Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

Siyonist İşgal ve Etnik Temizlik Yoluyla Filistin’i Yahudileştirmek ve Ötesi

Bu yazı 19/12/2023 tarihinde yayınlanmıştır.

*İlyas SÜPÜRGECİ/Yazar

 

Sınırlarımızın çok yakınındaki Filistin coğrafyasında yaklaşık yüzyıldır yaşanmakta olan sorun iki kelimeyle tanımlanacak olursa; Siyonist işgaldir. Dört kelimeyle anlatılmak istenirse; Siyonist işgal ve etnik temizlik olarak tanımlanır.

Büyük(geniş) Orta Doğu bölgesinde barışın, güvenlik ve istikrarın düşmanı Siyonizm’dir, Siyonistlerdir ve onun destekçileridir. Büyük Orta Doğu bölgesinde esasen halklarının büyük çoğunluğu Müslüman olan ülkeler mevcuttur. Fakat bu coğrafyada yaklaşık yüzyıldır genellikle savaşlar, yıkım, kan ve gözyaşı hakim olmuştur. Geçen zaman içerisinde bölgede yaşayan halkların egemenliğini ve özgürlüğünü gerçek anlamda kazanamadığı ve halen Siyonistlerin destekçisi olan Batılı güç merkezlerinin manda yönetimlerinin bölgede aslında bir şekilde devam ettiği görülmektedir. Filistin, İslâm Kuşağı Bölgesi(Fas'tan Endonezya'ya uzanan kuşak)nin âdeta kalbinde yer almaktadır.

Filistin'deki Siyonist işgal ve etnik temizlik sürecini hazırlayan, yakın tarihi arka plan, özet olarak nasıl açıklanabilir?

Fransız İhtilali(1789)’ne kadar geçmişe uzanan, Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı'nı da içine alan uzunca bir zaman diliminde; Avrupa'da ve dünya genelinde yaşanan siyasi, askeri ve ekonomi alanındaki şekillendirici süreçler Siyonizm’in ortaya çıkışına katkı sağlamıştır. Şekillendirici süreçler şöyle sıralanabilir: Avrupa'da imparatorlukların çöküşü ve farklı ulusların kendi devletine kavuşması, Wilson Prensipleri ile mikro milliyetçiliğin körüklenmesi, petrolün ve petrol bölgelerinin öneminin ortaya çıkması ve Levand(kabaca Doğu Akdeniz’i çevreleyen topraklar, Hint kapısı) bölgesinin dünya ticaretindeki önemine dayalı olarak sömürgeci devletlerin ve Yahudi baronların geliştirdiği hakimiyet stratejileri ve Avrupa'da gerçekleşen Yahudi Soykırımı.

Siyonist idealler önce Avrupa'da ve Amerika'da hayat bulmuş(örgütlenmiş ve proje haline gelmiş) ve Osmanlı Devleti'nin son döneminden itibaren de Filistin coğrafyasında Siyonist Proje uygulamaya konulmuştur. Hakimiyetinin sona erdiği Osmanlı coğrafyasında, Britanya’nın ve Fransa’nın kurduğu manda yönetimleri döneminde Siyonistler lehine uygun koşullar oluşmuştu ve bu dönemde kurulan Siyonist Terör Örgütleri(sözde savunma örgütleri) Filistin topraklarında aktif olarak terör faaliyetlerini başlatmıştı. Bu örgütler daha sonra(1948) ilan edilen Siyonist devletin sözde güvenlik ve savunma kurumlarının(Şin Bet, Mossad ve IDF) çekirdeğini oluşturmuştur fakat icraatları değişmemiştir; devlet terörüne dönüşmüştür. Siyonist projenin finansmanı Avrupa'daki ve Amerika'daki Yahudi baronlar(sözde hayırseverler) tarafından desteklenen Dünya çapında örgütlü Yahudi fonlarından sağlanıyordu. Rus hakimiyeti altındaki topraklarda yaşanan pogrom ve İkinci Dünya savaşı sırasında Almanların Avrupa'da gerçekleştirdiği Holokost sonrasında Filistin topraklarına Yahudi göçü hızlanmış ve günümüzde de halen dünyanın her yerinden devam etmektedir.

Siyonizm’in temeli Yahudi ırkçılığıdır. Öncelikle Filistin coğrafyasını Yahudileştirmek ve başkenti Kudüs olan Yahudilere ait ve Yahudi karaktere sahip bir devlet kurmak hedefi vardır.

Siyonistlere göre, Filistin'de bir Yahudi devleti hedefine ulaşmak için dünyanın çok farklı coğrafyalarında ve farklı ülkelerinde yaşayan Yahudileri Filistin'e göç ettirmek ve toprakları her yola(hile, satın alma, fitne ve fesat yaymak, terör, gasp, işgal ve savaş) başvurarak ele geçirmek gerekiyordu. Çünkü bir Yahudi devleti yaratmak için gerekli olan; Yahudilere ait bir vatan ve o vatan üzerinde yaşamakta olan bir Yahudi halkı yoktu. Fakat Filistin’de Roma ordusunun yaptığı temizliğin ardından, yaklaşık iki bin yıldır artık orada bir halk olarak yaşamayan Yahudilere vatan yapılmak istenen topraklarda, binlerce yıldır hep yaşamakta olan bir Filistin Halkı vardı.  

Filistin halkına ait olan toprakların Yahudileştirilebilmesi için Filistin coğrafyasında bir taraftan Filistinlilerin topraksızlaştırılması, diğer taraftan Yahudi nüfusun Filistinlilerin sayısından fazla hale getirilmesi gerekiyordu. Kısacası, Filistin'deki topraklara sahip olmak ve demografik yapıyı değiştirerek  üstünlük sağlamak Siyonistler için temel gereklilikti. Bu olmadan Yahudilere ait bir devlet yaratmak imkânsızdı.

Günümüzde gelinen noktada Filistin coğrafyası(Akdeniz’den Ürdün sınırına kadar) bütünüyle Siyonistlerin işgali altındadır. Filistin halkına karşı planlı ve sistemli olarak yaygın terör faaliyetleri uygulanmaktadır.

Filistinliler sürekli aşağılanmaktadır. Filistinlilerin varlıkları gasp edilmekte ve kendi topraklarında özgürce yaşama hakkından mahrum bırakılmaktadır. Filistin halkının yaşam alanları sistemli olarak parçalanmış ve her parçası yüksek beton duvarlar arasına hapsedilmiştir. Siyonistler tarafından Müslümanların kutsal değerlerine ve varlıklarına sistemli olarak saldırılar düzenlenmektedir ve inançlarının gereklerini yaşamaktan alıkonulmaktadır. Filistin halkının kendi yöneticilerini seçme hakkı elinden alınmış ve seçim yapılması için gereken asgari şartlar dahi ortadan kaldırılmıştır. Kısacası, Filistinlilerin en temel hakları Siyonistlerin sistemli ve sürekli saldırısı altındadır. Siyonistler tarafından gerçekleştirilen tüm bu faaliyetlerin bir maksadı da Filistin halkını terörize etmektir.  

Filistin halkı Siyonistler tarafından sürekli neden terörize edilmektedir?

Çünkü Siyonist Proje gayri hukuki ve gayri meşrudur. Filistin'in Yahudileştirilmesi projesinin gerçekleştirilebilmesinin tek yolu Silahlı Şiddete Dayalı Güç Kullanmaktır, yani devlet terörüdür. Silahlı şiddete dayalı güç kullanabilmek için Siyonistler bir gerekçe veya meşruiyet algısı üretmek zorundadır. Bunun yolu Filistin halkını(özellikle gençliği) terörize etmekten geçmektedir. Filistinliler Siyonist zulmüne ve saldırılarına karşı öz savunma hakkını kullanmaya ve direniş göstermeye zorlanmaktadır. Filistin halkının işgalciye, gaspçıya ve zalim mütecavize karşı çok kısıtlı imkânlarla gösterdiği direniş Siyonistler tarafından dünya kamuoyuna terör faaliyeti ve Filistinli direniş örgütleri ise terör örgütü olarak gösterilmektedir. Böylece Siyonistler Filistin halkına karşı yaklaşık yüzyıldır uygulamakta oldukları planlı ve sistemli terör faaliyetlerini (silahlı şiddete dayalı güç kullanmak) örtmek, gözden kaçırmak ve/veya meşruiyet kazandırmak için dolaylı bir tutum izlemektedir. Siyonistler sadece bununla yetinmeyip, İslâm Coğrafyasının kalbinde yer alan Filistin’deki gayri meşru ve gayri hukuki olarak yaratılan fiili duruma Hristiyan toplumların ve dünyadaki diğer toplumların tepkisini önlemek, sessiz kalmalarını temin etmek ve mümkün olabildiği kadar destek sağlamak gayesiyle; bir barış dini olan İslâm ile insanlık suçu olan terörü yan yana getirerek “İslami Terör" kavramını ve korkusunu zihinlere yerleştirmek için küresel ölçekte kirli bir algı kampanyası yürütmektedir. Kendilerini her fırsatta barış ve demokrasi yanlısı olarak dünyaya  pazarlamaya çalışan Siyonistler, gerçekte hiç bir zaman, egemen ve toprak bütünlüğüne sahip bir Filistin devletinin var olmasını istememiştir. Aksine bir Filistin devletinin var olmasını sağlayacak temel koşulları zamana yayarak ortadan kaldıran bir strateji izlemişlerdir.  

Siyonistlerin ve destekçilerinin Filistin’i Yahudileştirmek için başlangıçta kurdukları terör örgütleri zamanla adeta bir terör devletine dönüşmüştür. Batı'nın ve özellikle ABD'nin desteğiyle en modern silahlarla donatılan bu silahlı güç tarafından Filistin aşamalı olarak tamamen işgal edilmiş, Filistinlilerin her türlü hakkı ve varlıkları gasp edilmiş, topraklarından sürülen milyonlarca Filistinli komşu ülkelerde mülteci olarak yaşamaya mahkum edilmiş ve nihayetinde günümüzde tüm insanlığın gözleri önünde Filistin halkına karşı bir soykırım yapılmaktadır. Bu soykırım, “ben de Siyonist’im" diyen ABD başkanı Biden ve ABD liderliğindeki Batı'lı birçok devletin yönetimleri ve Yahudilerin Küresel Çatı Yapılanması tarafından desteklenmektedir ve himaye edilmektedir. Çünkü Filistin'in Yahudileştirilmesi projesi Siyonistler ile dünya hakimiyet stratejileri izleyen güç merkezlerinin ortak çıkarlar projesidir.  

Soğuk Savaş döneminde Türkiye’nin Batı bloku içerisinde konumlanmak zorunda bırakılmış olması ile Filistin'in Yahudileştirilmesi projesinin birbirinden bağımsız olabileceğini düşünmek mümkün müdür?

İki dünya savaşı dönemi ve bu dönemin sonunda kurulan iki kutuplu dünya düzeninde, sonrasında Sovyetler Birliğinin çöküşü ile birlikte ABD'nin tek süper güç olarak hareket ettiği dönemde ve nihayetinde günümüzde hakim olan küresel düzensizlik döneminde; bölgemizde ve dünyada yaşanan siyasi, güvenlik ve ekonomi alanındaki gelişmelerin Türkiye'ye etkileri ve Türkiye’nin hayati çıkarları dikkate alındığında; Siyonist Projenin devletleşme süreci ile Türkiye'nin Batı bloku içerisinde konumlanmak zorunda bırakılması arasında çok önemli bir bağ olduğu görülecektir. Yahudilerin küresel çatı yapılanmasının iki kutuplu dünya düzeninin(soğuk savaş dönemi) tasarımında ve sonraki dönemlerin tasarımında önemli rol oynadıklarını görmek ve anlamak bugün daha kolaydır. Rusya'nın Ukrayna'yı işgali(2022) sürecine kadar Yahudi toplumu ile Rusya ilişkilerinin ortak çıkarlar gereği her dönemde devam etmiş olması ve Yahudilerin Rusya'da ekonomi başta olmak üzere hayatın birçok alanında etkin olması; fakat Ukrayna'nın Rus ordusu tarafından işgal edilmesiyle birlikte bu ilişkinin neredeyse kopma noktasına gelmesi, zengin Yahudiler başta olmak üzere birçok Yahudi’nin Rusya'yı terk etmesi ve Putin yönetiminin Batı'dan âdeta tecrit edilmesi bu bağlamda önemli bir göstergedir. Kısacası İkinci Dünya Savaşı sonundan itibaren Rusya'nın Türkiye’yi itmesi ve Türkiye'nin Rusya kaynaklı tehdit algısı neticesinde, Türkiye'nin Batı blokunda yer alması ve Türkiye'deki Amerikan üslerinin varlığı Filistin'de Siyonist projenin devletleşme sürecine âdeta can suyu ve nefes borusu olmuştur demek mümkündür. Bu dönemde(1948-1973) Arap-İsrail savaşlarının yaşandığı dikkate alındığında konunun önemi daha iyi anlaşılacaktır.

Kutlu Kıbrıs Barış Harekâtı(1974) neden bir kırılma noktasıdır? Bölgede bir PKK terör devleti kurdurma projesi ile Filistin'in Yahudileştirilmesi projesi arasındaki bağ nedir?

Filistin'deki Siyonist yapının kendi güvenliği ve hareket serbestisi için gerekli gördüğü dış güvenlik çemberleri vardır. Genel olarak ve kabaca çemberlerin kapsadığı alanlar şöyledir: Birinci çember Filistin coğrafyasına bitişik komşu ülkeleri(Lübnan, Suriye, Ürdün, Mısır ve S. Arabistan'ın bir bölümü) kapsar. İkinci çember kabaca ilk çemberin dışındaki ülkeleri(Türkiye ve Kıbrıs adası, Irak, Körfez ülkeleri, Libya, Kızıl Denize kıyısı olan ülkeler) kapsar. Üçüncü çember ise kabaca ikinci çemberin kapsamı dışında kalan bölge ülkelerini(İran, Azerbaycan, Yunanistan, Rusya, Afrika Boynuzu dahil önemli Afrika ülkeleri, Yemen ve Umman) kapsar. Kıbrıs Barış Harekâtı Siyonistler ve arkasındaki destekçisi Batılı güç merkezleri tarafından Türklerin gerçekleştirdiği ilk meydan okuma hamlesi olarak algılanmıştır ve Türklerin gücünü sınırlandıracak ve Türkiye'yi tekrar kontrol altına almayı mümkün hale getirecek karşı hamleler ve projeler geliştirilmiştir. Soğuk Savaş döneminin sona ermesi ile birlikte esasen Türkiye'yi hedef alan projelerin Türkiye içinde, çevreleyen güney komşularında ve genel olarak Büyük Orta Doğu bölgesinde hayata geçirilmesine hız verilmiştir. Kıbrıs Barış Harekâtı gerçek bir kırılma noktasıdır ve Türkiye o tarihten bugüne kadar bekasını ve refahını içeriden ve dışarıdan tehdit eden açık ve sinsi birçok etkiye karşı mücadele etmek zorunda bırakılmış, zaman ve kaynaklarını tüketmeye zorlanmıştır. Hain FETÖ projesi ve hamlesi bunların içerisinde en sinsi ve en kirli olanıdır; çünkü Türkiye’yi devşirdikleri hainlerle içeriden teslim alma ve/veya yıkma projesidir. Olgular ve gelişmeler tarihsel derinlik içerisinde sebep sonuç ilişkisine de sahiptir.

Sonuç olarak; Filistin'in Yahudileştirilmesi projesi ve Siyonist varlığın güvenliği için oluşturulmaya çalışılan güvenlik çemberleri aslında bölgedeki halkların boynuna takılmaya çalışılan birer esaret çemberleridir. Bunu tüm bölge halkları ve yöneticileri çok iyi kavramalı ve anlamalıdır. Zaman birlik olma zamanıdır ve mevcut meydan okumaya karşı omuz omuza, cesaretle ve kararlılıkla durma zamanıdır. Kirli oyunları birlikte bozma zamanıdır.