Tevfik ERDEM

Tevfik ERDEM

Tüm Yazıları

15 Şubat 1999: “Kenya Nere Kürdistan Nere?”

15 Şubat 2021
h4 { font-size: 24px !important; } Print Friendly and PDF

Öcalan’ın örgütü Stalinist bir tarzda yönettiği, bu amaç doğrultusunda muhaliflerini çeşitli bahanelerle ortadan kaldırdığı, kendisine yönelik eleştirileri destekliyor görünmesine rağmen eleştiriye kapalı ve tahammülsüz olduğu ve çok acımasız bir eylem tarzının olduğu bilinir. Gücü eline geçirdiği anda bunu sonuna kadar kullanan, güçsüz olduğu zaman da güçlünün yanında yer alarak ondan güç devşirmeye çalışan tavrının özgün strateji olarak yorumlanması bir yana, örgüt içindeki söylemlerinin tamamen çatışma, intikam ve savaş üzerinden sözde özgürlüğe doğru giden bir içeriğe sahip olduğu açıktır. Örgüt üyeleri de onu, bir liderden çok kurumsal kimliğiyle örgütü masseden bazen bir lider (başkan Apo) ama çoğu zaman yarı insan yarı tanrı mesabesinde görürler. Bu yüzden konuşmalarından - ki çoğu kitaplaştırılarak okuyucuya sunulduğu için- editörün entelektüel müktesebatına ya da insafına kalan derin anlam ve dersler çıkarılır. Örneğin Öcalan’ın Kürt kadınının toplumsal cinsiyet özgürlüğünü içeren ve kendi teorisi olarak sunulan jineoloji (kadın bilimi olarak kullanılır) ile kadın sağlığı ve hastalıklarını inceleyen jinekoloji birbirine karıştırılır.

Öcalan, konuşmalarının kitap olacağı bilgisine vakıf olduğu için, konuşmalarını çok derin anlamlar içeriyor gibi sunar : “Hergün soruyorum tanrı nerede? Hemen aklıma evren geliyor, son bilimsel verilere göre düşünüyorum…” (Öcalan 2015a: 139), ama her halükarda göze çarpan sertlik ve amansızlıktır, örneğin, “PKK’nin savaş diyalektiğinde iki şey söylenir: savaştın başardın yaşayabilirsin;  savaştın başarmadın şerefli ölürsün. Bunun orta yolu yoktur” (Öcalan 2015a: 135)  ifadesinde olduğu gibi…

15 Şubat, 21 Mart, 15 Ağustos gibi günler eski Türkiye’de yüreğin ağza geldiği günler olarak hatırlanır. Terör örgütünün “uluslararası komplo”, Öcalan’ın “Üçüncü Dünya Savaşı’nı çıkaracak operasyon”, “Gladio’nun en büyük operasyonu” olarak nitelediği 15 Şubat ise, bir yandan örgüt üyeleri için Başkan Apo’nun yani önderliğin yakalanması anlamına gelirken diğer yandan bu yakalanma süreci sonrası ona yönelik hayal kırıklıklarını ifade eder. Çünkü yaklaşık yarım yüzyıldır üyelerini gözünü kırpmadan ölüme gönderip, ölmeyenleri de adeta neden ölmediler diye aşağılarken onların, asla kendi mücadele ruhunu temsil edecek kapasite ve niteliğe sahip olmadıklarına dair aşağılayıcı bir söylem geliştiren Öcalan’ın inanılmaz bir dönüşümüne şahit olurlar.  

Örgütün üyelerini şaşırtan, gerçekte şaşırtmak hafif olur, onları hayal kırıklığına uğratan iki husus dikkate değer: İlk olarak onun yakalandığı yer, ikinci olarak yakalandıktan sonra yaptığı açıklamalar.

Öcalan, 9 Ekim 1998’de Türkiye’nin yoğun baskısı sonucu el-Muhaberat gözetimi ve kontrolündeki Şam’dan ayrılır. Bundan sonraki süreçte örgüt üyeleri için onun yeni hareket tarzının ne olacağı, Öcalan’ın Şam’dan nereye gideceği merak konusudur. Bu dönemde siyasi nedenlerden dolayı Bursa Cezaevi’nde bulunan Aytekin Yılmaz’ın günlüklerinden daha doğrusu Son Diktatör[1] adlı eserinden içerdekilerin konu hakkında ne düşündüklerini okuyalım (2020:149):  “9 Ekim 1998 günü Abdullah Öcalan, 18 yıldır kalmakta olduğu Suriye’den çıkartıldı. Nereye gittiğini bilmiyoruz, hapishane örgütünün de bildiğini sanmıyorum. İlk aklımıza gelen şey dağa çıkmış olabileceği yönünde.”

Öcalan Suriye’den çıktığı yolculuğa Yunanistan, Rusya, İtalya, tekrar Rusya ve tekrar Yunanistan’la devam eder.

Öcalan’ın ilk Yunanistan hikâyesi onun için tam bir hayal kırıklığıdır.  PKK’nın Yunanistan temsilcisi ve örgütün Kesire sonrası ikinci derin yengesi Ayfer Kaya (Rozerin) aracılığıyla üst düzey Yunanlı heyetle yapılan telefon görüşmeleri sonunda istikamet Yunanistan’a çevrilir. Öcalan kendisine yönelik, “neden dağa çıkmadı?” eleştirilerini de böylece boşa çıkarmış olur. Çünkü dağa gitmek savaşın şiddetlenmesi anlamına gelmektedir; oysa onun izleyeceği yol diplomasidir çünkü barış ve özgürlüğün yolu oradan geçmektedir.

Belarus veya Hollanda'ya gitme isteği kabul edilmediğinde Yunanistan’ın Kenya Büyükelçiliğine götürülür. Öcalan kendi notlarında bir hafta da Tacikistan’ın başkenti Duşanbe’de kaldığını belirtir. Artık Şam sonrası kontrolün ‘Öcalan’ın iradesi dışında gerçekleştiği’ hususu bu döneme ait anlatılarında da görülür.

Öcalan’ın bu yolculuğuyla ilgili olarak dönemin Dışişleri Bakanı Teodoros Pangalos’un “Kardak/S-300/Öcalan” adlı kitabında[2] oldukça ilginç bir bilgi vardır. Pangolos, Öcalan için Güney Afrika Cumhurbaşkanı Nelson Mandela ile görüştüğünü ve onun da Öcalan’ı kabul ettiğini belirtir: “Öcalan’ı Güney Afrika’nın Johannesburg kentine götüren ve Yunan işadamı T.A.’ya ait uçak, 6 saat uçuştan sonra ikmal için Kenya’nın başkenti Nairobi’ye indi. Aynı anda, Mandela’nın istifa ettiğini duyduk. Öcalan’ın refakatçileri, Güney Afrika’nın yeni Cumhurbaşkanı’na ulaşıp davetin geçerli olup olmadığını sordular. Cevap olumsuzdu…. Ertesi gün, Kostula’nın emirlerime uymayarak, yorgun olduğu gerekçesiyle, Öcalan’ı üç cariyesi ile birlikte rezidansta ağırladığını öğrendim[3].”

Öcalan Mandela’nın yanına gitmiş olsaydı PKK uluslararası arenada yelkenlerine nasıl bir rüzgâr dolduracaktı bilinmez ancak Öcalan’ın yıldızının yeniden parlayacağını tahmin etmek de hatalı olmaz. Öcalan ‘çözüm süreci’ boyunca hep bir Mandela tarzı çıkış hayali kurmuştu, belki de, eğer bu seyahat gerçekleşmiş olsaydı Mandela’nın özgürlük mücadelesinden kendisine birçok avantajlar kotaracağı çok açıktır.

Pangalos’un dikkatini çeken sadece Öcalan’ın cariyeleri değildir; aynı zamanda Öcalan’ın yanından ayırmadığı valizidir: “Öcalan nereye gitse, beraberinde küçük bir valizi de yanından ayırmazdı. Nairobi’de yakalandığında bu valizi otomobilde bıraktı. EYP (Yunan İstihbarat Teşkilatı) mensubu Savas Kalenderidis (Öcalan’ın koruması olan eski Yunan ajanı) arayıp, valizde patlayıcı madde bulunabileceğini, Öcalan’ın yakalanması halinde intihar etmek için kullanmak amacıyla bu valizi beraberinde taşıyor olabileceğini söyledi. Valiz, Yunan Büyükelçiliği’nde açıldı. İçinden 100 dolarlık banknotlar halinde çok büyük bir para çıktı[4].” Öcalan yakalanma durumunda ne Agit gibi silahlı çatışmaya gireceğine ne de Zilan tarzı bir intihar eylemi gerçekleştireceğine dair hiçbir belirti göstermez. Tam tersine Nairobi’de Pangalos’un tabiriyle cariyelerinden biri olan Dilan’ın bir tabancayla kendilerini savunma konusundaki ısrarını yadırgadığını belirtir[5]: “Bu bizim ve benim için intihar demekti. İntihara niyetim yoktu. Israrla silahı üzerimde taşımam için son ana kadar etrafımda fır dönüyordu. Silah üzerimde olsaydı ve çekmeye çalışsaydım, bu tavır kesinlikle ölüm demek olacaktı.”

Öcalan’ın Suriye’den kaçışı sonrasında yaşananlar örgüt üyeleri ve sempatizanlar açısından fırtına öncesi bir sessizlikle takip edilmektedir. Öcalan’ın ne yapacağı, nasıl bir strateji izleyeceği büyük bir merakla beklenmektedir. Ancak bir yandan da örgüt üyelerinin aklında “müstakil bir Kürdistan kurma hayali içinde olan Öcalan’ın” neden Kürdistan Dağlarına gelmediğine dair bir sürü soru vardır. Yılmaz, Bursa Cezaevi’nde bu hayal kırıklığını şöyle dile getirir (2020:160): “12 Kasım günü öyle bir şey oldu ki koğuşlarda halen inanamıyoruz. Önce yerli TV haberlerinden dinledik, yalan sandık; akşam üzeri MED TV haberi doğrulayınca inanmak zorunda kaldık. Evet, Abdullah Öcalan Roma havaalanında gözaltına alınmıştı. Biz onu dağa çıkmıştır sanıyorken, o Avrupa’nın yolunu tutmuş meğer.”

Öcalan’ın örgütü uzaktan yönetmek, kendi hayatını garanti altına almak adına böyle bir seyahat güzergâhı seçmek zorunda kaldığı düşünülebilir. Kaldı ki Öcalan sonraki açıklamalarında daha önce belirtildiği gibi, dağ seçeneğinin savaşı arttıracağını (!) bu yüzden dağa çıkmadığını ve diplomasi yolunu tercih ettiğini belirtir.  Böylece o, zorunlu seyahatlerini de örgüt üyelerinin gözünde meşru hale getirdiğine inanır ya da örgüt jargonuyla, başkan çok derin bir strateji peşindedir yine. Bu stratejinin izahlarından Örneğin, MED TV’de, “Tarih şunu göstermiştir: Biz Ankara’dan çıkmakla partileştik, Orta Doğu’ya çıkmakla ordulaştık, dünyaya açılmakla da devletleşeceğiz” (Yılmaz 2020:165), ifadesidir ki, onun yurtdışına çıkışı başlangıçta Bursa Cezaevi’nde Başkan Apo’nun bir taktiği olarak görülür.

Ancak Öcalan’ın dağ yerine Avrupa’yı tercih etmesi onun kamplarda verdiği eğitimin içeriğiyle uyumlu görünmemektedir. Onun gözü pek, örgütün militanlarını gözünü kırpmadan davası için ölüme gönderen tarzı, kendisi için bir benzer bir eylem tarzı olarak uygun görülmez. Örgüt toplantılarında sürekli ideal tipler olarak sunduğu, ‘kadında Zilan ve erkekte Agit’ (Mahsum Korkmaz) gibi karakterler üzerinden onur ve özgürlük söylemleri geliştiren Öcalan, yeni intihar bombacıları ya da teröristler üretiyorken kendisi için geliştirdiği praxis, “hayatta kalma”dır. O hayatta kalmalıdır çünkü o yoksa PKK’da olmayacaktır. O, kendisi için değil halkı ve örgütü için hayatta kalmak zorundadır.  Yoksa o da, onur ve özgürlüğün ne olduğunu herkesten daha iyi bilir, nitekim Mahsum Korkmaz Akademisi’nde kadın militanlara yönelik konuşmasında şunu söyler[6] (Öcalan 2015a:20): “Olacaksa bir yaşam ya onurlu, özgürce ya da hiç olmayacak”  konuşmanın ilerleyen kısmında dinleyicilerine-örgüt üyelerine ağır eleştiriler getirir (Öcalan 2015a:22) ; “Keşke suçlanacak kadar güçlü olsaydınız, o da yok…. Nerede kaldı yiğitlik, nerede kaldı keskin anlayış sahipleri, nerede hani ‘Meydan bulsam da savaşmak istiyorum’ diyenler? Arıyorum bir adam bulamıyorum”. Etrafındakileri korkaklıkla, ipe sapa gelmemekle, anlayışsızlıkla suçlamak Öcalan’ın çok sıradan bir özelliğidir. Onun yaşam, savaş ve mücadele gerçekliği, anlaşılmayı beklemektedir ancak onu etrafındakilere anlatsa bile bunu anlamaları mümkün değildir. Kaldı ki takipçileri de onu anlamanın mümkün olmadığının altını çizerler. “Hiçbir felsefi tanımlama veya teorik yargı, tek başına Abdullah Öcalan’ı tümüyle kendi kapsamına alacak bir genişliğe sahip değildir” (Öcalan 2015b:10[7]). Öcalan’ın kamplarda yaptığı konuşmaların çözümlenmesiyle oluşturulan kitaba yazılan giriş kısmından alınan bu cümle ve devam eden bölüm, Öcalan güzellemesinin ötesinde, onun anlaşılamazlığını bazen insanın sınırlı zekâsıyla -ki bu şekilde ilahlaştırılan bir lider kültü ortaya çıkar- bazen de mevcut sistemin sınırlarının anlamayı mümkün kılmaması ile açıklamaktadır. “Onun (Önderlik-Başkan Apo) gerçeğinin anlaşılması, evrensel gerçeğin mantıklı bir parçasının tüm çelişkileri, tüm kaotik yapısı ve bunun yanı sıra yine olağanüstü toplumsal uyum ile yine düzenliliği; karşıtların evrensel anlamda apaçık ve çok gizli birlikteliğini ortaya koymaktadır” (Öcalan 2015b:12) gibi aforizmaya öykünme dışında hiçbir karşılığı ve anlamı olmayan bu tür cümlelerle, tabu haline getirilen Öcalan’ın anlaşılamazlığının altı çizilmektedir. Bu tam da Öcalan’ın kendini tanımlama biçimine uygun bir girizgâhtır; çünkü ilerleyen kısımlarda Öcalan, kendisinden söz ederken kendisinin bir çılgın mı, ilah mı, maceracı mı, politik bir deha mı olduğuna dair dinleyicilere sorular sorar ki bu sorular kendini gerçekleştiren kehanetin örgüt içinde nasıl işlediğini de gösterir. Öcalan’ı örgütün dokunulmazı, kurumsal kimliği (Önderlik, Başkan Apo) haline getiren örgüt iklimi, 1970’lerin ortalarından itibaren başlar. Cemil Bayık’ın ona yönelik olağanüstülükler atfetmesi, Duran Kalkan’ın kamplardaki eğitim toplantılarında, (Şanlı) Urfa’yı anlatırken neden Öcalan’ın peygamberler şehrinde doğduğuna dair mistifikasyonu ile örgüt üyelerinin gözünde onun bir hâle ile donatılmasına neden olur.

Öcalan’ın dağ (Kandil) ve hatta uğruna bu kadar insanın ölümüne sebep olduğu “Kürdistan” yerine Avrupa’ya ve başka ülkelere gitmesi bazıları için demistifikasyon sürecinin başlamasına neden olur. Kilolu, bakımlı, eline yirmi yıldır silah almayan Öcalan’ı, bir gerilla liderinden çok Orta Doğu’lu iş insanına benzeten Yılmaz (2020:1169-172), onun dağa gitmeme konusunda kararlı olduğuna cezaevindeyken inandığını belirtir. Öcalan, 15 Şubat 1999 gecesi Kenya’nın başkenti Nairobi’de yakalandığında, hücre arkadaşı kendini tutamayıp şaşkın bir vaziyette şu soruyu sorar: “Kenya neresi Kürdistan neresi?”

 ___________________________________________

[1] Yılmaz, Aytekin (2020), Son Diktatör, Vadi Yayınları, İstanbul.

[2] https://www.hurriyet.com.tr/dunya/eski-yunan-disisleri-bakani-ocalanin-valizinde-buyuk-para-vardi-41698707 (erişim tarihi 13.02.2021)

[3] https://www.hurriyet.com.tr/dunya/eski-yunan-disisleri-bakani-ocalanin-valizinde-buyuk-para-vardi-41698707 (erişim tarihi 13.02.2021)

[4] https://www.hurriyet.com.tr/dunya/eski-yunan-disisleri-bakani-ocalanin-valizinde-buyuk-para-vardi-41698707 (erişim tarihi 13.02.2021)

[5] Öcalan, Abdullah, 15 Şubat Komplosu (Tarihsiz)

[6] Öcalan, Abdullah (2015a), Kürt Aşkı, Aram Yayınları, Diyarbakır

[7] Öcalan, Abdullah (2015b), Gerçeğin Dili ve Eylemi, Aram Yayınları, Diyarbakır

Tüm hakları SDE'ye aittir.
Yazılım & Tasarım OMEDYA