Milliyetçiliğin bir gelenek icadı olduğunu belirten Eric Hobsbawm, geçmişin icad edildiğini ve böylece bayrak ve devlete sadık bir kitleyi eğitim kurumları aracılığıyla yetiştirmek amacıyla milletlerin milliyetçilikler aracılığıyla icad edildiğini söyler. Devamla “hükümetler açıkça bilinçli ve kasıtlı ideolojik mühendisliğe kendilerini kaptırırlar[1]” diyerek, millet ve milliyetçiliğin ortaya çıkmasında devlete (ya da hükümete) atfettiği rolün altını çizer. Buna çeşitli örnekler de verir, gerçekte yaşamamış hayali kahramanlar, sonradan uydurulan efsaneler vb. Ancak milletlerin ve milliyetçiliğin ortaya çıkışına dair genel bir kabul olmadığı için bu tür modernist teorisyenlerin açıklamalarını her olgu ve sürece uygulamak da hata sebebi olur.
Milletler ortak kader birliğine sahip olan, geçmişte yaşadıkları ıstıraplarla birbirine tutunan, kahramanlıklarla gurur duyan insan topluluklarıdır. Ernest Renan’ın dediği gibi ıstıraplar, acılar zaferlerden daha fazla onları birbirine bağlar.
Balkan faciası sonrası milletleşme yolunda ikinci önemli dönüm noktası Çanakkale Savaşlarıdır, denilse yeridir. Bu savaşlar tarih boyunca hafızamıza kazanan acıları ve kahramanlıkları harmanlar. En zayıf anında dünyanın en güçlü ordularına ve onun sömürgelerinden getirdiği askerlerine karşı bir kahramanlık destanı ortaya koyan savaşlar, sadece ülkemiz için değil tüm dünya için yeni bir tarih yazılmasına da neden olur.
Çanakkale Savaşları, ‘üzerinde güneş batmayan imparatorluk’ olarak nitelenen Büyük Britanya İmparatorluğu’nun Çanakkale Boğazlarında tarihin derinliklerine yol almasına neden olur. Artık sanayi devrimi ile tüm dünyaya meydan okuyan İngiltere dönemi kapanmış olur.
Boğazlara gönderdiği gemilere o kadar güvenmektedir ki İngiltere, onlara göre, bir gün içinde Çanakkale Boğazı geçilecektir. Daha sonra İstanbul’dan İngiliz gemilerinin bacalarından çıkan dumanı gören gayrimüslimlerin İstanbul’da çıkartacağı (ki İstanbul’un yarısının zaten gayrimüslim olduğu belirtilir) bir ayaklanmanın desteğiyle birlikte operasyon bir hafta içinde bitirilecektir.
Çanakkale Boğazı’nın geçilmesi önemliydi çünkü buradan Karadeniz’e girildiği takdirde güçlü Alman orduları karşısında zorlanan Rusya’ya yardım edilebilecekti. Ayrıca Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu buğday da Rusya’dan Avrupa’ya taşınabilecekti.
Beklentinin gerçekleşmemesi hem Türk düşmanlığı ile malum Winston Churchill’in siyasi hayatını olumsuz yönde etkileyecek hem de Rusya beklediği yardımı alamadığı için Bolşevik İhtilali’ne doğru giden süreç hızlanacaktır.
Çanakkale Savaşları tarihin en centilmen savaşı olarak da kayıtlara geçer. Türkler tarihin en cesur aynı zamanda en centilmen savaşçılarıdır. Anzak askerlerinin günlüklerindeki, Türklerle karşı cephede değil aynı cephede savaşma isteğini belirten yazılar, karşılıklı siperlerde yaralılar için verilen molalar, yaralılara yardımlar, yiyecek vermeler bunların tipik örneğidir.
Çanakkale Savaşları Marvel değil gerçek kahramanların yer aldığı bir savaştır bu yüzden icad etmeyi bırakın unutulan kahramanlarla dolu bir savaştır.
Birçok başarılı subayını ve aydın kadrosunu yitiren Türk milleti, birçok kahramanını da bu savaşta ortaya çıkarmıştır. Esat Paşa gibi ismi bugün unutulan birçok kahramanın yanında verdiği emirlerle ve izlediği strateji ile önemli bir başarıya imza atan Yarbay Mustafa Kemal’in Albaylığa terfi ettiği bir savaştır Çanakkale.
Çanakkale Savaşları sadece Türk milli kimliğini pekiştiren değil Yeni Zelanda ve Avustralya’lılar için de milli kimlik inşa sürecinin önemli bir dönüm noktası olarak görülmektedir. Kısaca Anzaklar olarak bilinen Avustralya ve Yeni Zelanda Kolordusu (Australian and New Zealand Army Corps) askerlerinin verdikleri mücadele ve bu süreçte İngilizlerin kendilerine yönelik tutumları bu kimliğin oluşumunda ayrı bir öneme sahip görünmektedir.
Çanakkale’deki savaşlarda bulunmasa da savaşın dehşetini ve o anda milletin içinde bulunduğu durumu tüm lirizmiyle anlatan Mehmet Akif’in Çanakkale Şehitlerine şiirini anmadan bir Çanakkale yazısı tam olmaz. Tüm şehitlerimize rahmetle.
[1] Eric, Hobsbawm (2010) Milletler ve Milliyetçilik, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, s.116