Amerika’nın Kürtlere Yönelik Dış Politikasındaki (Şimdilik) Altı Aşama: 1
Başlığı şimdilik olarak belirtmek gerekiyor çünkü hâlihazırdaki ABD başkanı Trump’ın bir devlet aklı ve adamlığı ciddiyetinden uzak üslubu ve öngörüleri yanlışlayan tarzı, mevcut politikanın nereye doğru evrileceğine dair belirsizliği içermektedir. Belirsizlik ve karmaşa postmodern dönemlerin temel karakteristiği zira Soğuk Savaş döneminin iki aktöründen biri olan ABD, şu anda Marksist bir örgütü desteklerken, ikinci aktör SSCB’nin halefi olan Rusya ise, bu Marksist terör örgütüne karşı yapılan Barış Pınarı Harekâtı’nın durdurulması için ABD’nin, Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu'na (BMGK), yaptığı başvuruyu (Çin! İle birlikte) veto etti.
ABD’nin Kürtlere yönelik dış politikası hem Kürtleri hem de Ortadoğu‘daki birçok ülkeyi İran’ı, Irak’ı, Türkiye’yi şaşırtacak bir tarz içerir. Bu coğrafyada Amerikan dış politikasının şaşırtmadığı tek ülke vardır: ABD’nin 51. Eyaleti.
Bu yazıda temel olarak Michael Gunter’in (2011) “The Five Stages of American Foreign Policy towards the Kurds” adlı makalesi esas alınacak, yazıda belirtilen beş aşamaya altıncısı eklenecektir. Aslında her bir aşama Kürtlerin ABD’ye yönelik hayal kırıklığını dile getirmektedir. Bu aşamalara, 9 Ekim 2019 tarihinde başlayan “Barış Pınarı Harekâtı” ile ABD’nin bu zamana kadar (bilerek ve isteyerek) hatalı biçimde Kürtlerin temsilcisi olarak gördüğü ve desteklediği terör örgütü PKK-YPG’ye olan desteğini çekmesi, altıncı hayal kırıklığını meydana getirmiştir. ABD’nin binlerce tır silah desteği sunarak şımarttığı terör örgütü üyelerinin onun bu tavrına karşı kızgınlıktan siteme, bu davranışın arkasında derin bir aklın yattığını düşünerek sessizce beklemeye kadar varan tepkiler ortadadır. Bunun yanında, Amerika’ya yönelik sitemler, Amerika ve Avrupa kamuoyunu etkilemeye yönelik eylemler, sosyal medya etkinlikleri bu politikayı değiştirmeye yönelik bir siber koşturmacayı andırmaktadır.
Birinci Aşama: Birinci Dünya Savaşı sonrası Wilson İlkeleri
Kürtlerin Amerika ile tanışması gerçekte Kürt misyonerlerin Kürtlerin yaşadığı bölgelerde (özellikle Mardin’de) misyonerlik faaliyetlerini yürütmeleriyle başlar. Bu faaliyetlerin ana muhatapları öncelikle Ermeniler sonra da Süryanilerdir. Amerikalı misyonerlerin ürettiği bu olumsuz algıya rağmen Birinci Dünya Savaşı sonrasında Amerikan başkanı Woodrow Wilson’un, 8 Ocak 1918’de Amerikan Kongresinde açıklanan ve Dünya Barışı için On Dört madde olarak tarihe geçen ilkelerinden özellikle 12. Maddesi, İmparatorluğun içindeki farklı milliyetlerin bir referandum çerçevesinde kendi kendilerini yönetebileceklerine dair bir görüşü dile getiriyordu. Bu maddeler Ermeniler ve Kürtler için bir devlet kurma hayalini canlandırıyordu. Jwiadeh, Wilson ilkelerinin Kürtler üzerinde yarattığı etkiyi, küçük gören Kürt Lawrence’i olarak da anılan İngiliz Binbaşı Noel’in şu yorumunu verir (2004:274): “Başkan Wilson’un herkes istediğini yapsın haline dönüşüp boşa umut veren prensibi, bütün pırıltısıyla ufuktan yükselmektedir. Osmanlı Kürtleri avazları çıktığı kadar bağırırlarsa Wilson’un kendilerini duyacağını ve Diyarbakır’ı, kendi başlarına ve kötü yönetmelerine izin vereceğini; Türklerle paylaşmaları gerekmeden şişmanlamaya devam etmelerini sağlayacağını sanıyorlar.” Birinci Dünya Savaşı sonrası Sevr Anlaşması (10 Ağustos 1920, madde 62 ve 64) Kürtlere, bir yıl sonra Milletler Cemiyeti bağımsız bir devlet olabileceklerine ikna edilebildiği takdirde, tam bağımsızlığı seçebilecek özerk bir devlet kurma vaadinde bulunuyordu (McDowall 2004:197).
10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Anlaşması, “Kürtlerin milli ihtiraslarının tanınmasını ve onaylanmasını sağlamıştı. Ulusal bir Kürt devletinin kurulmasını öngören bu anlaşma, Kürt tarihi için bir kilometre taşıdır. Sevr Anlaşması’nın 62. maddesine göre, “İstanbul’da ikamet edecek(...)bir komisyon, bu Anlaşmanın yürürlüğe girmesinden başlayarak altı ay içerisinde Kürt halkının hâkim bulunduğu Fırat’ın doğusunda ve Ermenistan’ın daha sonra belirlenecek olan sınırının güneyinde, antlaşmanın 27. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları gereğince çizilen Türkiye-Suriye ve Irak sınırının kuzeyinde bulunan bölgelerin dahili otonomi planını hazırlayacaktır.”
- madde, 62. maddede öngörülen hükümlerin Osmanlı Hükümeti’nce yerine getirileceğini taahhüt ediyordu. Sevr Anlaşması’nın 64. maddesi, Kürtlerin bağımsızlık amacıyla Milletler Cemiyeti Konseyi’ne ne zaman ve hangi şartlarda başvurabileceğini düzenliyordu. Bu madde şöyledir:
… Şayet 62. maddenin kapsamı içinde bulunan Kürt halkı, yani bu bölgelerde oturan halk çoğunluğu Türkiye’den ayrılarak tamamen bağımsız olmak arzusunu ortaya koyar ve Milletler Cemiyeti’ne başvurursa ve şayet Cemiyet de bu halkın bağımsızlık arzusunu gerçekleştirecek kapasitede bulunduğuna kanaat getirir ve bunun yerine getirilmesini tavsiye ederse, Türkiye bu tavsiyeyi aynen uygulamayı ve bu bölgelerdeki bütün hakları ile unvanlarından vazgeçmeyi taahhüt eder (Jwaideh 2004:254).
Bütün bunları belirttikten sonra Jwaideh diğer yorumcular gibi, Sevr’in ölü doğmuş bir anlaşma olduğunu belirtir. Sevr neden ölü doğmuş bir anlaşmaydı? Savaştan düzenli ve disiplinli ordusuyla nüfusuna göre daha az kayıp veren Almanya onur kırıcı bir anlaşma yapmasına rağmen anlaşmaya uymak zorunda kalmıştı. Doğu’da ordusunu terhis etmeyen Kazım Karabekir dışında dağılmış, yorgun neredeyse aralıksız on yıldır savaşan Osmanlı ordusu Mondros kararlarınca dağıtılmıştı. Tüm bunlara rağmen “sadece Türkiye kendisi için çizilen senaryoyu reddedebildi. 1918’de mağlup devletler arasında kendisine dayatılan anlaşmayı (Sevr Anlaşması) geçersiz kıldıran tek ülke Türkiye’ydi” (Langlois vd. 2003:115). Mustafa Kemal ile başlayan direniş ve zaferler 24 Temmuz 1923’de Lozan Anlaşmasının kabul edilmesi ile sadece Ermenilere verilen bağımsızlık ve toprak sözü unutulmadı aynı şey Kürtler için de geçerli oldu bu durum da doğal olarak Sevr Anlaşmasının noktalanması anlamına gelecekti. Bağımsız Kürt devleti beklentisi, İngilizlerin Irak’ta Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde petrolün kontrolünün kimde olacağına dair bir kararla da ilişkiliydi. İngilizler Kürt Lawrence’ın (Yüzbaşı-Binbaşı Noel) duygusal enformasyonları ile hareket ederek Bağımsız bir Kürdistan’ın kurulması yerine kendi kontrolleri altındaki Irak’a bağlı, onun çatısı altında yaşayan Kürtlerin varlığına daha sıcak baktı. Böylece Wilson İlkeleri tıpkı Kürt Lawrence’ın dediği gibi, Kürtler için boşa umut veren prensipler olarak tarihteki yerini aldı.
İkinci Aşama: Barzani Aşaması
1970’lerin başlarında Amerika’nın desteğiyle Irak devletine karşı isyan eden Molla Mustafa Barzani’nin isyanıyla başlayıp, Amerika ve İran’ın Saddam’la yapılan anlaşma sonrası isyan için Kürtlere yapılan yardımları kestiğinde dönem sona erer.
İkinci aşamayı erken 1970’lerde başlatan Günter, Kürtlerin azınlık hakları taleplerini PKK’nın temsil ettiğini belirtir (2011:95). Oysa erken 1970’lerde PKK ayrılıkçı Kürt örgütlerinden sadece biridir ve her bir örgütün diğerini ajanlıkla suçladığı bu dönemde esas olarak çatışma sahası Türk devleti değil diğer ayrılıkçı Kürt terör örgütleridir. Günter bu dönemde Amerika açısından iki Kürt tipinin çıktığını belirtir: PKK’nın temsil ettiği “kötü Kürtler”, Barzani’nin temsil ettiği “iyi Kürtler.” PKK, kötü Kürtleri temsil eder, çünkü bir NATO müttefiki olan Türkiye için PKK terör örgütü olarak görülmektedir. Barzani’nin iyi Kürtleri temsil etmesinin bazı sebepleri vardır (Günter 2011:96); Şah tarafından yönetilen müttefiki İran’a iyilik yapmak (çünkü İran ve Irak arasındaki sorunların varlığı Kürtlerin desteklenmesiyle Irak’a zarar verilmesi anlamına geliyordu). Ayrıca bu destek Soğuk Savaş boyunca Irak’ın Sovyet Rusya’nın bir müttefiki olması dolayısıyla bir taktik olarak görülüyordu. Aynı şekilde İsrail üzerindeki baskıyı gidermenin bir aracıydı, böylece Irak gelecekte Yahudi devletine yapılacak Arap saldırılarına katılamayacaktı. Barzani’nin petrol zengini Kürdistan’ın bağımsızlığını kazandıktan sonra OPEC’teki arkadaşı Birleşik Devletler’e bakacağına söz verdiğinden beri Ortadoğu petrolü ABD için kendi ihtiyacını tatmin etme olasılığını taşıyan unsur olarak görülüyordu.
ABD Başkanı Richard Nixon ve onun önce Ulusal Güvenlik Danışmanı olan sonra da dışişleri bakanı olan Henry Kissinger, Iraklı Kürtleri Bağdat yönetimine karşı isyan için cesaretlendirir. Ancak Şah ve Saddam’ın anlaşmaya varması sonrası ABD (ve İran) Kürtlere verdiği desteği geri çeker. Barzani’nin ABD’ye tepkisine ise Kissenger alaycı bir biçimde (utanmazca= cynically), şu resmi açıklamayla cevap verir, “örtülü operasyonlar misyonerlik (hayır) faaliyetleriyle karıştırılmamalıdır.”
ABD’nin izlediği politikalar sonucu büyük hayal kırıklığı yaşayan Molla Mustafa Barzani’nin, Irak’ta başlattığı Kürt hareketi 1975’de birden bire yok olur. Ömrünün son yıllarını Amerika’da geçiren Barzani bu hayal kırıklığı içinde hayatını kaybeder.
Amerika’nın Kürtlere yönelik politikası Sovyetlere karşı bir denge oluşturmada üçüncü derecede role sahip olmak, Irak ya da İran’a yönelik politikada aracı rol oynamak dışında pek bir öneme sahip görünmemektedir. Soğuk Savaş yıllarında Iraklı Kürtler, Amerikan dış politikası için “vazgeçilebilir piyon” (Günter 2011:97), olmanın ötesinde bir anlama ve değere sahip görünmemektedir.
Amerika’nın Kürtlere yönelik dış politikasının üçüncü aşması için Soğuk Savaş’ın sona ermesini, 1991’deki Körfez Savaşını peşi sıra Çekiç Güç’ü beklemek gerekmektedir. Amerika’nın nihayetinde dördüncü aşama ile 2003 yılında ikinci Krfez İşgali ile birlikte hedefi çok daha netleşmektedir. Bir Kürt devleti kurmak, Olson’un (2008:23) sözleriyle, “…resmi olarak açıklanmasa da Amerikan işgalinin asıl amaçlarından biri, Kürt milliyetçiliğini desteklemek ve güçlendirmek ve… nihai Kürt devletinin yolunu açmaktı.”
Kaynakça
Gunter, Michael (2011) “The Five Stages of American Foreign Policy towards the Kurds”, Insight Turkey, vol. 13/no:2, pp.93-106.
Jwaideh, Wadie (2004), Kürt Milliyetçiliğinin Tarihi, 3. Baskı, (çev: İ. Çekem ve A. Duman), İletişim yayınları, İstanbul.
Langlois, Georges; Jean Boismenu; Luc Lefebvre: Patrice Regimbald (2003), 20. Yüzyıl Tarihi, 2. Baskı, (çv. Ö. Turan), Nehir Yayınları, İstanbul.
Olson, Robert (2008) Koyun ve Kasap, Irak İşgalinden Bu Yana Kürdistan-Irak’ta Milliyetçilik ve Devlet Oluşumu, (çev. M. Ataman), Orion, Ankara.
McDowall, David(2004), Modern Kürt Tarihi, (çev: Neşenur Domaniç), Doruk yayımcılık, İstanbul.