Tevfik ERDEM

Tevfik ERDEM

Tüm Yazıları

21 Ekim Protokolü Üzerine

21 Ekim 2022
h4 { font-size: 24px !important; } Print Friendly and PDF

21 Ekim Protokolü’nün hatırlanması Türkiye’de demokrasi kültürünün hangi düzeye ulaştığını göstermesi bakımından özgün vakalardan biridir. Bir de halkın iradesine bakışın aslında sivil ya da asker olmayla ilgili olmadığını çünkü bunun bir demokratik bilinç ve zihniyet meselesi olduğunu gösterir.

Cumhurbaşkanlığı seçiminin ne kadar sıkıntılı bir süreç olduğunu ve Türkiye’de demokrasinin yeşerip içselleşme sürecinin ne kadar meşakkatli bir sürecin sonunda ortaya çıktığının da işaretidir bu protokol.

21 Ekim Protokolü aslında dönemin ruhunu yansıtması açısından da anlamlı çünkü Ortadoğu’da gerçekleşen darbeler, sol-sosyalist akımların tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bir karşılığının oluşmaya başlaması, bürokratik-askeri elitin demokrasi karşısındaki konumunun belirsizliği ama demokrasinin harekete geçirdiği halkoyu ve batılı demokratik ülkelerin muhtemel baskısı karşısındaki tedirginliği, muhalefetin kurucu ilkelere karşı sözde ihaneti, demokrasinin sembolik anlam ve öneminin dışında hayatiyetinin çok da önemli olmadığına dair algının varlığı bu ruhu yansıtır.

Önce 21 Ekim Protokolü’ne giden sürece bakalım. 27 Mayıs darbesi yapılmış, A. Menderes, H. Polatkan ve F. R. Zorlu idam edilmiş, üç hafta sonra da 15 Ekim 1961 tarihinde genel seçimler yapılmış ve askerlerin tüm karşı propagandalarına ve açıklamalarına rağmen açık ve gizli DP’nin devamı olduğunu belirten partiler toplamda %62’lik oy oranı elde ederek askerlerin birinci parti olmasını bekledikleri ve istedikleri İsmet İnönü’lü CHP’nin tek başına hükümet olmasını engellemişlerdir. Aslında seçimin nasıl sonuçlanacağını işaret eden bir vaka da, 1961 Anayasa’sının oylamasında %40’lık oldukça yüksek bir karşı oyun ortaya çıkmasıdır.

Bir grup üst düzey komutan 21 Ekim tarihinde İstanbul’da Yıldız'daki Harp Akademilerinde bir araya gelerek 15 Ekim 1961 genel seçiminin sonuçlarından memnuniyetsizliklerini ve yeni bir darbenin işaretlerini veren bir muhtıra hazırlayarak dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay’a iletirler. Metin şöyledir:

21 Ekim Protokolü
Harp Akademisi
21 Ekim 1961

Zabıt Varakası

1) Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları - aşağıda açık imzası bulunanlar - 21 Ekim 1961 günü saat 14:30'da toplanmışlar ve gündemlerinde mevcut olan konuları müştereken müzakere etmişler ve ittifakla aşağıdaki karara varmışlardır.

a) Türk Silahlı Kuvvetleri 15 Ekim 1961 günü yapılmış olan seçimlerden sonra, gelecek yeni Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanmadan evvel, duruma fiilen müdahale edecektir.

b) İktidarı, Milletin hakiki ve ehliyetli mümessillerine tevdi edecektir.

c) Bütün siyasi partiler faaliyetten menedilecek, seçim neticeleri ile Milli Birlik Komitesi feshedilecektir.

d) Bu kararın tatbiki 25 Ekim 1961'den sonraki bir güne tehir edilmeyecektir.

2) İşbu Zabıt Varakası üç nüsha olarak tanzim edilmiş ve bütün üyeler tarafından aynı anda imza edilmiştir.
      

    21 Ekim 1961
    İmza sahipleri:

    Korgeneral Refik Tulga ve 37 farklı rütbelerdeki subay.

Bu Zabıt Varakası ile doğrudan ve hedef gözeterek bir darbe yapılacağı açıklanmıştı. Bu darbe sadece seçilmiş meclise karşı değil MBK’ye karşı da yapılacaktı. Bu durum da SKB’nin (Silahlı Kuvvetler Birliği) ne kadar kendine güvendiği ve güçlü olduğunu ortaya çıkarıyor. Darbeyi önlemenin yolu olarak ise, siyasi parti liderleri ile görüşme yoluna gidilir.

Seçimlerin hemen sonunda yeni bir darbe yapma iştahıyla ortaya çıkan Talat Aydemir gibi askerlerin önünü kesmek gerekmektedir zira görünen o ki daha darbenin teri soğumadan yeni bir darbe yapmak isteyenler sesleri yükselmektedir. Gerekçe ise, “eğer hükümeti DP’nin devamı olan partiler kuracaksa yani İsmet Paşa ve CHP iktidar olamayacaksa darbe yapmanın bir anlamı mı kaldı?” sorusudur. Milletin verdiği karar Tulga’nın aşağıda belirttiği gibi onun cahilliğine verilerek, b maddesinde belirtilen, İktidar, Milletin hakiki ve ehliyetli mümessillerine tevdi edecektir, ifadesinde olduğu gibi tevdi edilecek makam belliydi. Bu dönemde “askeriye, Türk demokrasisinin geleceğinin sadece CHP’nin zaferiyle kurtulabileceğine karar vermiştir[1].”

Protokolün ruhunu daha iyi anlamak için İstanbul’da Korgeneral Refik Tulga yani 21 Ekim Protokolü’nü imzalayan en üst düzey komutan ile görüşmeye İsmet İnönü’nün yönlendirmesiyle giden Metin Toker’in aşağıdaki ibret vesikası niteliğindeki görüşme notunu incelemek gerekir[2]:

“Önce Tulga, bir ihtilale karar vermiş olduklarından tabii hiç söz etmeksizin kendi görüşlerini söyledi. Seçimler doğru sonuç vermemişti işte. Ulusal iradenin belirmesi gerekirdi, ama ortaya çıkan ulusal irade değildi. Bir defa, okuyup yazması dahi bulunmayanların millet kaderinde söz sahibi olabileceklerine, bu hakkı doğru dürüst kullanabileceklerine inanmıyorIardı. Niyetleri seçimsiz bir askeri idare değildi. Bunun verdiği sonuç görülmüştü. Ama iktidarın milletin "hakiki ve ehliyetli" temsilcilerine bırakılması gerekirdi.” DP’nin devamı partilerin kazanması askerin çok da istemediği bir sonuçtu öyle ki seçime doğru giden süreçte Menderes ve diğerlerinin Üniversite hocalarının tahrikiyle önce yargılanması sonra da idam edilmelerinin nedeni, “ordudaki aşırıları yatıştırmak[3]” olarak yorumlanır.

Refik Tulga ve protokole imza atan 37 (toplamda 38) asker, Devlet ve millet için en doğru kararı vereceğine inanan insanların kendileri olduğunu düşünüyor ve kendileri gibi düşünmeyen herkesi de devlet ve milletin iyiliği için çalışmayan kişiler olarak görüyorlardı. Seçimler doğru sonuç vermemişti yani seçim halkın özgür iradesiyle bir tercihte bulunması değildi ki, halkın kendisine işaret edilen adaylara oy vermesiydi. Halk cahil, ortalama ilkokul 5 mezunu olduğu için doğru kararı veremiyordu, tıpkı Metin Akpınar’ın dediği gibi[4]. Halk cahil olunca kolayca kandırılabiliyordu bu nedenle halk eğitilene kadar onun adına karar verilmeliydi. 1917 Bolşevik İhtilali, Marx’ın düşüncelerinin yani kapitalist bir topluma ait devrim teorisinin yarı köylü bir toplum olan Rusya’ya Lenin tarafından uyarlanması sonucu gerçekleşen devrimdir. Bu nihayetinde Proleterya Diktatörlüğü’nü hedefleyen bir devrimdi ancak devrimden sonra devrimin öncüsü olan avangardlar, işçi sınıfının henüz ülkeyi yönetecek bilince sahip olmadığına karar vererek Komünist Parti’nin ülkeyi yönetmesinde mutabık kaldılar. 1991 yılında rejim yıkılınca ülkeyi proleterler mi yönetiyordu? Hayır, aynı Komünist Parti. Yani proleterler hiçbir zaman bilinçlenemediler ya da iktidar eliti bu gücü kimseyle paylaşmak istemedi.

Tulga, cahil halkın milletin kaderinde söz sahibi olmasını tehlikeli görüyordu yani cahil Ak Parti seçmeninin verdiği karar ülkenin menfaatine değildi ülkenin kurtuluşa ermesi için iktidar milletin gerçek temsilcilerine, Cumhuriyetin kurucu değerlerinin temsilcisi olan hakiki ve ehliyetli olan kişiye yani İsmet İnönü’ye ve onun partisine (CHP’ye) teslim edilmeliydi. Aksi takdirde yeni bir darbe kaçınılmazdı. Nihayetinde 25 Ekim’den yani askerin müdahale edeceği günden bir gün önce 24 Ekim’de Çankaya’da Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay ve Cemal Gürsel’in başkanlığında CHP lideri İsmet İnönü, AP lideri Ragıp Gümüşpala, CKMP lideri Osman Bölükbaşı ve YTP lideri Ekrem Alican ile yapılan toplantıda askerlerin aldığı kararlar hayat geçirilmiştir. Toplantı sonunda, Yassıada mahkûmlarına yani DP’li siyasetçilere af çıkarılmayacağı, MBK’nin ABD’den aldığı finansla emekli ettiği subayların (EMİNSU) orduya geri alınmayacağı, Cemal Gürsel'in cumhurbaşkanı ve İsmet İnönü’nün başbakan olacağını kabul etmişler ve demokrasi böylece kaldığı yerden bir sonraki gün işlemeye devam etmiştir.

Bu arada askeri bu kadar hızlı hareket etmeye teşvik edenlerin kimler olduğunu da unutmamak lazım. Metin Toker, bir takım bilim adamlarının askere, “Parlamento açıldıktan sonra harekete geçerseniz anayasayı ihlal suçunu işlemiş bulunursunuz, yönetime ondan evvel el koyarsanız bu, anayasayı ihlal suçu olmaz”, aklını verdiklerini belirterek suç ortaklarının kimler olduğunu işaret eder.

 

[1] Ahmad, Feroz (2010), Demokrasi Sürecinde Türkiye, (1945-1980), 4. Baskı, Çev. A. Fethi, Hil Yayınları, İstanbul, s.220.

[2] Toker, Metin (1991) Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları, Yarı Silahlı, Yarı Külahlı Bir Ara Rejim 1960 -1961, 2. Baskı, Bilgi Yayınevi, Ankara, s.305

[3] Ahmad 2010:221

[4] https://www.sde.org.tr/tevfik-erdem/genel/muslumanlari-itibarsizlastirmak-ve-basortusu-acilimi-yapmak-kose-yazisi-27874

Tüm hakları SDE'ye aittir.
Yazılım & Tasarım OMEDYA