Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

Feodal Anarşiden Post-küreselleşmeye

Tevfik ERDEM
13 Nisan 2020 12:16
A-
A+

Amerikan Başkanı Abraham Lincoln 1865’de öldüğünde onun ölüm haberi Londra’da on gün sonra duyuldu, bugün, Trump uçaktan inerken Melanie’nin elini tutmadığında tüm dünya anında haberdar oluyor. Bu yüzden küreselleşme, iletişim ve ulaşım teknolojilerinin gelişmesine gönderme yaparak, Marshall McLuhan’ın ifadesiyle dünyanın “küresel köy” haline dönüşmesini ifade ediyor. Tabii ki küreselleşme sadece bu alt başlıklar halinde incelenemeyecek kadar çok boyutlu (ekonomik, kültürel, siyasi vb.) bir olgu. Ancak ona biçim veren ana unsur da teknolojik değişmenin (siyasi, ekonomik v sosyo-kültürel) hayatı biçimlendirme gücü. Çünkü bu güç tüm dünyada mali piyasaların 24 saat boyunca açık olmasını mümkün kılıyor, bu güç Çok Uluslu Şirketlerin (ÇUŞ) yaptıkları Ar-Ge çalışmalarıyla ülkelerin GSMH ile rekabet edecek güce ulaşmalarına sebep oluyor.

Küreselleşme ülkelerin artan karşılıklı bağları ve bağımlılıklarıyla ilgilidir. Giddens[1] bu bağ ve bağımlılığı, insanların giderek daha fazla ortak bir kaderi paylaşması olarak tanımlarken elbette ki aklına Çin gribi (Covid 19) gelemezdi. Onun ortak kaderden anladığı ekolojik bozulma, büyük ölçekli askeri çatışmalardı. Ancak küreselleşme dünya üzerinde yaşayan toplumların küresel bir pandemi (bir bölge ya da ülke sınırlarını aşan salgın) karşısında ortak bir kadere sahip olabileceğini gösteriyor. Üstelik bu salgın ülke, kıta, din ve toplumsal sınıf gibi farkları muhatap almıyor.

Küreselleşme sınırların ortadan kalkması ve akışkanlıkla ilgilidir. Bu bağlamda klasik küreselleşme tanımını hatırlayalım: Küreselleşme bilgi, enformasyon, hammadde ve sermaye akışının önündeki engellerin ortadan kalkmasıdır. Buna artık “virüs akışkanlığı ya da virüslerin yayılmasının önünde herhangi bir engelin olmadığı dünya” şeklindeki tanımı da ekleyebiliriz. Örneğin Çin virüsü Covid-19 ilk kez Çin’in Wuhan eyaletinde, deniz ürünleri satılan Huanan adlı pazarda Wei Guixian adlı bir kadında belirtilerini gösterdi. Çin basını bu pazardaki 27 kişinin virüsü dünyaya yaydığını belirtiyor. 1 Aralık 2019 tarihinde Çin’de tespit edilen virüs, tüm dünyada yüzbinlerce insanın ölümüne sebep olmasına rağmen bu ilk bulaştırıcılardan Çinli Wei Guixian, hastalanmasına rağmen iyileşir. Ancak Çin’in Wuhan eyaletindeki Huanan adlı pazardan yayılan virüs büyük bir akışkanlıkla tüm dünya üzerine kıta ve ülke ayrımı yapmaksızın büyük bir hızla yayılır.  Bu yayılış o kadar hızlıdır ki, birçok ülke bu yayılış hızı karşısında zamanında refleks verememenin cezasını yüksek ölüm oranıyla vermiştir, örneğin ABD ve Avrupa ülkeleri. Virüs tıpkı sermaye gibi, ulus-devlet sınırı tanımaksızın büyük bir akışkanlıkla hareket etmektedir. Türkiye’de de çok kısa bir sürede tüm illere yayılmıştır. İnsanlar üzerinden yayılan virüsün yayılış hızı aslında bireysel akışkanlığın hem küresel hem de yerel düzeyde ne kadar hızlı gerçekleştiğini göstermektedir.

 Küreselleşme taraftarları (emperyalizm teorisyenlerinin iddia ettikleri tek taraflı bağımlılık yerine) ülkelerin karşılıklı bir bağımlılık içinde olduklarını belirtirler. Bu karşılıklı bağımlılık tüm tarafların kazançlı çıkacağı varsayımı üzerine kuruludur. Ancak Çin virüsü Covid-19 sonrası ülkelerin karşılıklı bağımlılık ilkesi doğrultusunda hareket edemeyecekleri aslında bunun karşılıklı menfaatler üzerine değil de daha çok güçlü olanın menfaatinin ön plana çıktığı bir ilişki biçimi olduğunu gösterdi.  Çünkü hemen salgın öncesi Trump’ın Amerika’da izlediği neo-merkantilist politikalar ve küreselleşmenin temel iddialarını yadsıyan ekonomik kararlar küreselleşmecilerin bu temel iyimser iddialarının ancak güçlü olanın kazançlı çıkacağı süreçler için geçerli olduğunu göstermektedir.

Çin virüsü Covid-19 bağlamında karşılıklı bağımlılık, bilgi paylaşımının dahi istenilen düzeyde ve dürüst biçimde gerçekleşmediğini göstermektedir. Çin’in ‘hastalığı Dünya Sağlık Örgütü’ne ve tüm dünyaya geç duyurduğu ve bilgi paylaşımı konusunda dürüst olmadığı’ iddiaları halen tartışılan bir sorun ayrıca tüm dünyanın bir araya gelerek ortak bir düşman karşısında bilgi paylaşımını küresel bir havuz üzerinden yürütme düşüncesi istenilen noktada görünmemektedir. Çin sadece lekelenen imajını düzeltme adına çeşitli ülkelere doktor ve sağlık ekipmanı göndererek yıkılan imajını düzeltmeye çalışsa da gönderdiği malzemelerin virüsle ilgisiz derde deva olmayan ya da beklenen faydayı vermeyecek malzemeler olması imajına fayda yerine zarar vermektedir.

Uzakta meydana gelen hadiselerin bizleri önceki dönemlere göre daha doğrudan ve anında etkilemesi de Çin gribi Covid-19 üzerinden ayrı bir anlama sahip görünmektedir. Salgının başlangıcında sadece Türkiye’de değil tüm dünyada Çin’in Wuhan eyaletindeki gelişmeler insanların TV’lerden seyrettikleri sıradan bir haberdi. Çin yönetiminin uyguladığı karantina, otoriter Çin yönetimi ile ve Çinlilerin vahşi hayvan yeme alışkanlıklarının zararlı bir sonucu olarak okunuyordu. Sosyal medya Wuhan’daki karantina ve Çinlilerin vahşi ve canlı hayvanları nasıl öldürdükleri ve nasıl yiyebildiklerini gösteren görüntülerle doluydu. Yani tehlike bizim dışımızda ve uzağımızdaydı ancak çok değil 2-3 ay sonra 15 Mart 2020 itibariye Türkiye’de karantina tarzı tedbirler alınmaya başlandı. Durumu hafife alan diğer ülkeler benzer uygulamalara ağır can kayıpları sonrasında başladılar. Uzakta meydana gelen olayların sadece ekonomik krizlerde değil sağlık sorunlarında da dünyanın diğer bölgelerini etkilediği Çin gribi Covid-19 örneğiyle ortaya çıktı.

Çin gribi Covid-19, dünyanın tüm insanlar için tek bir yer halini almasına neden oldu. Ancak bu, daha önce de belirtildiği gibi insanların bu tehdit karşısında ortak hareket edecekleri anlamına gelmiyor, gelmedi. Gelmediği gibi dünya bu sorun karşısında adeta feodal bir anarşi ile karşı karşıya kaldı.

Feodal Anarşi

4-6. Yüzyıllar arasında Hunların Karadeniz’in kuzeyinden barbar kavimleri Avrupa’ya doğru sürmesi Büyük Roma İmparatorluğunun sonunu getiren bir başlangıçtı. Bu imparatorluğun önce parçalanması ve sonra Batı Roma’nın ortadan kalkması Avrupa’da Karanlık Çağlar olarak adlandırılan feodalite döneminin başlamasına neden oldu. Feodal dönem, canlı şehir hayatının söndüğü, ticaretin, yolların güvenliğinin sağlanamamasından dolayı zayıflayıp adeta bittiği, kapalı malikâne ekonomisinin devreye girdiği bir dönemi ifade eder. Ekonominin kapalı malikâne ekonomisi şeklinde yürüdüğü, bilimsel gelişmenin engellendiği ve skolastik felsefenin hâkim olduğu bu dönemde insanların can güvenliği ancak bir lordun (derebeyinin) muhkem kalesinin içine sığınabilmekle mümkündü. Vassal (serf-köylü) ve süzeren (feodal) arasındaki fief sözleşmesi ile toprağa bağlı yarı köle tabir edilecek serf, feodalin kendi can güvenliğini sağlamasına ona emeğini sunarak onay vermiş oluyordu. Bir insanın sadece can güvenliği için ömür boyu adeta yarı köle bir hayatı seçmesinin arkasında bu can güvenliği endişesi olmasının bir anlamı vardır. Bu dönemde feodaller ve onların çocuklarının bile bir yaşam garantisi yoktur. Öldürülen onlarca feodal çocuğu bunun örneği olarak sunulur literatürde. İşte bu yüzden Avrupa’da feodalitenin anlamı meşhur “feodal anarşi” ile ifade edilen bir kargaşa dönemini ifade eder. Mutlakiyetçi kralların (monarkların) kendi krallıklarını (devletlerini) güçlendirmeleri ancak bu feodaller ve onların ortaya çıkardığı kargaşanın sona erdirilmesi ile mümkün olacaktır.

Bu uzun feodalite girizgâhına ne gerek vardı? Sorusunun cevabı feodal anarşi kavramı içinde gizlidir. Feodal anarşi, feodal dönemde en güçlü insanların bile can güvenliklerinin olmadığı, sadece ve sadece güçlünün kuralları belirlediği bir toplum biçimini ifade eder. Feodal bu dönemde sadece siyasi değil, askeri, hukuki, ticari açıdan da hâkim olan kuralları belirleyendir. 

Çin gribi Covid-19 salgını sonrası dünya adeta bir feodal anarşi ortamına sahne olmuştur. Bu feodal anarşi medikal malzemeleri ele geçirme sahasında karşımıza çıkar. Ülkeler adeta feodal dönemdeki derebeyleri ya da korsanları gibi hareket etmekte bir sorun görmezler. Örneğin, Almanya Covid-19’a karşı mücadelede kullanmak üzere satın aldığı 200 bin koruyucu maskeye Tayland'ın başkenti Bangkok'ta ABD'nin el koyduğunu açıklar. Berlin İçişleri Senatörü Andreas Geisel, ''ABD'nin yaptığı modern korsanlık eylemidir” diyerek durumu betimler. Almanya’nın sipariş verdiği 6 milyon maskenin Kenya’da yok olduğu açıklanır. Çekya İtalya’ya giden maskelere el koyar. İtalya Tunus’a giden alkol taşıyan gemiye el koyar. İtalya yine Yunanistan’a giden solunum cihazlarına el koyar. Çin’den İtalya’ya gönderilen sağlık malzemelerine Almanya el koyar. ABD, Çin'deki havalimanında, Fransa'ya gitmesi gereken ürünler için peşin para ödeyerek uçağın yönünü kendi ülkesine çevirir. Tüm bu olaylar küresel hümanizm ya da AB ülkelerinin kendi içi dayanışmaları gibi iddiaların küresel bir sorun karşısında hiçbir anlam ifade etmediğini göstermektedir. Küresel dünya bir krizle karı karşıya kaldığında hümanizm maskesi yerini korsan maskesine bırakmaktadır. Çin gribi sonrası kim güçlüyse o dilediği gibi ya da kendi menfaati neyi gerektiriyorsa o şekilde hareket etmekte uluslararası hak ve hukuk bir tarafa bırakılmaktadır.

Feodalite sonrası (14. Yüzyıl) ortaya çıkan gelişmeler Rönesans-Reform- 17. yüzyıldaki Bilimsel Devrim çağı, 18. yüzyılda Aydınlanma, Demokratik devrimler (Amerikan-Fransız ve İngiliz devrimleri) peşi sıra ekonomik alanda Sanayi Devrimi (170-1850) Batı Avrupa’da köklü değişimlerin gerçekleşmesine sebep oldu. Bu gelişmeler geçmişle mukayese edildiğinde adeta bir yeryüzü cenneti vaat eden bir gelecek tasarımı sunuyordu. Geleceğe iyimser bir gözle bakmak gerekiyordu çünkü dinin (ruhban sınıfının-kilisenin) etkisinden sıyrılmış deney ve gözleme dayanıp rasyonel hareket eden bilim, insanlığa yeryüzü cenneti vaat etmekteydi. Cennet, dinlerin vaat ettiği gibi öldükten sonra ortaya şahit olunacak ikinci ve sonsuz bir hayat değil insanın bilimsel bilgi aracılığıyla şahit olacağı bir yaşantıydı ve bilimin ana amacı da insanın hayatını cennete çevirmekti. Öyleyse mükemmel toplumsal örgütlenme ya da mükemmel toplumsal tasarım ne dinlerin söz ettiği gibi geçmiş saadet asırlarında ne de peygamberlerin söz ettiği fikirlerdeydi. Gerçek ve kusursuz olan, insanı mutlu edecek olan bilimin ona sunduklarıydı. Bilim insanı sadece mutlu ve huzurlu etmeyecek aynı zamanda Francis Bacon’un belirttiği gibi, doğanın efendisi haline getirecekti.

Post-küreselleşmeye doğru

Bu iyimser modernite anlayışı 20. yüzyılın başlarından itibaren yaşanan iki büyük dünya savaşı, soykırımlar, ekolojik bozulma, totaliter rejimlerin (komünizm ve faşizm gibi) ortaya çıkması ile büyük yara aldı. Modernitenin temel argümanlarını eleştiren postmodern düşünürler bize bir şey vaat etmekten çok meta-anlatılardan, büyük ideolojilerin güçlü etkisinden kurtulmak gerektiğini belirttiler. Ancak 1990’lardan sonraki güçlü küreselleşme dalgası iyimser modernite anlayışını tekrar canlandırır gibi oldu. Küreselleşmenin temel iddialarının gerçekleşmesini beklemek adeta Godo’yu beklemeye dönünce bir kısım küreselleşme yanlısı da küreselleşmeye yönelik şerhlerini düşmeye başladılar. Bunlardan biri de Nobel ödüllü iktisatçı Joseph Stiglitz’dir.

Küreselleşme: Büyük Hayal Kırıklığı[2]’dır Stiglitz için. Peki neden? Küreselleşmeyi, serbest ticaret olarak tanımlayan Stiglitz, onun önündeki engellerin kaldırılması ve ulusal ekonomilerin daha fazla bütünleşmesinin dünyadaki herkesi, özellikle fakirleri zenginleştirebilecek bir potansiyele sahip olduğunu belirtir. Ancak küreselleşme sürecinde gelişmekte olan ülkelere dayatılan politikaların ve küreselleşmenin yürütülme şeklinin baştan aşağı gözden geçirilmesi gerektiğini düşünür. Çünkü küreselleşme bu şekliyle ne azgelişmiş ülkelere ne de yoksulluğun ortadan kaldırılmasına katkı sunmamaktadır.

Tıpkı post-modernitenin modernitenin temel argümanlarına (haklı olarak) karşı çıkarak vücut bulması gibi Çin gribi (Covid 19) sonrasında, küreselleşmenin temelde karşılıklı kazanç varsayımı üzerine kurulu iyimser iddialarına karşı daha belirsiz ve kaotik bir dünyayla karşı karşıya kalacağımızı öngörmek mümkün. Bu belirsiz gelecek post-küresel dünyanın en temel sorunu olacak çünkü birçok futuristin yanında birçok sosyoloğun öngöremediği, insanın kendi eliyle ürettiği bir riskle karşı karşıya kalma sıklığının artacak olma endişesi, insanoğlunu yeni sorunlarla baş başa bırakacak gibi.


 

[1] Giddens, Anthony (2000), Üçüncü Yol, (çev. M. Özay), Birey Yayınları, Ankara, s.67.

[2] Stiglitz, Joseph E. (2002), Küreselleşme: Büyük Hayal Kırıklığı, (çev. A. Taşçıoğlu; D. Vural), İstanbul: Plan b.