Tevfik ERDEM
Tüm YazılarıTürkiye’de modernleşme tamamen zahiri işler. Görüntüyü kurtardınız mı tamam.
Tıpkı Türk filmlerindeki gibi.
Köyden (geri kalmışlıktan) şehre (çağdaşlığa) kaçan esas kızın ilk yaptığı değişiklik, yarım başörtüsü ile entarisini mini etek ve kuaförden çıkmış saçı ile değiştirmektir.
Görüntü üzerinden değişim ya da değiştiğini sanmak Cumhuriyet dönemiyle değil Osmanlı ile başlar.
Recaizade’nin Araba Sevdası’ndaki (1897) Bihruz Bey’in züppeliğini (snob) bilmeyen var mı?
II.Mahmut’un bu değişim sevdası onun gâvur padişah olarak anılmasına neden olur.
Yaptığı değişimlerin bir kısmı olması gereken değişimlerdi ama ekonomiye dokunmadan yapılacak tüm girişimler eksik kalacaktır.
II. Meşrutiyet dönemi ile birlikte de değişim aşırı laik bir eksen üzerinden işleyecek ve geriliğin sebebi tıpkı Batılı toplumlarda olduğu gibi din (İslam) ile açıklanmaya çalışılacaktır.
Batılı bir toplum olmak için camilere kiliselerde olduğu gibi sıraların konması düşüncesiyle; orduda kullanılan müziğin yani mehterin yerini Muzika-i Hümayun’un alması Cumhuriyetle birlikte Flarmoni Orkestrasının ortaya çıkması birbirine çok benzeyen bir zihniyet değişiminin ifadesidir.
Bu değişim süreci Osmanlı’nın Batıya öykünürken kendine yabancılaşmasıdır. Bu yazının ana konusu da burada başlıyor işte öykünerek kendine yabancılaşma ama eğer böyle değilse aydınlanmaya muhtaç bir topluluğu (Ak Partilileri) 18. yüzyıl Aydınlanmacılarının ruhu ile “Aydın despotizmi” ruhuyla ama Bakan Yardımcısı kimliğiyle aydınlatma.
Hikâye şöyle başlıyor:
TV100.com yazarı Hacı Yakışıklı 21.8.2023 tarihli yazısında, cumhuriyetin çağdaşlaşma projelerinden biri olan opera ve bale ile ilgili olarak şunları yazmış:
“Devlet Opera ve Balesi" diye bir şeyin olmasına karşı çıkarım. Bizim kültürümüzde olmayan bir şeyi koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti niye sahipleniyor?
Göktürkler’de bale mi vardı? Balçiçek Hatun, Gökçe Kız, Bilge Kağan, Kültigin bale mi yapıyordu?
…
Sayın Yakışıklı’nın bu yazısına
Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Batuhan Mumcu, sosyal medya hesabından şöyle bir cevap vermiş.
"Hacı Bey, sanat evrenseldir ve devlet sanatı destekler.
Türk kültüründe seyirlik oyunlar önemli bir yer tutar.
Osmanlı, devlet geleneğinin önemli bir ayağı olan sanatı himaye etme, sanatçıyı koruma ve destekleme konularında hâmilik sıfatı ile sanatçılara ve sanat kurumlarına karşı maddi ve manevi olarak büyük bir destek vermiştir.
Düşündüğünüzün aksine köklü bir opera ve bale geleneğine de sahibiz. 1800’lü yıllardan itibaren Osmanlı padişahlarımız, dünyaca ünlü bestecileri kadim kültür başkentimiz İstanbul’a davet ederek pek çok opera ve bale eserinin bu topraklarda sahnelenmesinin önünü açmıştır.
Kıymetli kurumlarımızla sanat ve sanatçıları desteklemeye devam edeceğiz.
Yeni sezonda temsillerimizin birinde sizi de @haciykk misafir etmek isterim."
…
Sayın Bakan yardımcısı Ak Parti hükümeti döneminde Kültür Bakan yardımcılığı yapıyor ve Osmanlıdan beri köklü bir opera ve bale geleneğine sahip olduğumuzu, 1800’lü yıllardan itibaren Osmanlı padişahlarımızın, dünyaca ünlü bestecileri İstanbul’a davet ederek pek çok opera ve bale eserinin bu topraklarda sahnelenmesinin önünü açtığını belirterek bu kültürel yabancılaşmayı onaylıyor ve takdir ediyor. Anlaşılan o ki bu süreci bir modernleşme olarak okuyor. Türkiye’de sağ siyasetin Osmanlıdan cumhuriyete en çok eleştirdiği kültürel yabancılaşmayı onaylıyor ve olumluyor.
Şimdi II. Mahmut döneminde müzik alanındaki değişime bakalım.
Cumhurbaşkanlığı Flarmoni Orkestrasının sanki Osmanlı öncülü gibi görülen kurumu Muzikâ-i Hümâyûn’dur. Muzikâ-i Hümâyûn[1] yeniçeriliğin lağvedilmesinden sonra II. Mahmut tarafından kurulur ve başına İtalyan müzisyen Giuseppe Donizetti geçer (1828). Yeniçeri ordusu ortadan kaldırılınca Mehterhane’de kaldırılmış olur. Böylece II. Mahmut’un kültürel alanın tamamına sirayet eden dönüşümlerinin orduda yansıması, bir yandan asker eğitmek için Harbiye Mektebi açılmasıyla diğer yandan askerî bandolara mızıkacı temini için Muzıka-i Hümâyûn Mektebi’nin açılmasıyla devam eder[2].
Bu mektebin öğrencilerinin yaptıkları müziği dinleyince Donizetti’nin işinde ne kadar başarılı (!) olduğu görülür zaten bu yüzden sadece II. Mahmut değil Abdülmecid döneminde de (toplam 28 yıl) görevini sürdürür. Muzıka-i Hümâyûn Osmanlı döneminde adeta bir Saatleri Ayarlama Enstitüsü gibi çalışır, giderek daha besili hale gelir.
“Muzıka-yi Hümâyun, tarihte örneğine çok az rastlanabilecek geniş kadrosu ve teşkilâtıyla bir çeşit merkezî sistemle yönetilen kurum hüviyeti taşımaktadır. Askerî Saray Bandosu’nu, Saray Orkestrası’nı, Saray Opera ve Operet orkestralarını, Saray Korosu’nu, sarayın çeşitli salon ve oda müziği toplulukları ile sarayın mûsiki hocalarının yanı sıra saray dışındaki tiyatro ve konser salonlarında sahneye çıkan orkestraları ve mûsiki öğretim heyetini kapsayan bir teşkilâttı. Bu toplulukların bir kişi tarafından idare edilmesi mümkün olmadığından paşa rütbesindeki bazı mûsikişinasların orkestra, opera ve konserleri yönettiği görülmektedir. Donizetti’nin ilk zamanlarında yirmi bir kişi olan muzıka çalışanları Abdülaziz devrinde önceleri 750 kişiye ulaşmış, ardından bu sayı 500’e, II. Abdülhamid döneminde 325’e ve 300’e indirilmiştir. II. Meşrutiyet’ten sonra 120’ye düşürülmüştür[3].”
II.Mahmut ile başlayan kültürel değişimin bir anlamda yabancılaşmanın örneklerinden biri olan Muzikâ-i Hümâyûn’un Osmanlı Marşı[4] bizim gönül dünyamıza ne kadar uzak ise Cumhurbaşkanlığı Flarmoni Orkestrası’nın “Büyük Cumhuriyet Konseri[5]” de gönül dünyamıza ve estetik anlayışımıza o kadar uzaktır.
Modernleşmeyi bu tür kültürel aktör ve oluşumlar üzerinden okumak bizi Gökalp’in kültür ve medeniyet arasında yaptığı ayrıma kadar götürecektir. Gökalp, muasırlaşmayı (çağdaşlaşmayı) batının kültürünü taklit etmek değil uçak ve otomobil yapmakla ilişkilendirir. Anlaşılan o ki, biz Osmanlı döneminde tutulduğumuz Batı kültürünü taklit hastalığından bir türlü kurtulamadık artık Bihruz ya da Felatun Bey’imiz yok gibi ama çağdaşlığı ve modernliği flarmoni orkestralarının verdiği konserle ilişkilendiriyoruz. Oysa müzik toplumsal yapıyla doğrudan ilgilidir. Afrika ve Amerika müziğinin harmanlanması olan Caz Müziği, Afrikan-Amerikanların yoğun olarak yaşadıkları Güney Amerika’da ortaya çıkar. Onların hüzün ve ızdırapları düşünülmeden caz’ı anlamak mümkün değildir. Türkiye’de TRT Televizyonlarında hafta sonları klasik müzik konser programları gibi bir de Caz Saati programları yapıldı. Sıradan izleyici tarafından argo tabirle kafa ütüleyici bir müzik olarak görüldüğü için olsa gerek, “caz yapma!” tabiri, biri bizi usandıracak bir şey yaptığında ya da söylediğinde kullandığımız bir ifade olarak popüler kültürümüze girdi. Caz’ı anlayabilmek için Afrikan Amerikanların yaşadıkları ekonomik sıkıntılar, toplumsal dışlanma, zorlu hayat şartları vb. gibi toplumsal ortam ve atmosferi bilmek ve düşünmek gerekir. Müzik ve toplumsal yapı arasındaki ilişkinin bir başka örneği, Türkiye’de kırdan kente yoğun göçle birlikte, kente tutunamayan insanların itiraz (“İtirazım var”) ve feryatlarını (Feryada Gücüm Yok”) dile getiren arabesk müziktir. 1980 darbesi sonrası apolitik birey oluşturma gayretinin sonucu ise, pop müziğin ortaya çıkmasıdır ki yine toplumsal yapı ve müzik arasındaki ilişkiyi ifade eder.
Cumhurbaşkanlığı Flarmoni Orkestrası (CFO) bizim çağdaşlaşma tarihimizin uç (extreme) bir örneğidir ve devlet tarafından ne kadar finanse edilirse edilsin ve TV ekranlarında ne kadar pazarlanırsa pazarlansın alıcısı ve dinleyicisi belli sınıfsal pozisyona sahip insanlardan oluşur. İşin tuhaf yanı zaten dinleyicisi ve alıcısının sınıfsal pozisyonu bu tür bir yapıyı fazlasıyla finanse edebilecek durumda iken devletin böyle bir yapıyı finanse etmesidir. Hep şu çok sorulan soruyu CFO için kendi adıma soruyorum “benim ödediğim vergiler neden Cumhurbaşkanlığı Flarmoni Orkestrası için kullanılıyor? Dinlemediğim dinlemek istemediğim, benim tarihimle, kültürümle, değerlerimle hiçbir bağlantısı olmayan bu kurumu sadece onu zevkle dinleyen insanlar finanse etsin.” Osmanlının neredeyse her şeyini reddettik neden Muzikâ-i Hümâyûn ruhuna teslim oluyoruz, Osmanlının yaptığı hatayı neden işlemeye devam ediyoruz? Giderek kendisine ve toplumuna yabancılaşan bir devleti özüne döndürmek için Cumhuriyeti kurmadık mı? Neden özümüze tekrar dönmüyoruz?
Daha önce sde.org.tr’de yazdığım bir yazıdan[6] alıntıladığım bu bölümde ben de sayın Yakışıklı gibi benzer şeyleri söylemiş ve sormuşum.
Sayın Kültür ve Turizm Bakan yardımcısı bu yazıdan haberdar olsa beni de muhtemelen CSO’nun bir konserine davet ederek bize de çağdaşlığın kapısını açma (bizi çağdaş yapma!) niyetini belirtirdi.
Şu göbeğini kaşıyan adam kompleksi öyle zor bir şey ki. Ben o değilim! demek için insan neler yapmıyor.
Yaparken de muhatabını kurtlar sofrasına atıyor.
Sayın Yakışıklı bu yaptığı açıklama sonrasında adeta bir çağdaş afaroza tabi tutuldu.
Müzik düşmanı!
Sanat düşmanı!
Taliban kafalı!
Tabii nihayetinde “Cumhuriyet düşmanı!”
Neyse ki çağdaş Türkiye’nin aydınlık insanları var sayın Bakan Yardımcısı gibi.
Cumhuriyet ve çağdaşlık düşmanı yobazları hemen terbiye ediyor.
Aydınlık ve çağdaş Türkiye için korkmamıza ve endişelenmemize gerek yok.
…
Bu yazıyı yine kültür ile ilgili bir bahisle daha önce yazdığım bir yazıdan alıntı yaparak bitireyim[7].
Bu yazı Sinan Operası’nın prömiyerinin yapıldığı zaman yazılan bir yazıydı:
Opera ve CSO seçkin kültürüne hitap eder, bu noktada da orta-üst ve üst sınıflara ait kültür unsurları olarak görülmelidirler. Yani sınıfsal anlam ve göndermeleri vardır; üstelik bu, tarih boyunca da böyledir. Sinan Prömiyerine “bizim Sinan’ımız, bizim operamız artık Paris’te Londra’da izlenecek” diye sevinmek RC Cola’yı Kola Turka yaptıktan sonra “Türk kolası artık Londra ve Paris’te satılacak, Batılılar Türk kolasının tadına bakacaklar!” demek kadar tuhaf. Çünkü kolayı kola yapan konsantresidir, Kola Turka’ya bu konsantreyi veren de Amerikan Şirketi Royal Crown. Tıpkı bunun gibi, Sinan bizim ama peki ya opera?
Opera hem kültürel hem de sınıfsal açıdan bize ait değil (hadi alanı daraltayım bana ait değil). Opera az önce de söylediğim gibi orta-üst ve üst sınıfa, seçkinlere ait bir sanat türüdür. Operadan haz almak kültürel angajman ve medeniyet algısı ile ilgilidir. Seçkinler sadece Batı medeniyetinde değil sonradan medenileşmek-muasırlaşmak isteyen toplumlarda da kendilerini kitleden-avamdan farklı kılan faaliyetlerin peşinde koşarak kendi özgünlüklerini pekiştirir (ve farklılıklarının keyfine varırlar). Sıradan insanların bu tür seçkin kültür faaliyetlerinden zevk alamaması aynı zamanda bilinçaltında onların zekâ, beğeni ve kültürel evrimlerinin (!) de tamamlanmamışlığı şeklinde yorumlanır... Zaten seçkinlerin opera ya da benzeri seçkinlere ait sanat faaliyetlerinden zevk alması beklenmez de, herkesin zevk aldığı ve herkesin yaptığı, içinde yer aldığı bir faaliyet olursa seçkin olmanın, erişilmez ve farklı olmanın anlamı kalır mı?
Türkiye’deki ana sorun, merkeze dâhil olmak isteyen çevrenin bu dahlinin ancak “merkeze yaklaşabildiği ölçüde bunu yapabileceğine” dair inancıdır. Çevre, merkeze yaklaştıkça kendi özünü muhafaza ederek değişmediği ya da uyarlanmadığı sürece, kendine yabancılaşarak uyarlanabilecektir. Çevrenin yapması gereken yerli bir modernleşme süreci yaşamasıdır. Osmanlı’nın son döneminin acı hikâyesi bu değişim ve kimlik bulma süreci üzerine kuruludur.
Türk ve Müslüman kalarak Batı medeniyetine dahil olmaktan söz ederken değerli Ziya Gökalp tam da bu soruna işaret eder. Yerli modernleşme süreci derken, örneğin bu yazıyı okuyan birçok çevre temsilcisi, çevrenin özünü muhafaza ederek merkeze yaklaştığını hatta kendi merkezini inşa ettiğini iddia edecektir, edebilir de. Bu iddia Sinan prömiyerini nereden, ne kadar izlediğinize göre değişir, locadan mı? Tv’den mi?...
“İlk yerli operamız Batılıları etkileyecek”, diyerek nefesinizi tutarak sonuna kadar mı?
Yoksa Diriliş Ertuğrul kıyafetli sanatçıların anlaşılmayan ve kulak tınımızda karşılık bulmayan makamlarına dayanamayarak kanalı değiştirenlerden misiniz?..
Dipnotlar
[1] http://cso.gov.tr/tarihce/
[2] https://islamansiklopedisi.org.tr/muzika-yi-humayun
[3] https://islamansiklopedisi.org.tr/muzika-yi-humayun
[4] https://www.youtube.com/watch?v=USbC8i2t_K4
[5] https://www.youtube.com/watch?v=1A1VT7DzRCE
[6] https://www.sde.org.tr/tevfik-erdem/genel/cumhuriyet-ve-cumhurbaskanligi-flarmoni-orkestrasi-kose-yazisi-19937
[7] https://www.sde.org.tr/tevfik-erdem/genel/loca-disindan-sinan-promiyerine-bakis-kose-yazisi-24429
Bu site içeriğinin telif hakları Stratejik Düşünce Enstitüsü’ne ait olup 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca kaynak gösterilerek kısmen yapılacak alıntılar dışında önceden izin alınmaksızın hiçbir şekilde kullanılamaz ve yeniden yayımlanamaz. Bu sitede yer alan SDE'nin kurumsal bilgileri ile SDE Akademik Personeli'nin çalışmaları dışındaki diğer görüş ve değerlendirmeler, yalnızca yazarının düşüncelerini yansıtmaktadır; SDE'nin kurumsal görüşünü temsil etmemektedir.
Güncel Yazıları
“Onlara Ait Her Şeyi Tümüyle Yok Et… Hepsini Öldür” Tevrat: Yasanın Tekrarı (Tesniye)..
30 Ekim 2023, Pzt
Almanların Nazi/Faşizm Sevdasının Faturasını Müslümanlar Ödemek Zorunda Mı?
27 Ekim 2023, Cum
“Emperyalizmin En Ölümcül Silahı: Demokrasi Yalanı”
20 Ekim 2023, Cum
Mutlak Kötülük ve Zorba Devlet
14 Ekim 2023, Cmt
Öğrenilmiş Acziyet, “Aksa Tufanı” ve Şu Bizim Ezik Aydınımsılar
09 Ekim 2023, Pzt
12 Eylül ve NATO (ya da ABD)
12 Eylül 2023, Sal
Bale ve Opera ile AK Parti’yi Terbiye Etmek
24 Ağustos 2023, Per
Muhalefet Dağınık, Yerel Seçimler Çantada Keklik (mi?)
22 Ağustos 2023, Sal
Ekrem Nereye Koşuyor?
18 Ağustos 2023, Cum
CHP İçindeki Kaostan İyi Parti’nin Kendi Sahasında Top Çevirmesine
14 Ağustos 2023, Pzt
Suç ve Ceza İlişkisizliği : Esenyurt Saldırısı ve Diğerleri
01 Ağustos 2023, Sal
Zihni Batının İşgalinde Olanların Arap Düşmanlığı
26 Temmuz 2023, Çar
Bir İşgal Operasyonu: 15 Temmuz Başarısız Darbe Girişimi
14 Temmuz 2023, Cum
Konser İptallerini Karşı Devrim Olarak Okumak
12 Temmuz 2023, Çar
CHP Kabuk Değiştirebilecek mi?
05 Temmuz 2023, Çar