Tevfik ERDEM
Tüm YazılarıCumhuriyet Halk Partisi (CHP) içindeki ayrışmalar bir yana CHP lideri Kılıçdaroğlu, uzunca bir süredir sağ muhafazakâr kanat ile girdiği yakın temasa (kimliğini birkaç kelime ile nitelemekte zorlanacağım) HDP’yi de eklemleyerek mevcut iktidarın-hükümetin alanını olabildiğince daraltmaya çalıştı. Ancak bu genişleme paradoksal biçimde kendi alanını daraltacak parçalanmaları da yaşamasına neden oldu: 3 vekil (3’ler: İzmir Milletvekili Mehmet Ali Çelebi, Karabük Milletvekili Hüseyin Avni Aksoy ve Yalova Milletvekili Özcan Özel) partilerinden istifa ettiklerini, gerekçelerini de belirterek 29.1.2021 tarihinde açıkladılar. Bu gerekçeler esas olarak Parti içi demokrasinin işlememesi, Parti içinde mobbinge (yıldırmaya) varan ötekileştirme, “PKK terör örgütüdür” diyemeyenlerle ortaklık, partinin Atatürkçülük ’ten uzaklaşarak aşırı sol-ayrılıkçı hareketlere toleransı üzerine odaklanıyordu. Bu gerekçelerin çoğunu kapsayan açıklama İzmir Milletvekili Mehmet Ali Çelebi tarafından şöyle sıralandı: “İktidarın çöplüğünde yeni dostlar ararken, partili evlatlarını dışlayan CHP'ye geldik. Atatürk demekten imtina eden CHP'ye geldik. Atatürk'ü soykırımcı olarak gören HDP'ye ses çıkaramayan yöneticilere, Atatürk ile ordu ile milli değerlerimiz ile ilgili hadsizce konuşan danışman bozuntulara ses çıkaramayan kimi vekillere, kumpaslarla dizayn edilmiş kurultaylara, fikir özgürlüğünün kalesi partiden parti yönetiminden farklı düşüneni ötekileştiren CHP'ye geldik[1]."
CHP’nin tarihinde benzer bir ayrılış ama daha yüksek bir sayıyla, partide yine benzer bir ideolojik kaymanın yaşadığı döneme denk gelir. 1960’ların ilk yıllarında İnönü ile başlayan ve Ecevit’le devam eden “ortanın solu” düşüncesinin gündeme getirilmesiyle sonuçlanan bölünme ve Güven Partisi’nin (kuruluşu:12 Mayıs 1967) ortaya çıkması. Bugünkü bölünmenin de arkasında aslında benzer bir ideolojik kayma var çünkü CHP, sağ-muhafazakâr, sağduyulu seçmenin oyunu almak için ‘bilinen’ söylemlerini -hatta aday tercihlerini- terk etmeye çalışıyor. İstifa eden İzmir vekili Çelebi’nin “İktidarın çöplüğünde yeni dostlar ararken, partili evlatlarını dışlayan CHP'ye geldik” sitemi tam da bunu anlatıyor. Ayrılan bu üç vekilin benzer şikâyetlerle ayrıldıktan sonra M. İnce’nin “Memleket Hareketi” içine dâhil olacağı söylentiler arasında. CHP’den ayrılıp, Onuncu Yıl Marşı ile sahneye çıkan eski CHP’li Mustafa Sarıgül’ün yakın zamanda kurduğu (17 Aralık 2020) Türkiye Değişim Hareketi gibi Muharrem İnce’nin hareketi de Atatürkçü kimliği ile ön plana çıkıyor. CHP içindeki bu çıkışlar partinin sosyal demokrasi, Kemalizm vb. perspektiflerden hangisini seçeceği ya da ön plana çıkaracağına dair bir tartışmayı/tercihi de içeriyor. Bu konuyu SDE’de daha önceki bir yazımda (https://www.sde.org.tr/tevfik-erdem/genel/chp-ne-kadar-incelecek-kose-yazisi-17860) şöyle belirtmiştim: “Aslında CHP’de Kılıçdaroğlu ve İnce üzerinden işleyen mücadele, CHP’nin parti kimliği konusunda hangi gömleği giyeceğine dair tercih sorununu da ön plana çıkarıyor. Bu yüzden sadece İnce-Kılıçdaroğlu mücadelesi ile de sona eremeyecek gibi görünen sorun aslında partinin kimliği ile ilgili bir sorun. CHP hangi kimliğin ve hangi izm’in peşinden gidecek açıkça tartışılmayan sorun bu.” Ancak görünen o ki bu sorun artık açıkça tartışılmaya başlanmış. Bu tartışma parti içinde ilk kez mi yaşanıyor ve ilk kez mi partiden kopmalar oluyor? Yukarıda cevabı verilen bu soruya dair tartışma, eğer Dörtlü Takrir’le başlayan kopmadan mütevellit sağ parti DP’yi saymazsak, ilk kez Güven Partisi (GP) ile karşımıza çıkar. O zaman şu soruyu sorup cevabını aramak gerekir: Güven Partisi (GP) neden ortaya çıkma ihtiyacı duydu? Bu soruyu da cevaplayabilmek için o döneme ait “ortanın solu” tartışmalarına girmek gerekir.
Güven (sonradan Cumhuriyetçi Güven) Partisi ve Orta’nın Solu
Güven Partisi’nin ortaya çıkmasına sebep olan gelişmeler CHP içinde yeni ideolojik konumlanma ile ilgilidir. CHP içinde 1960 darbesi sonrası başlayan ortanın solunda bir parti olarak yer alma düşüncesi zaman zaman dillendirilmektedir, ancak esas olarak İnönü tarafından 1965 milletvekili genel seçimlerine birkaç ay kala bu görüş kamuoyuyla paylaşılır. Ancak seçim sonuçları CHP için hayal kırıklığıdır: Demirel’li Adalet Partisi’nin %52’lik oyuna karşı CHP %28’de kalır. “1966 senato seçimleri sonrası ise, parti içindeki muhalefet ayaklanır. 76 senatör ve milletvekili bir bildiriyle ortanın solu politikasının bitirilmesini isterler[2]”. Tarihe “Yetmişaltılılar Bildirisi” olarak geçen bu bildiri, bugünkü üçler bildirisinden çok da farklı değildir, bu iddiadan vazgeçip altıok’a dönülmesi gerektiği belirtilir bildiriyle.
Seçim sonrası CHP, ortanın solu düşüncesinin yeterince açıklanamadığını düşündüğü için bu ideolojik konumlanmanın (ortanın solu düşüncesinin) daha fazla vurgulanmasına karar verir. Aslında CHP bu açıklama ve tercihle bir yandan Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki CHP’nin altıokundaki çeşitli ilkelerle çatıştığının farkındaydı, örneğin sınıfsız bir toplumu varsayan halkçılık ilkesine karşı işçi ve çiftçi sınıfları ve onların sınıfsal çıkarlarından bahseden yeni CHP’den söz edilebilirdi. CHP artık kendisini devletin değil toplumun partisi olarak göstermek ve görmek istiyordu belki de bunu ancak ve ancak sola yaslanarak yapmasının mümkün olduğunu düşünüyordu ve böyle yapmak için de çeşitli sebepleri vardı. Evvela, 1964’de Kıbrıs olaylarının artması karşısında adaya müdahale etmek isteyen Türkiye’nin böyle bir operasyona yeltenmemesi gerektiğine dair ABD başkanı Johnson’un tahkir edici mektubu Türkiye’de ABD karşıtlığını ve milli-ulusal sol hareketlerin canlanmasını sağlamıştı. Artık yeni bir dünyanın kurulup Türkiye’nin de içinde yer alma vakti gelmişti. ABD ile bağı koparıp SSCB ile temas yoğunluğu da bu şekilde açıklanabilirdi. Diğer yandan 1961 tarihinde Türk siyasi hayatının ilk ideolojik parti olma özelliğine sahip Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) kurulması, CHP’yi bu tür aşırı sol partiler karşısında da konum almaya itiyordu. Ortanın solu ifadesi TİP gibi aşırı solcu yapılanmalara karşı mesafeli olmayı ifade ediyordu.
CHP’nin 26 Aralık 1968 tarihli parti meclisi toplantısında ortanın solu vurgusuna 8 parti meclisi üyesi karşı olduğunu açıklar. Bu 8’ler arasında siyasi tarihimizin meşhur isimleri ve Güven Partisi’nin kurucuları vardır (Bozkır 2007:276) : CHP Kayseri Milletvekili ve grup başkanvekili Turhan Feyzioğlu, Tekirdağ Milletvekili Orhan Öztrak, Emin Paksüt, Coşkun Kırca, Süreyya Koç, Turan Şahin, Van Senatörü Ferit Melen, Ağrı Senatörü Fehmi Alpaslan.
8’ler GP’nin[3] (daha sonra Cumhuriyetçi Güven Partisi), ana damar vekil ve senatörleri olarak bakanlık ve başbakan yardımcılığı görevlerini yürütmüşler ve hem sol hem de sağ koalisyonlarda yer almışlardır. Üstelik 12 Eylül darbesi sonrası siyasi yasağa maruz kalmayan bir lider olarak Feyzioğlu dikkatleri üzerine çeker. Partinin CHP’den ayrılma gerekçesine, ayrıldıktan sonra izlediği politika ve parti ilkelerine bakıldığında Atatürkçü, Türk milliyetçisi, komünizm karşıtı, kalkınmacı bir politikaya sahip olduğu görülür. Bu özellikleriyle CHP’den ayrılan M. İnce ve M. Sarıgül’ün hareketleriyle kısmen örtüşen ve örtüşmeyen yönleri vardır, örtüşmeyen yönleri daha çok yeni bir değişken olarak ortaya çıkan HDP ile ilgilidir. HDP, Kemalist özelliğe sahip (olma iddiasıyla ortaya çıkan) partiler için adeta bir turnusol vazifesi görmektedir. Bugün ne Sarıgül ne de İnce, HDP’nin ayrılıkçı terör suçlamasına maruz kalan eski başkanı hakkında net bir açıklama yapamamaktadırlar. Oysa GP (ya da CGP)’liler için bu konu tartışmasız açık bir cevaba sahip görünebilirdi. Onlar adına bu karar verme yetkisine nasıl sahip oluyorsun, sorusuna cevap olarak şu satırlar gösterilebilir[4]:
“İlginçtir 12 Eylül hareketine CGP olumlu yaklaşırken askerler de bu partiye olumlu yaklaşmıştır. Diğer partiler kovuşturmalara uğrar, liderleri zorunlu ikamete giderken, CGP’liler tam tersine askerlerle iç içe bir durumla bir yerde siyasete devam etmişlerdir. Nitekim askerler ilk başbakanlık önerisini 8’lerden Emin Paksüt‟e, o kabul etmeyince Turhan Feyzioğlu‟na yapmışlardır. Feyzioğlu küçük bir partinin başkanı olduğu için başbakanlığın kendisine teklif edilmesinin doğru olmayacağını ifade etmesine karşın hükümet çalışmalarına katılmayı ihmal etmemiştir. Sonradan ortaya çıkan itirazlar sonucu başbakan olamamış ancak onun listesi büyük çoğunlukla hükümeti oluşturmuştur.
CGP, askerle iyi ilişkilerini anayasa hazırlanma sürecinde de sürdürmüştür. Kendisi de bir Anayasa Hukuku profesörü olan Feyzioğlu, yeni anayasanın hazırlanmasında askerlere yardımcı olmuştur. Yeni anayasaya bakıldığında CGP‟nin bu anayasayla nasıl uyuştuğu gözlerden kaçmamıştır. CGP‟nin 1978 sonrası söylem ve önerilerinin birçoğu anayasa (ilkesi) olarak gerçekleşmiştir.”
Görüldüğü gibi GP (CGP) aslında devletçi refleksi temsil eden, Kemalist parti kimliğini ve komünizm karşıtlığını ön plana çıkaran bir parti kimliğine sahip olduğu için her zaman sistemin organik bir parçası olarak görülmüştür. Bunu bugünkü 3’lerde de görmek mümkündür, CHP’yi merkezin ve Atatürk’ün partisi olarak görme geleneğinin devamcısı olan 3’lerin, CHP’deki aşırı solcu ve Atatürk karşıtı olarak gördükleri anlaşılan 10 Aralık Hareketi mensuplarına ithafen kullandıkları “29 Ekim ruhu 10 Aralık zihniyetinin hedefi olmuştur” ifadesi gibi nitelemeler bunun açık göstergesidir.
Lafı çok uzatmadan yazının içinde gizil olan ana iddiaya dönelim, aslında tarih, içine (HDP gibi) farklı değişkenlerin girmesine rağmen yeni aktörlerle bir kere daha benzer istikamette tekerrür etmektedir. Bu istikamet benzerliğini Turhan Feyzioğlu ve arkadaşlarının 4 Mayıs 1967 tarihli istifa metninden anlıyoruz. Mektubun içeriği aslında, merkez-i umumi sultası (parti genel merkezinin otoriterliği ile parti içi demokrasinin işlememesi), parti içindeki ötekileştirme, Atatürkçülükten uzaklaşma (yani 29 Ekim ruhunun 10 Aralık ruhuna teslim olması), aşırı sol-sosyalist hareketlere müsamaha ve sol maceracılık (ayrılıkçı HDP’yle ortak hareket etme ve ona terörist diyememe) gibi vurgulara sahip olduğundan, okuyucu aşağıdaki metni 3’lerin istifa metniyle karıştırmasın diye en sona sakladım:
“Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezine,
Türkiye için doğru yolun Atatürk ilkelerinin gösterdiği yol olduğuna inanan CHP’yi gitgide tehlikeli hale gelen bir sol maceranın vasıtası yapmak yolundaki tertiplerin günden güne su yüzüne çıktığını gören Türkiye’de demokratik rejimin ve anayasaya dayanan demokratik, sosyal, hukuk devletinin yaşaması için de demokratik olması gerektiğini bilen, yüce Türk milletinden başka hiçbir kudretin, hiçbir şahsın emir ve sultasını kabul etmeyen, zulüm usullerinden uzak olmanın millete yaklaşmak olduğuna inanan, gerçek dışı ithamlarla anayasaya ve siyasi partiler kanununa aykırı tertiplerle solcu nümayişçilerin baskılarıyla yürütülen bir kurultayın CHP’yi tarihi yolundan ayırdığına dair olan CHP’nin daima reddettiği (Merkez-i umumi) sultasını, sosyalist ve katolik partilerde görülen merkez hakimiyeti usullerini CHP’ye getirmenin, CHP için kendi kendini inkar anlamını taşımasından üzüntü duyan, kurultayı açış konuşmasında sosyalizm, ortanın solu ve milliyetçilik gibi konularda söylenenlere, öğleden sonra genel başkanının imzasıyla komisyona sunulan raporda aynı konularda söylenenlerin birbirine zıt olmasının ve adeta parti içindeki sosyalizm heveslerini teşvik edici sözlere bu raporda yer verilmesinin ortaya koyduğu samimiyetsizliği tespit eden, olağanüstü kurultayın demokrasi esaslarına inanmış bir siyasi partiye yakışmayan sol nümayiş tertipleri içinde kanunsuz ve usulsüz yürütüldüğünü müşahade eden, biz imza sahipleri CHP’den istifa ediyoruz[5].
Bu arada dikkatli okuyucunun gözünden kaçmamıştır, CHP’yi Atatürkçülükten uzaklaşmakla suçlayıp, GP’yi kuranlardan biri de Orhan Öztrak’tır ki kendisi, CHP’de sekiz dönem (1920-1946) milletvekilliği ve İçişleri Bakanlığı (1939-1942) yapan Faik Öztrak’ın oğludur. Şimdi Faik Öztrak kimin büyükbabası diye merak ediyorsunuzdur.
_________________________________________________________________________
[1] https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-55861227 (erişim tarihi 31.1.2021)
[2] Bozkır, Gürcan (2007), Türk Siyasal Hayatında Cumhuriyetçi Güven Partisi, ÇTTAD, VI/15, Güz, ss.275-308, S.276
[3] Güven Partisi yine ortanın solu hareketine karşı muhalefet eden Kemal Satır’ın 1972 tarihinde CHP’den ayrılarak kurduğu Cumhuriyetçi Parti ile 3 Mart 1973 tarihinde birleşerek Cumhuriyetçi Güven Partisi (CGP) adını almıştır.
[4] Bozkır 2007:306
[5] Bozkır 2007:277-278
Güncel Yazıları
“Onlara Ait Her Şeyi Tümüyle Yok Et… Hepsini Öldür” Tevrat: Yasanın Tekrarı (Tesniye)..
30 Ekim 2023
Almanların Nazi/Faşizm Sevdasının Faturasını Müslümanlar Ödemek Zorunda Mı?
27 Ekim 2023
“Emperyalizmin En Ölümcül Silahı: Demokrasi Yalanı”
20 Ekim 2023
Mutlak Kötülük ve Zorba Devlet
14 Ekim 2023
Öğrenilmiş Acziyet, “Aksa Tufanı” ve Şu Bizim Ezik Aydınımsılar
09 Ekim 2023
12 Eylül ve NATO (ya da ABD)
12 Eylül 2023
Bale ve Opera ile AK Parti’yi Terbiye Etmek
24 Ağustos 2023
Muhalefet Dağınık, Yerel Seçimler Çantada Keklik (mi?)
22 Ağustos 2023
Ekrem Nereye Koşuyor?
18 Ağustos 2023
CHP İçindeki Kaostan İyi Parti’nin Kendi Sahasında Top Çevirmesine
14 Ağustos 2023
Suç ve Ceza İlişkisizliği : Esenyurt Saldırısı ve Diğerleri
01 Ağustos 2023
Zihni Batının İşgalinde Olanların Arap Düşmanlığı
26 Temmuz 2023
Bir İşgal Operasyonu: 15 Temmuz Başarısız Darbe Girişimi
14 Temmuz 2023
Konser İptallerini Karşı Devrim Olarak Okumak
12 Temmuz 2023
CHP Kabuk Değiştirebilecek mi?
05 Temmuz 2023