlandırmaya ve kalıcı ateşkes imzalamaya mecbur kılmıştı.

Trump’ın Ortadoğu ve İsrail politikalarında çizgi değiştirme korkusu

20 Ocak’ta ABD’de yönetimini devir alacak olan başkan Donald Trump’ın genel olarak Ortadoğu ve özelde İsrail politikasının aleyhlerine şekillenebileceği korkusu, İsrail yönetiminde hâkim olmaya başladı. Trump’ın Suriye’de kazananın Erdoğan olduğu, Erdoğan’ın dostu ve saygı duyduğu birisi olduğu açıklaması, İsrail’in açıktan desteklediği PKK/YPG’ye desteğini keseceğine ilişkin verdiği sinyaller, muhtemel politika değişikliğinin ipuçları mahiyetindeydi.

Öte yandan yeni başkan Trump, 8 Ocak’ta Truth Social platformunda ünlü ABD'li ekonomist Prof. Dr. Jeffrey Sachs’ın "Çünkü (Netanyahu) bizi sonu gelmeyen savaşlara sürükledi ve ABD siyasetindeki gücüyle istediğini elde etti. O derin karanlık bir o... çocuğu" ifadelerinin yer aldığı videoyu paylaşarak İsrail başbakanına nasıl baktığını ortaya koydu. Türkiye Cumhurbaşkanı için dostu ve saygı duyduğu birisi olduğunu söyleyen Trump’ın İsrail başbakanı için “O derin karanlık bir o... çocuğu" ifadesini paylaşması manidardı. 2024 Temmuz ayında ABD Kongresi’nde yaptığı konuşmada her cümlesi alkışlarla kesilen Netanyahu için sanki yolun sonuna gelindiğinin mesajıydı.

İsrail’i bekleyen karanlık gelecek

Arz-ı Mevud ideali serap oldu

Netanyahu’nun onca katliama rağmen Hamas ile başa çıkamayıp ateşkes masasına oturmak zorunda kalması, İsrail devletinin varlık sebebi olan Arz-ı Mevud hayalini gerçekleştirme kapasitesinin bulunmadığını ortaya koydu. Ortadoğu’da güç dengelerinin değişmesi dolayısıyla İsrail, bundan sonra çevresine yayılmak bir yana varlığını koruma endişesi altında yaşayacak, Filistinlileri ve Müslüman halkları bir daha bu kadar dağınık bulamayacağı gibi insan onurunu ayaklar altına alma pahasına destek veren büyük devletleri de arkasında bir daha bulamayacaktır. En önemlisi, İsrail bundan böyle saldırıları karşısında, aralarında savunma ittifakı tesis etmiş Türkiye, Suriye, Irak, Mısır, Lübnan, Ürdün güçlerini bulacaktır.

Arz-ı Mevud idealinin boşa çıkması esas olarak siyonizme büyük darbe vurmuştur. Yaşanan hayal kırıklığı, çoğu dışarıdan buraya göçmüş bulunan İsrail vatandaşlarının devlete ve toprağa olan bağlılığını aşındırırken Aliyah adı verilen diasporadan İsrail’e olan göçü de durduracaktır. İnancın kaybolması, muhtemelen İsrail’e yapılan Yahudi yatırımlarını azaltacak ve ekonomik gelişmesini frenleyecektir.

Filistin Devleti’nin BM tam üyesi olması kaçınılmazdır

Filistin Devleti, 193 BM üyesi devletin 145’i tarafından tanınmaktadır ve BM’de üye olmayan gözlemci devlet statüsündedir. Kalıcı ateşkesi izleyen süreçte, 4 Haziran 1967 sınırlarında kurulmuş, tek bir coğrafi birim teşkil eden topraklarının tümünde bağımsız, egemen ve başkenti Kudüs-ü Şerif olan bir Filistin Devletinin tanınması bütün dünyanın gündemine oturacaktır.

Kendi kaderlerini tayin etme ve yönetme haklarına kavuşmasını İsrail engelleyemeyecektir.

Uzun sürmeyecek bir süreçte İsrail, 1967’de işgal ettiği Suriye, Ürdün topraklarından da çekilmek zorunda kalacaktır.

İsrail toplumunda kamplaşma derinleşecek, belki de iç savaşa yol açacaktır

İsrail, halkının tamamına yakını, kendisi ya da ebeveynleri dünyanın farklı ülkelerinde doğup sonradan İsrail’e göç etmiş çok uluslu, çok kültürlü bir toplum yapısına sahip olup toplumda çok net dini ve siyasi bölünmüşlük mevcuttur. Genel olarak dindarlık seviyelerine göre dört ana gruba ayrılan toplum kesimleri: Hilonim (Dindar Olmayan Yahudiler %49), Masortim (Gelenekçi Yahudiler %29), Datim (Milliyetçi-Dindar Yahudiler %13) ve Haredim (Ultra-Ortodoks Yahudiler %9)’dir. Aşkenaz Yahudileri kendilerini Haredim ve Hilonim olarak tanımlarken Sefarad/Mizrahi Yahudileri kendilerini Datim ve Masortim’in olarak tanımlamaya eğilimlidirler. Hükümetler bu kesimlerin koalisyonlarıyla şekillenmektedir.

Toplumda bu kesimler çoğunlukla kompartımanlar halinde, birbirine fazla karışmadan ve kopuk olarak yaşamaktadırlar. Savaş sırasında toplumsal ayrışmalar daha da keskinleşmiş, siyasi ve toplumsal parçalanmışlık, taraflar arasında karşılıklı güvensizlik ve nefrete dönüşmüştür. Savaş durduğunda taraflar arasındaki kamplaşmanın bir iç savaşa dönüşme korkusu hâkimdir.

Aşırı sağcı hükümet savaş sırasında, taraftarı olan Ultra Ortodoks Yahudilere binlerce silah dağıtmıştır. İktidarı kendilerine Yahve’nin bir lütfu olarak gören aşırı dincilerin, iktidarı bırakmamak için ellerindeki silahları muhaliflere doğrultması ve bunun bir iç savaşa yol açması ihtimali ciddi bir tehdit olarak duruyor.

İsrail’i uzun yıllar sürecek siyasi istikrarsızlık bekliyor

Kalıcı ateşkesin yürürlüğe girmesinden sonra, İsrail kendi iç çekişmelerine dönecektir. 7 Ekim’de yaşanan zafiyetinin, başarısızlıkla sonuçlanan 15 aylık savaşın faturası başbakan Netanyahu ve aşırı sağcı kabinesine fatura edilecek, yolsuzlukla yargılanmakta olan Netanyahu büyük ihtimalle mahkûm edilecektir.

Netanyahu hükümeti sonrasında, İsrail’de İstikrarlı bir hükümet kurulması ihtimali oldukça zayıf. Zira, 1948’den günümüze kadar hiçbir parti 120 milletvekilinden oluşan Knesset’te tek başına iktidar olmayı başaramamış, hep koalisyon hükümetleri oluşmuştur. Toplumsal ayrışmanın gittikçe keskinleştiği İsrail’de bundan sonra uzun ömürlü, kucaklayıcı ve istikrarlı koalisyon hükümetleri kurulması çok zor görünüyor.

İşgalci/Yerleşimciler dünyada terörist muamelesi görecekler

Halen, işgal altındaki Doğu Kudüs'te 13, Batı Şeria'da 253 işgalci birim bulunmakta ve buralarda aşırı dinci 700 bin yerleşimci/işgalci ikamet etmektedir. Bundan sonra, yasadışı olarak Filistin halkının topraklarına el konulması ve Filistinlilerin yerinden edilmesi dünyada terörizm faaliyeti olarak kabul görecek, yerleşimci dernekleri ve örgütleri uluslararası terörizm listelerine dâhil edilecek ve tüm dünyada yerleşimci/işgalciler terörist muamelesiyle karşılaşarak Filistinli halka ait mülklerin işgallerini sonlandırmaya mecbur bırakılacaklardır.

Savaş suçluları her yerde cezalandırılacak

Hamas-İsrail savaşı 15 ay boyunca dünyanın birinci gündemi olmaya devam etti. Siyonistler savaşı gündemin alt sıralarına düşürmeyi başaramadılar. Bu sırada, savaş suçları sistemli şekilde kayıt altına alınmaya çalışıldı. Bu kayıtlardan hareketle, savaşta yer alan İDF askerleri hakkında dünyanın her yerinde savaş suçu davaları açılmaya başlanıldı. Gazze'de savaş suçu işleyen İsrailli askerleri takip ederek ulusal ve uluslararası mahkemelerde yargılanmalarını hedefleyen Hind Receb Vakfı’nın açtığı davalar bunun ilk örnekleridir ve genişleyerek devam edecektir. Eylemlerinden dolayı tutuklanma korkusu, savaş suçu işlemiş askerleri tedirgin etmektedir ve İsrail dışına adım atmak bunlar için tehlikeli hale gelecektir.

Diaspora Yahudilerinin dışlanma korkusu artacak

Antisemitizm şemsiyesi altında rahat ve ayrıcalıklı bir hayat süren diaspora Yahudileri İsrail’in işlediği soykırımdan sonra bu konforlarını kaybettiler. Yaşadıkları ülkelerde kendilerine yönelik tepkiler nedeniyle aralarında İbranice konuşmayı bıraktıkları, Yahudi sembol ve işaretlerini kullanmadıkları, hatta çocuklarını Yahudi okul ve sinagoglara göndermekten çekindikleri biliniyor.

Yapılan anketlerde, özellikle genç kuşaklarda Yahudilere ve siyonizme olan tepkiler çok yüksek oranlara ulaşmış durumda. Gençler arasında yaygınlaşan antisiyonizmin en çok ABD’de görülmesi diaspora Yahudilerini şaşırtıyor. Dolayısıyla İsrail soykırımına olan tepkiden diaspora Yahudilerinin de paylarını alacaklarına kuşku yoktur.

İsrail için önemli bir hesaplaşma konusu Hannibal kuralı ve askeri zayiatlar

7 Ekim saldırılarında hayatını kaybeden 1.200 İsraillinin büyük çoğunluğunun İsrail ordusuna ait helikopter ve tank ateşiyle öldüğüne dair haber, görüntü ve itiraflar Haaretz gazetesi başta olmak üzere medyada/sosyal medyada yer aldı ve bunların Hannibal Kuralı’nın yerine getirilmesi sebebiyle öldürüldükleri haberleştirildi. Ancak, İsrail hükumeti bu bilgilerin yayılmasını önlemek için haberlerin yapılmasına sansür getirdi, bu konuda soruşturma yapılması taleplerini de reddetti.

Artık bu iddiaların araştırılması sonucu İsrail vatandaşlarının kendi ordusu tarafından katledildiğinin ortaya çıkması, toplumda çok ciddi travma yaratacak ve ülke içinde çok farklı hesaplaşmalara yol açacaktır. Yine, 15 aylık savaşta İsrail askeri zayiatının resmi açıklamanın çok çok üstünde olduğu ve hükümet tarafından gizlendiği iddiaları da doğrulanırsa, siyasi hesaplaşmaları derinleştirecektir.

Sonuç

Güney Afrika'nın, Uluslararası Adalet Divanında İsrail aleyhinde açtığı "soykırım" davasına pek çok devletin müdahil olması, Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından İsrail başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski İsrail savunma bakanı Yoav Galant'a "savaş suçu" işledikleri gerekçesiyle tutuklama emri çıkarılması, İsrail’i dünya kamuoyu önünde soykırım yapan haydut devlet statüsüne oturtmuştur ve etrafındaki küresel izolasyon giderek genişlemektedir. Kalıcı ateşkesin yürürlüğe girmesinden sonra,  siyonizmi insan haklarına tercih eden büyük devletler de artık soykırımcı devletin arkasında duramayacaklardır.

Hamas’ın verdiği mücadele, Gazze’nin işgalden kurtuluşunun çok ötesine geçerek, siyonizmin küresel hâkimiyetine ağır darbeler indirmiştir. Gazze direnişi, dünya halklarının gözünü açmış, siyasette, medyada, üniversitelerde, sanatta, velhasılı pek çok alanda nasıl bir hakimiyet ve sansür gücü olduğunu, siyonizm söz konusu olunca siyasi bağımsızlığın, fikir özgürlüğünün, protesto hakkının, insan haklarının, bilimin bir değerinin olmadığını göstermiştir.

Hamas, ödediği yüksek bedele rağmen İsrail’i uğrattığı başarısızlıkla Arz-ı Mevud idealini gerçekleştirme kabiliyetinin olmadığını göstererek İsrail’in gelecekteki varlığını tartışmalı hale getirmiştir.

Artık bölgede güç dengeleri değişmiştir ve İsrail için azgınlığının sonu gelmiştir. Yeni oluşan statükoya göre bütün devletler ilişkilerini ve hesaplarını gözden geçirmek durumunda kalacaklardır.

 

Tüm hakları SDE'ye aittir.
Yazılım & Tasarım OMEDYA