CHP’nin bir ara geçiş formu olarak SHP (Sosyaldemokrat Halkçı Parti), 12 Eylül rejimiyle yasaklanan 1970’li yılların CHP’sinin devamıdır ve Kenan Evren’in 1983 seçimlerine girmesine izin verdiği Halkçı Parti ile seçime girmesi engellenen SODEP’in (Sosyal Demokrasi Partisi) 3 Kasım 1985 tarihinde birleşmesiyle kurulmuştur. SHP’nin CHP’ye dönüşümü 1995 tarihinde, SHP ile CHP’nin, CHP’de yani ana nehir yatağında birleşmesiyle gerçekleşecektir. Ancak bu eski beden içine eski ruh (kimlik-ideoloji) mu yoksa yeni bir ruh mu üflenecektir?
Partinin ruhu (ideolojisi-rengi) konusunda bir problem vardır çünkü oldukça farklı renklere sahip olan partiye kim nereden bakıyor ve hangi rengi görmek istiyorsa partiyi o renkle betimleyecektir. Bu sebeple Kemalist, ulusalcı, sosyal demokrat, sosyalist ve Kürt sosyal demokrat, Kürt sosyalistlerin vb. içinde toplandıkları bir CHP’den söz edilebilir.
Hatta çoğu zaman CHP, kökleri ittihatçı geleneğe kadar götürülen Türk insanının genlerine sinmiş bir parti olarak da nitelenir. Bu gerekçeyle İdris Küçükömer’in meşhur sol kanat ve sağ kanat parti tipolojisinde sağ kanat içine yerleştirilen CHP’nin reddi miras yapmadan sol kanat içine yerleştirilmesinin mümkün olmadığını dile getirenler de vardır, tıpkı Gün Zileli gibi. “CHP, bilindiği gibi zaten İttihat ve Terakki Fırkası’nın günümüzdeki devamıdır ve bu partinin bugün aşırı sağcı, milliyetçi-ulusalcı bir hat izlemesinde şaşılacak bir şey yoktur. Şaşılacak şey, CHP’nin sol bir parti olarak bilinmesi, öyle sanılmasıdır. Kanımca geçmişte solun, CHP’nin şemsiyesi altında gelişmeye çalışması, solun en büyük yanılgılarından biri olmasının ötesinde, onun İttihat ve Terakki’nin milliyetçi geleneği ile bağlantılı olduğunu gösterir. Bir zamanlar bir reddi miras lafı vardı. Sol, kendisiyle esaslı bir hesaplaşmaya girişmeden ve köklü bir reddi miras yapmadan İttihatçılığın, komitacılığın ve milliyetçiliğin gölgesinden kendisini asla kurtaramayacaktır[1]” (Zileli, 2007:176). Kısaca Zileli, CHP’nin titreyerek kendine gelmesi ve nedamet getirmesi gerektiğini belirtir ancak bunu da yeterli görmez üstüne bir de geçmişte solla bağdaşmayan uygulamalarla hesaplaşması ve reddi miras talebinde bulunması gerektiğini ekler solcu bir parti hüviyetine kavuşabilmesi için. Ancak bu o kadar zordur ki, Türkiye gibi siyasi kültür unsurlarının iç içe girdiği bir ülkede CHP (ya da SHP) ne yaparsa yapsın evrenin ya da partinin hakikatini bulmakta hep zorluk çekecektir.
CHP içindeki değişmeyen cevher (töz), onun sahip olduğu kurucu ideoloji olarak Kemalizmdir. Kemalizmin farklı yorumları (sol ya da sağ, ulusal ya da evrensel yorumları) CHP’yi farklı kulvarlara taşır. Bu eklektik yorumların ötesinde ve dışında saf-pür ideolojiye mensup olanlar ise CHP içinde bir süre sonra mutantlaşıp partiyle bütünleşir ya da geçici olarak konaklayıp ayrılırlar, parti içindeki Kürdî siyaseti ön plana çıkaran Doğulu vekiller gibi.
CHP (ya da SHP) hem İttihatçı hem Kemalist, hem ulusalcı hem evrenselci ikilemleri bir arada taşıyabilir. İlginçlik bununla da kalmaz ; CHP içindeki ulusalcı kanat, CHP içindeki ulusalcı karakterin anti-emperyalist bir tavır içerdiğine vurgu yaparak kendilerini ulusalcı sol olarak tanımlarken, parti içindeki karşı grubu ise, “uydu sol” ya da küreselciler olarak tanımlayabilir. Anti-emperyalist tavır, 1980 öncesi CHP’sinde Recep Peker’den, Şükrü Kaya, Kemal Satır ve Turhan Feyzioğlu gibi ulusalcılara atfedilirken 1980 sonrası ise, Nami Çağan ve Mümtaz Soysal gibilerine atfedilir. Her ne kadar Mümtaz Soysal parti içinde kalsa da 1994 yılında dört ulusalcı solcu (Nami Çağan, Cevdet Selvi, Tevfik Çavdar ve Erzan Erzurumoğlu) SHP’den istifa ederler. Bu istifanın arkasında küreselcilere atfedilen “uydu sol” ya da Baykal’ın İngiltere İşçi Partisi lideri Tony Blair’in İşçi Partisi ile de ilişkilendirilen “yeni sol” ya da merkezci sol anlayışının reddinin olduğu görülür[2].
CHP içindeki ulusalcı kanat, Baykal’ı merkezci sol ya da “yeni sol” anlayış içinde değerlendirirken bir başka yorumda da, Baykal’ın yeni sol anlayışı, Küçükömer’in sağ kanadı içinde değerlendirilir. Burada Deniz Baykal ile simgeleştirilen SHP (CHP) ise, ittihatçı (ulusalcı) geleneğin devamcısı, farklılıklara (Kürtlere-Alevilere) tahammülü olmayan, parti içindeki sola (sosyalistlere) karşı cephe açan bir parti hüviyetinde sunulur.
CHP (SHP)’yi sol ve sağ kanat üzerinden gören yorumlarda, sol (sosyalist) kanat içinde, partinin izlediği sosyal demokrat çizgiyi yeterli görmeyenler vardır. Bunların arasında sosyalistler, sendikacılar ve Kürt kimliği ile ön plana çıkan vekiller vardır. Bu grubun liderliğini Aydın Güven Gürkan (SHP kurucu genel başkanı), Abdullah Baştürk (sendikacı DİSK eski genel başkanı) yürütürler. CHP’nin sağ kanadındakiler ise, SHP Genel Sekreteri Deniz Baykal ve Genel Sekreter Yardımcısı Ali Topuz’dur[3]. Sağ kanat, partide etnik kimlik üzerinden siyaset yürütülmesine karşı çok daha tepkilidir. SHP Genel Başkanı Erdal İnönü anılarında partisinin etnik kimliklere mesafesinden söz eder ancak farklı etnik kimliklere karşı daha toleranslı bir politika izleyeceğinin işaretlerini de verir. Ancak partiden ayrılıp HEP’İ kuranlar onun hep durumu idare etmeye çalışan, denge kurmaya çalışan ancak Kürtler söz konusu olduğunda çözüm konusunda mesafe alamayan bir olduğunu vurgularlar. İnönü ise, anılarında Kürt sorununda çözüm yolunun (güvenlik dengesini de gözeterek) daha fazla demokrasi olduğunun altını çizer. Oysa sağ kanat doğrudan, açıkça parti içinde etnik siyaset yapılmasından rahatsızlığını gizlemez. Ali Topuz’un, “SHP, PKK’lıların işgali altında” diye başlayan sözleri, “PKK’lılar şimdi düşüncelerini, SHP’nin içinde ifade ediyorlar. O kadar ki, bazı ilçe merkezlerinde bu fraksiyonların düşüncelerini ifade eden şeyler asılı. Bugüne kadar bunlara karşı bir tedbir alınmadı[4]” diye devam ederek bir yakınmayı dile getirir. Bu yakınmanın ardında iki sebep vardır. Birincisi, kendi sözleriyle, “amacım Türk Solunu yeniden anarşi ve terörün sebebi gösterilmesini önlemektir[5]” (vurgu bana ait. TE) . İkincisi ise, parti içindeki bu tür görünürlüklerin SHP’nin iktidar olmasını engellediğine dair inançtır, öyleyse partinin bunlar için bir şeyler yapması gerekmektedir. SHP Genel Başkanı Erdal İnönü ise parti içinde sol ve sağ kanat arasında bir denge politikası gütmeye çalışıyordu ancak bu nereye kadar olabilirdi ki? Bir yanda sol görünümlü Kürdî bir grup milletvekili Kürt kimliği merkezli bir siyaset (etnopolitika) yapıyordu diğer tarafta devlete savaş açmış bir terör örgütü (PKK) vardı ve kendi milletvekilleriyle terör örgütünün toplumsal karşılıkları, yani tabanı aynı kitleydi. Bu örtüşme parti içindeki vekillerin kitleyi hareketlendiren açıklamalar yapmalarına da sebep oluyordu. Oysa İnönü için daha fazla demokrasiye gidecek bir yolun açılması gerekiyordu yoksa olgunlaşmayan demokratik açılımlar yasakların kalkmasına değil daha da fazlalaşmasına neden olabilirdi. Erdal İnönü’nün anıları üzerinden bu dönem okunduğunda, İnönü’nün, babasından ve CHP’den çok daha farklı bir politika izlemeye çalıştığı görülür. Örneğin partinin 1989 da hazırlattığı Kürt Raporu sorunun demokratik bir ortam içinde çözülebileceğine dair bir strateji öngörür. Ancak siyaset kitapta yazdığı gibi durmaz, SHP içindeki Kürdî siyasetten yana ağırlığını koyan milletvekilleri sadece solcu değil Kürt milliyetçisi kimliğini de ön plana çıkaran açıklamalar yapmaya başlarlar. Bu açıklamalar Kürtlerin mağduriyeti ve devletin yaptığı iddia edilen zulümler etrafında şekillenir. Burada Kürdî vekillerin partiden koparak HEP’e doğru giden süreçte üç vaka üzerinde durulabilir.
HEP’e doğru giden üç vaka
SHP’nin Kürt meselesini 1989 Kürt Raporu’nda dile getirdiği gibi demokratik alan içinde çözülebileceğine dair bir stratejisi, hem Paris’teki konferansa izinsiz katılım, hem de parti içinde İbrahim Aksoy’un sert çıkışlarıyla soruna dair çözüm yöntemlerinin yeniden tartışılmasını beraberinde getirir. İnönü için daha demokratik yollarla çözülebilecek sorun giderek daha sert bir ortama çekilmektedir, zaten sorunun arka planında oldukça sert bir mücadele yürütülmektedir devlet ve terör örgütüyle.
SHP içindeki Kürdî siyaset taraftarı vekilleri HEP’e götüren ilk vaka, İstanbul milletvekili Mehmet Ali Eren’in konuşmasıdır. Erdal İnönü anılarında isim vermeden durumu şu şekilde aktarır[6]:
“Meclisin ilk oturumlarından birinde, 19 Ocak 1988 Salı günü, İstanbul'dan seçilmiş Kürt kökenli bir SHP'li Milletvekili, parti politikamızın tamamen dışına çıkan bir konuşma yaptı. Meclis Genel Kurulunda, gündeme geçmeden önce yapılan bu gündem dışı konuşmalarda, bir muhalefet milletvekilinden beklenen, iktidar partisinin uygulamalarını eleştirmesi, kendi partisinin fikirlerini, önerilerini anlatmasıdır. İstanbul milletvekilimiz ise bambaşka bir havada konuştu. Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin Kürt kökenli vatandaşlarımıza her zaman haksız baskılar uygulamış ve insafsız bir "asimilasyon" politikası yürütmüş olduklarını iddia etti. İddialarını desteklemek için bir takım tahrik edici örnekler verdi. Bunların bazıları doğruluğu bilinen olaylar ise de bazıları açıkça gerçek dışı idi. Zaman zaman Kürtçülük propagandası izlenimini uyandıran bir tonda konuşması öteki partilerin milletvekillerinin büyük tepkisini çekti. İktidar milletvekilleri bir önceki konuşmanın doğurduğu eziklikten kurtulup, partimize hücum etmek için fırsat bulmuş oldular. Bizim arkadaşlar ise tahmin edileceği gibi çok rahatsız oldular.” (koyu renkler tarafımca yapılmıştır. TE)
İnönü’ye göre CHP milletvekili, partisini zor durumda bırakan açıklamalar yaparak iktidar karşısında kendilerini zor duruma düşürmekle kalmamış sorunun çözümünü de kolaylaştırma yerine zorlaştırmıştır.
İkinci vaka, Malatya milletvekili İbrahim Aksoy’un ihracıdır. Aksoy Türkiye’yi temsilen katıldığı Avrupa Topluluğu Karma Parlamentosu’nda yaptığı konuşma içeriğinden dolayı Kürtçülük-bölücülük yaptığı gerekçesiyle SHP’den geçici olarak ihraç edilir[7]. Aksoy daha sonra 1989’daki Paris konferansına da katılacak ve kesin ihracı gerçekleşecektir.
Üçüncü vaka, Paris’te Fransa Cumhurbaşkanının eşi Bayan Mitterrand’ın himayesinde Fransız Özgürlükler Vakfı ve Paris Kürt Enstitüsü tarafından düzenlenen uluslararası bir konferansa SHP’li yedi vekilin katılımıdır. Konferans 1989 yılında Kuzey Irak’taki Kürtlerin Saddam yönetimi tarafından Kuzeye sürülmeleri karşısında Kürtlerin bu sorununa yönelik geniş çaplı bir hassasiyet uyandırmak amacıyla yapılmış olarak tanıtılır. Ancak terör örgütü PKK ile savaşın çok kızıştığı bir dönemde, örgütün Batılı devletler tarafından destek gördüğüne dair kanaatin Türk kamuoyunda yaygın biçimde paylaşıldığı bir dönemde, böyle bir katılım SHP’ye olumlu bir biçimde yansımayacaktır, SHP’li vekiller sadece dinleyici olarak katılsa bile. SHP yönetimi sözlü olarak katılmamaları gerektiği yönünde vekilleri uyarır ancak toplantıya katılan vekiller kendilerine yazılı bir bilgi gelmediğini daha sonra belirteceklerdir. Toplantıya katılan yedi milletvekili ve daha önceden ihraç edilen ve toplantıda konuşma da yapan Malatya vekili İbrahim Aksoy bu toplantıyla HEP’e doğru giden yolu açmış olurlar. SHP Merkez Disiplin Kurulu yedi vekili ihraç kararı alır (17 Kasım 1989). Bu kararın alınması sonrasında Abdullah Baştürk, Fehmi Işıklar ve Arif sağ gibi SHP içindeki sol kanat vekillerin istifa ettiği görülür ancak bu istifalar beklendiği sayıya ulaşmaz ve Kürt vekiller sol kanadın açıkçası Türk solunun kendilerini savunmadıklarını belirtirler: “Sol Kanat içinde başgösterdiği iddia edilen ayrılık doğruydu. SHP Sol Kanat, yaklaşık 35 milletvekilinden oluşuyordu. Ancak milletvekillerinin ihraç edilmesinden sonra, bu karara tepki duyarak ayrılanların toplam sayısı 11 olmuştu.”
İhraç kararı Kürdî siyaseti harekete geçiren temel motivasyon kaynaklarından biri olacaktı lakin, kendileriyle beraber hareket eden Türkler de vardı. Öyleyse yeni oluşum Türkler ve Kürtlerin beraberce hareket ettikleri bir oluşum olacaktı. PKK’nın ortaya çıkış sürecine bakıldığında Öcalan kendisini Mahir Çayan’ın devamcısı gibi görür, örgüt (PKK) içinde Türkler, Türk solcuları da vardır ancak parti zamanla Kürt örgütü halini alacaktır. Aydın Güven Gürkan’ın, Murat Belge’nin, Fehmi Işıklar’ın ve birçok Türk yazar ve entelektüelin içinde yer alacağı belirtilen yeni oluşum kısa süre sonra Türk ve Kürt solcularını birleştiren bir oluşum olmaktan çıkar. Aydın Güven Gürkan’ın tabiriyle “çocuk Kürt doğar.”
[1] Zileli, Gün (2007) Ulusalcılık, Bir İdeolojinin Krizi, Özgür Üniversite, Ankara, s.176
[2] Gürpınar, Doğan (2011), Ulusalcılık, İdeolojik Önderlik ve Takipçileri, Kitap Yayınevi, İstanbul, s.38-39
[3] Demir, Eyyüp (2009), Öteki Kürtler, Orion, Ankara, s.14-15 ve Ölmez, A. Osman (1995), Türkiye Siyasetinde DEP Depremi, Doruk Yayınları, Ankara, s. 54-55.
[4] Ölmez 1995:55
[5] Güneş Gazetesi 27 Kasım 1988’den aktaran Ölmez 1995:56
[6] İnönü, Erdal (2007) Anılar ve Düşünceler 1. Cilt Boyut Yayınları, İstanbul s. 232-233.
[7] Demir 2009:16