Sinan TAVUKCU

Tüm Yazıları

Suriye’de Düşmekte Olan Diktatörlük ve Çökmekte Olan Şiaizm

06 Aralık 2024, Cum
h4 { font-size: 24px !important; } Print Friendly and PDF

27 Kasım’da rejim muhalifi silahlı güçlerin harekete geçerek Halep, Tel Rifat, Hama şehirleri dahil pek çok yerleşim yerlerini, askeri üsleri fazla bir direnişle karşılaşmadan hızla ele geçirmeleriyle Suriye için yeni bir dönem başlamış oldu. Muhalif silahlı güçler, Humus - Şam yoluna koyulurken 1971’den bu yana zulüm ve kan dökerek ayakta kalmaya çalışan Esed aile diktatoryasının artık sonuna gelindiği görülüyor.

Rejimin, mezhep dayanışmasına dayalı olarak ittifak kurduğu İran’ın da bu saatten sonra ne rejimi destekleyecek bir kapasitesi, ne de Beşar Esed’i korumak için harekete geçirebileceği vekil güçleri bulunuyor. Ve tün dünya, Esed için kılını kıpırdatmadan sessiz bir şekilde kaçınılmaz akibetini bekliyor.

Bu yazımızda, sadece Suriye’de Esed ailesi diktatörlüğünün sona ermesini değil, bütün Ortadoğu coğrafyasını silah zoruyla şekillendirmeye çalışan İran Şiaizmi’nin de çöküşünü konu edeceğiz.

Bugün yaşananları, yerli yerine oturtmak bakımından Suriye’de sivil halk taleplerinin ortaya çıkışını ve rejim ordusu ile İran ve Rusya güçleri tarafından bu taleplerin kanla bastırılışının hikâyesini hatırlamakta fayda var.

2011, diktatörlüğe karşı halkın isyan yılı

Fransız Mandası artığı Hafız Esed, Suriye’de yönetimi ele geçirdiği 1971’den öldüğü 2000 yılına kadar yaklaşık otuz yıl süresince acımasız bir istihbarat diktatoryası kurdu ve ülkeyi olağanüstü hal kararnamesi ile yönetti. Halkın sadece yüzde 10-12’sine tekabül eden –kendisinin de mensubu bulunduğu- Nusayri azınlığa dayalı, katı, mezhepçi bir yönetim kurdu, askeriye ve istihbarat başta olmak üzere bütün devlet organlarını ve ticareti Nusayrileştirdi, itiraz edeni yok etti. Bu baskıcı rejimde, kuzeyde yaşayan ve nüfusun yüzde 10-15’ini oluşturan Kürtlere, değil insan hakları vatandaş kimliklerini bile vermedi.

2000 yılında ölümünden sonra yerine geçen oğlu Dr. Beşar Esed’in ülkeyi rahatlatacağı bekleniyordu. Ülkede sıkıyönetim yavaş yavaş gevşemeye, babasının düşman gördüğü Türkiye ile ilişkiler de normalleşmeye başladı. Ancak, 2010 yılı sonunda, ilk kıvılcımı Tunus’ta çakan, baskıcı rejimlere karşı Arap halkların isyanın başlaması ile Beşar Esed korkuya kapıldı. “Arap Baharı” adını alan özgürlük talepli bu protesto hareketleri, Suriye halkını da etkiledi. 6 Mart 2011’de Deraa’da başlayan halk gösterilerine rejimin şiddetle karşılık vermesiyle protestolar bütün ülkeye yayıldı. Uluslararası baskı karşısında zorda kalan Beşar Esed, 18 Mayıs 2011’de yaptığı açıklamada güvenlik güçlerinin protestoları bastırırken “hata” yaptığını ve bu hatanın tekrarlanmayacağını ifade etti, ancak sözünü tutmadı.  

21 Eylül 2011’de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin Suriye ile ilişkileri askıya aldığını ve uluslararası yaptırımlara katılacağını açıkladı. 

2015 yılına gelindiğinde rejim ülkenin sadece yüzde 8’ine hâkimdi

2012’den itibaren şiddetlenen rejim ve rejim karşıtı muhalifler arasındaki çatışma hızla iç savaşa evrildi. 2001’den bu yana Sünni Müslümanların terörist yaftasıyla öldürülmesinin her yerde olağan karşılandığı bu dönemde rejim, halkın özgürlük taleplerini bir mezhep savaşına dönüştürdü. Şii mezhep dayanışması çerçevesinde, İran ve başta Hizbullah olmak üzere vekil güçleri, rejim saflarında Sünni çoğunluğa karşı iç savaşa dahil oldular. Devrim Muhafızları eliyle İran, Lübnan, Afganistan, Pakistan, Yemen’den on binlerce silahlı Şii milis savaşmak için Suriye’ye taşındı.

İran’ın para ve asker desteğine rağmen Esed yönetimi, her geçen gün ülke üzerindeki hakimiyetini kaybediyordu. Suriye’nin kuzeyinden çekilirken, muhaliflerin eline geçmesin diye, buraları PYD/YPG’ye teslim etti. Böylece, Suriye petrollerinin yüzde 30’unun kontrolünün örgütün eline geçmesine yol verdi.

Beşar Esed yönetimi, 2015 yılı ortalarında ülke topraklarının sadece yüzde 8’lik kısmını kontrol edebiliyordu ve yüzde 92’si muhalif güçler tarafından ele geçirilmişti. Hâkimiyetini yitiren rejimin meşruluğu da tartışmalı hale gelmişti.

İran-Rusya, can çekişen dikta rejimine can suyu oldular

Esed rejiminin, İran ve vekil güçlerinin desteğine rağmen kara savaşı ile muhaliflere karşı kazanma şansı yoktu, muhalifleri havadan bombalayarak durduracak güçlü bir hava desteğine ihtiyaç vardı.

Bu noktada İran devreye girdi. O zamanki Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani ile Lübnan Hizbullahı lideri Hasan Nasrallah’ı Moskova’ya gönderdi. Nasrallah’ın bir TV röportajında anlattığı üzere, Kasım Süleymani 2 saatlik görüşmede, savaşa dahil olma konusunda tereddütleri bulunan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i savaşa katılmaya ikna etti. Esed rejiminin “müşterek meşru müdafaa hakkı” gerekçesi ile davet ettiği Rus ordusu 30 Eylül 2015’te Suriye iç savaşına müdahil oldu.

Rusya yoğun hava saldırıları ile bir yandan sivil halkı ülkeyi terke zorladı, diğer taraftan şehirleri, yerleşim yerlerini bombalayıp sivil muhalefetin direnişini kırdı. Hastaneleri, okulları, pazar yerlerini, insani yardım konvoylarını, tahliye konvoylarını bombalamada beis görmedi. Rusya’nın Suriye halkını havadan bombalamasıyla, Beşar Esed’in Suriye coğrafyasındaki hâkimiyeti yüzde 96.5’a yükseldi.

Katliam ve göç

Rejime karşı gösterilerin başladığı 2011’de Suriye’nin nüfusu yaklaşık 22 milyondu.

ABD merkezli PEW araştırma şirketinin 2018 Ocak ayında yayınladığı araştırma raporuna göre, 2011 yılından beri devam eden iç savaş nedeniyle 13 milyon Suriyeli evlerini terk etti. Bunların yüzde 49’u (6 milyon) ülke içinde yer değiştirirken, yüzde 51’i başka ülkelere göç etti. 600 binin üzerinde (ki kayıtlar düzgün tutulmadığı için sayının bir milyonu aştığı da söylenmektedir) insan hayatını kaybetti. Milyonlarca insan yaralanmalar dolayısıyla fiziksel engelli haline geldi. Rejim ordusu tarafından halka karşı 217 kez kimyasal saldırı yapıldı.

Bu sırada, ABD tarafından Musul’da kurulan terör örgütü DAEŞ, Suriye’de devreye sokuldu. BM, 20 Kasım 2015’te aldığı 2249 sayılı kararla üye devletlere DAEŞ’e karşı gerekli her türlü önlemi alma yetkisi verdi. Bu kararla, herhangi bir devlet DAEŞ’in faaliyet gösterdiği bahanesi ile bir başka devlete askeri müdahalede bulunma hakkını elde etmiş oldu. ABD, BM kararını DAEŞ’e karşı savaşıyorlar gerekçesiyle, Irak ve Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt devleti kurmaları maksadıyla örgütlediği PKK/PYD’yi silahlandırmak için kullandı.

Türkiye ile Rusya’nın Mart 2020’de ateşkes kararı almaları ile ülkede devam eden silahlı çatışmalar genel olarak durdu.

İran’ın çöken Şii Hilali stratejisi

1979’da ilan edilen İran İslam Cumhuriyeti, anayasal düzeni itibariyle dini temelli bir devlet olarak teşkilatlandırılmış olsa da, esasen Büyük Darius dönemi Pers imparatorluğunu yeniden diriltmeyi hedefleyen ulusçu bir devlettir. Pers devletinin sınırları Batı’da Anadolu, Ege, Trakya, Makedonya, Güney’de Suriye, Mezopotamya, Mısır, Habeşistan, Libya, Kuzey’de Kafkasya, Doğu’da (bugünkü Afganistan ve Pakistan toprakları da dâhil) Hindistan’a kadar uzanıyordu. Bu coğrafya, günümüzde İran tarafından jeopolitik yayılma alanı olarak kabul ediliyor.

Bu büyük Pers imparatorluğu hayâli İran Cumhurbaşkanı Yardımcısı Ali Yunusi’nin, 9 Mart 2015’te Tahran’da “Büyük İranlı Kimliği Konferansı”nda yaptığı bir konuşmada resmi ağızdan şöyle dile getirilmişti:

“Bu bölgede doğal bir birliktelik söz konusudur. Her  ne kadar bazı farklılıklar birleşmeyi engellese de, gerçekte İran coğrafyası; Çin sınırından bugünkü Afganistan ve Pakistan’a, Kuzey Kafkasya’dan Fars (Basra)  Körfezi’ne kadar olan coğrafi alan bu birliğin içerisinde yer alır.”

“İran kültür  coğrafyasında yaşayan herkes İranlıdır ve bu yönüyle bizim korumamız  altındadırlar.  Onları İslâm fanatizmi, Ateizm, Neo Osmancılık, Vahhabilik, Batı ve Siyonizm tehdidinden koruyacağız.

“Bölgede bizimle yarışmaya giren gerek Osmanlı nesli gerek Roma’dan geri kalanlar, bizim şu an Irak’a verdiğimiz desteğe itiraz ediyor. Biz bu bölgede bunlara karşı İran Birliği kuracağız. Bundan dünyayı tekrar fethedeceğiz demiyorum, fakat tarihi değerimiz ve bilincimizi restore etmemiz, global ve ulusal İranlı kimliğimizle bakışımızı geliştirmemiz lazım.”

Velayet-i Fakih müessesesi, İran dışı ülkelerdeki Şiilerin İran dini liderliğinin otoritesi altına girmeleri bakımından önemli bir role sahiptir. Bu otoritenin sağladığı bağlılıktan istifade eden Devrim Muhafızları Ordusu, Lübnan, Irak, Afganistan, Pakistan, Yemen’de doğrudan İran’a bağlı silahlı güçler oluşturmayı başardılar ve adına “Direniş Ekseni” dediler. Şiiler arası bu mezhep ittifakı ve askeri dayanışma ilk defa, 2011 yılından itibaren, Suriye'deki halk ayaklanmasının bastırılmasında Nusayri Beşar Esed’e silahlı destek vererek kendisini gösterdi.

Ancak, 7 Ekim 2023’te başlayan Hamas-İsrail savaşından bu yana İran ile vekil güçleri arasındaki ilişkilerde hızlı bir kopuşun yaşanmaya başlandığı gözlendi. Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın muhafızlığını rejim propagandasının merkezine koyan İran’ın, Hamas’la arasına mesafe koyan ve İsrail ile çatışmamaya özen gösteren politikası Direniş Cephesi’nde tepkiye ve çatlamalara sebep oldu. Devrim Muhafızı üst düzey subaylarını İsrail saldırılarından koru(ya)maması, Tahran’da yeni cumhurbaşkanı devir merasimi için davetli Hamas Lideri İsmail Haniye’nin Devrim Muhafızları misafirhanesinde suikaste uğraması, ardından Devrim Muhafızları tarafından Hizbullah’a teslim edildiği bilinen çağrı cihazlarının topluca patlatılarak Hizbullah’ın İsrail saldırıları karşısında başsız kalmasına yol açılması, İran’ın niyetine ve politikalarına yönelik ciddi kuşkulara sebep oldu.

Genel kanaat; ekonomisi zor durumda olan İran’ın, yıllardır Mehdi gelecek hazırlık yapın diye silahlandırdığı Arap Şiileri ulusal çıkarları için gözden çıkardığı ve Batıyla barış anlaşması yapma yolları aradığı yönündedir. Hamas-İsrail savaşında sergilediği tavır, İran’ın Direniş Eksenindeki halkları kendi savunması için bir ön karakoldan ibaret gördüğü, Arap Şiilerin inançları kullanılarak Pers devlet aklına hizmet ettirildikleri kanaatini pekiştirdi. 27 Kasım’da Suriye’de başlayan muhalif operasyona karşı rejime destek vermeleri için Direniş Eksenine yapılan çağrılar karşılık bulmadı, kimse Beşar Esed için savaşmaya gitmedi. Daha da ötesi, Iraklı Şii lider Mukteda El Sadr yayınladığı bildiri ile Irak hükümetine, Suriye'nin işlerine karışan “milisleri” cezalandırma çağrısında bulundu.

İran Dışişleri Bakanı’nın Suriye ve Türkiye’yi kapsayan ziyareti öncesi Kum'a giderek müçtehitler ile görüşmesi, görüşmede Ayetullah Mekarim Şirazi’nin "Suriye konusunda ciddi önlemler alınmalı ve Suriye'de bulunan direniş grupları ile Suriye ordusu kesin olarak desteklenmeli" ifadelerinin medyada öne çıkarılması, Rehber ve Cumhurbaşkanından alınamayan desteğin Kum’dan arandığı şeklinde değerlendirildi.

Öte yandan, İran rejimi ülke içinde de halkı ile ciddi sıkıntılar yaşamaktadır. 7 Temmuz 2024 tarihinde İran cumhurbaşkanı 2.tur seçim sonuçları, müesses nizamı temsil eden Muhafazakarlar için acı bir gerçeği ortaya koydu. Muhafazakarların seçimde aldığı oy oranı, toplam seçmenin sadece (13.063.835/61.452.321) yüzde 21’i idi. Üstelik Velayet-i Fakih’in seçimleri boykot etmenin haram olduğuna dair fetvalarına rağmen halkın yüzde 60’ı seçimi boykot etmişti. Yüzde 21’lik oy,  Velayet-i Fakih’in toplum üzerindeki otoritesini de sorgulatan ciddi bir meşruiyet krizini göstermiş oldu.

Sandığa da yansıyan toplumsal tepkinin en önde gelen sebebi, zaten ambargo altında sıkıntı içinde bulunan ülkenin milyarlarca dolarının, başarısız olduğu ortaya çıkan Direniş Ekseni macerasına akıtılarak yoksulluğun katmerleştirilmesiydi.

Sonuç

27 Kasım sonrası gelişmelerin de gösterdiği üzere Suriye’de durum, Rejim, İran ve Rusya askeri güçleriyle muhaliflerin kanlı şekilde ezildiği 2015-2016 döneminden artık çok farklıdır.

2010’lu yıllarda uluslararası desteği bulunmayan, Sünni Müslüman oldukları için her yerde terörist muamelesi gören, örgütsüz, donanımsız olarak rejim ve destekçilerine karşı savaşan yerli muhalefetin yerini son derece disiplinli, eğitimli ve donanımlı Suriye Milli Ordusu(SMO) ve Heyet Tahrir eş-Şam(HTŞ)'ın aldığı görülüyor.

Buna mukabil, karşılarında çökmüş ekonomisini dünyaya “Captagon” uyuşturucusu satarak ayakta tutmaya çalışan bir rejim var. Ordusu, istihbaratı ve bürokrasisi Rusçular ve İrancılar arasında paylaşılmış ve aralarında çatışmaya varan güç rekabeti yaşanıyor. Bu ordu, bir yıldan fazladır İsrail hava saldırısına uğramasına rağmen en ufak karşılık bile veremiyor.

2012’den sonra yardımına koşan İran ve Rusya, değil Esed’e yardım etmek nefes almakta bile zorlanıyorlar. Ukrayna ile savaşa batmış Rusya, cepheye seferber edecek asker bulamıyor. Suriye'de konuşlandırdığı uçakların ve askeri personelin çoğunu ülkesine geri çekmek zorunda kaldı.

Bölgeye Şii devrimi ihraç etme kibrindeki İran’a gelince, yukarıda bahsettiğimiz gibi, büyük bir çöküşe girmiş vaziyette. Hem kendi halkı hem de etki alanı içerisinde tutmaya çalıştığı devletler ve halklar nezdinde İran güven ve itibarını kaybetmiş durumdadır, çağrıları vekil güçlerde karşılık bulmamaktadır.

Şii partilerin hükümette ve mecliste hâkim konumda bulunduğu Irak’ta hükümet, -Türkiye ile yaptığı Askeri, Güvenlik İşbirliği ve Terörle Mücadeleye Dair Mutabakat Zaptı’na bağlı kalarak- Suriye sınırlarını İran politikalarına aykırı şekilde kapattı ve Türkiye ile işbirliğini tercih etti. Irak-Türk askeri ittifakının savaş bölgesinde hayata geçirilmesi ve sınanması, bölgede şahit olacağımız yeni ittifakların da habercisi ve öncüsüdür.

Özetle, 10 yıl bile dolmadan Suriye sahasında çok şey değişmiştir, eski ittifaklara bakarak yapılan değerlendirmeler ve beklentiler boştur.

Diğer taraftan Hint-Pasifik kaynıyor. Çin’in Tayvan’ı işgali edeceği beklentisi yüksek, bölgedeki en büyük ABD müttefiki Japonya’da ise siyasi bakımdan zayıf bir koalisyon hükümeti var. Öte yandan, dünyanın en sessiz, sakin ve ekonomik refah seviyesi yüksek ama ABD’nin kontrolünde olan ülkesi Güney Kore’nin bile artık ABD’ye karşı duruşu değişmiş olup, ülke meclisi hiç beklenmedik şekilde ABD yanlısı darbeye karşı koymuş ve darbeyi engellemiştir. Görülüyor ki, ABD ve küresel hegemonya sistemi her yerde, her alanda çökmektedir.

ABD’nin hızla Ukrayna ve Ortadoğu’da oyalanmayı bırakarak esas çıkar alanı olan Hint-Pasifik bölgesine dönmesini gerektirecek gelişmeler yaşanıyor. Güvenlik analistlerine göre, ABD’nin en az üç cephede uzun süreli savaşları devam ettirecek kapasitesi bulunmuyor. PKK/PYD eliyle, kontrolü altında bulunduracağı bir Kürt devleti kurma planının hayata geçirilmesi imkansız hale geldiğinden, çekilirken taşeronlarını devretmek istemektedir.

Artık, binlerce kilometre öteden gelip bölge üzerinde tanzim yapan güçlerin dönemi sona erdi. Sömürgeci ABD ve Avrupa, gittikçe derinleşen siyasi-ekonomik- toplumsal krizleriyle baş başa kalacakları bir döneme girdiler.

Bölgemize gelince, halklarının iradesini yansıtan yönetimlerin iş başında olacağı, etnik ve mezhep kışkırtıcılığına dayalı çatışmaların değil kardeşliğin esas alınacağı, krizlerin silahla değil müzakerelerle çözüleceği yeni bir dönem başlamıştır.

 

Kaynaklar:

İran-Suriye İlişkilerine Teo-Politik Bir Bakış-I

https://sinantavukcu.com/2011/10/10/iran-suriye-iliskilerine-teo-politik-bir-bakis-i/

İran-Suriye İlişkilerine Teo-Politik Bir Bakış-II

https://sinantavukcu.com/2011/10/25/iran-suriye-iliskilerine-teo-politik-bir-bakis-ii/

Suriye Kürtleri ve Rojava’daki Gelişmeler

https://sinantavukcu.com/2013/12/07/suriye-kurtleri-ve-rojavadaki-gelismeler/

86 Bin Teröristi Öldürmek!

https://sinantavukcu.com/2018/09/11/86-bin-teroristi-oldurmek/

Yeni Bir Doktrin Eşiğindeki ABD Suriye’de Ne Yapacak?

https://sinantavukcu.com/2019/01/10/sd-degerlendirme-yeni-bir-doktrin-esigindeki-abd-suriyede-ne-yapacak/

 

Bu site içeriğinin telif hakları Stratejik Düşünce Enstitüsü’ne ait olup 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca kaynak gösterilerek kısmen yapılacak alıntılar dışında önceden izin alınmaksızın hiçbir şekilde kullanılamaz ve yeniden yayımlanamaz. Bu sitede yer alan SDE'nin kurumsal bilgileri ile SDE Akademik Personeli'nin çalışmaları dışındaki diğer görüş ve değerlendirmeler, yalnızca yazarının düşüncelerini yansıtmaktadır; SDE'nin kurumsal görüşünü temsil etmemektedir.

Tüm hakları SDE'ye aittir.
Yazılım & Tasarım OMEDYA