Osmanlı’nın son dönemlerindeki “Batı” imgesi Fransa’dır. Araba Sevdası’nın Bihruz Bey’i ya da Ahmet Mithat’ın Felatun Bey’i gibi örnekler yüzeysel ve tamamen biçim üzerinden Batı taklitçiliğini yapmaya çalıştıkları için alay konusuydu ancak Fransız mürebbiyeden eğitim almak da sınıfsal bir göstergeydi. Neo-Bihruz’lar olsa da artık köprünün altından çok suların aktığı açık.
Fransız devleti, Cezayir Bağımsızlık Savaşı'nda Fransa yanında savaşan Harkileri (tıpkı Amerikalıların Afganistan’da kendilerinin yanında yer alan Afganları, ülkeyi terk ederken yalnız bırakmaları gibi) terk etmiş, Fransa’ya götürdüklerini ise, sefalet içinde yaşamaya mahkûm etmişti. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Harkilerin soyundan gelen gençlerle yaptığı görüşmelerde kullandığı ifadelerden sonra yeni bir tartışma başladı. Le Monde gazetesindeki habere göre[1] Macron şunları söylemiş: "Cezayir'in bir ulus olarak inşası, izlenmesi gereken bir fenomendir. Fransız sömürgesinden önce Cezayir ulusu var mıydı? Soru bu. (Cezayir'de) Daha önce sömürgeler vardı. Türkiye'nin Cezayir'de oynadığı rolü ve kurduğu hakimiyeti tamamen unutturabilmesi beni büyüledi ve tek sömürgecinin biz olduğumuzu açıklamak, bu harika. Cezayirliler buna inanıyor.”
Macron’un iddilarından biri, ulus’un (nation), sömürgecilik sonunda ortaya çıktığı yönündedir. Milliyetçilik literatürü bu noktada Macron’a hak veriyor ancak Macron’un söylediklerinin tamamı düşünüldüğünde oldukça zıt bir anlamda sömürgecilik ulus’u (nation) ortaya çıkarıyor. Literatür özellikle 19. yüzyılda yani Sanayi Devrimi’ni yapmış Avrupa’nın tüm dünya üzerinde bir güç denemesinde bulunduğu yüzyılda ki sömürgecilik yüzyılı olarak tanımlanır bu dönem. Nedeni ise, Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluğun ve diğer Batılı devletlerin yeryüzünde kolonileştirmediği toprak parçasının adeta kalmamasıdır. 1914 tarihine kadar tüm dünya üzerindeki toprakların %84’ü Batılı ülkeler tarafından sömürgeleştirilmiştir. Batılı beyaz ırkın üstünlüğü üzerine oturan sömürgeci milliyetçiliğin Andrew Heywood’un tabiriyle bir bumerang etkisi göstermesi kaçınılmazdır ki II. Dünya Savaşı sonrasında bağımsızlık savaşı veren ülkelerin sayısı giderek artacaktır. Onları motive eden ana unsur, sömürgeciliğe karşı verilen mücadeledir bu nedenle de literatürde, ‘sömürgecilik karşıtı milliyetçilik’ olarak tanımlanır. Bu bağlamda Macron, II. Dünya Savaşı sonrası Fransız sömürgeciliğine karşı verilen Cezayir bağımsızlık mücadelesinden türeyen ulus inşa (nation building) sürecini anlıyorsa doğrudur. Ancak konuşmanın tamamına bakıldığında Macron’un ifade ettiği bu değil gibi. Çünkü haberde “Fransa'nın Cezayir'deki sömürge faaliyetlerine ilişkin "resmi tarihin gerçeklere dayanmayan şekilde yeniden yazılmasına" tepki gösteren Macron, bu tarih yazımının "Fransa nefreti üzerine bir söyleme" dayandığını iddia ediyor.” Anlaşılan o ki, Cezayirliler ulus olma şuuruna Fransa’ya karşı verdikleri mücadeleyle sahip olduklarını düşünüyorlar. Gerçekte Macron bu iddiayı doğruluyor da: "1962 sonrası… tüm sorun Fransa gibi gösteriliyor."
Cezayir’in Fransız işgaline maruz kaldığı 1830-1962 arasında Fransızlar tarafından 5 milyon 630 bin kişinin şehit edilmesi de sömürüye karşı verilen mücadelede ulus bilincinin oluşmasında ne kadar etkili olduğunun bir işaretidir. Fransız düşünür Ernest Renan’ın dediği gibi, bir ulusun ortaya çıkmasında etkili olan unsurlardan biri, geçmişte yaşanan büyük acılardır. Fransız sömürüsüne maruz kalarak bu kadar insanın hayatını kaybetmesi ulus oluşturmayı motive eden milliyet düşüncesinin arkasındaki “öteki”nin kim olduğunu ortaya koyacaktır. Cezayirli için öteki Fransız’dır.
Macron’un Cezayir ve ülke halkı için kullandığı, “Fransız sömürgeciliği öncesinde Cezayir ulusu var mıydı?” sorusu Cezayir’in Fransız sömürüsü sayesinde bir ulus bilincine sahip olduğunu varsayarak, klasik Batılı kibrini tekrarlamaktan öte bir anlam taşımıyor. Fransız Devrimi sonrası ilan edilen Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nin sadece ilk üç maddesi bile Fransa’nın Cezayir ve diğer sömürgelerinde izlediği politikaların kuruluş ilkelerine ne kadar aykırı olduğunu göstermeye yeter. Beyannamenin ilk üç maddesi şöyle;
Madde 1 İnsanlar, haklar bakımından özgür ve eşit doğar ve yaşarlar. Sosyal farklılıklar ancak ortak faydaya dayanabilir. (Cezayirli ya da Fransız farketmez).
Madde 2 Her bir politik birleşmenin amacı; doğal ve dokunulamaz insan haklarını korumaktır. Bunlar; özgürlük hakkı, mülkiyet hakkı, güvenlik hakkı ve baskıya karşı direnme hakkıdır. (Cezayir direnişinin ne kadar haklı ve anlamlı olduğu bu maddeyle açıklanabilir).
Madde 3 Egemenliğin temeli, esas olarak ulustadır. Hiçbir kuruluş, hiçbir kimse açıkça ulustan kaynaklanmayan bir iktidarı kullanamaz. (Fransa’nın Cezayir üzerindeki denetimi, sömürüsü Cezayir halkının iradesinden kaynaklanmamaktadır tam tersine onların iradesini yok sayarak onların millet olmalarının önünde engel olmaktadır. Çünkü eğer bir ulus kendi kendini yönetmiyorsa orada birleşmiş ya da bütünleşmiş bir ulustan söz etmek mümkün değildir).
Macron bir yandan suçunu hafifletmek için Türkiye’yi işin içine sokarak, "Fransa'dan önce Cezayir bir Türkiye (Osmanlı Devleti T.E.) kolonisiydi" demektedir. Ancak burada da Macron’un hata yaptığını söylemek mümkün çünkü Cezayir ve Devlet-i Aliye arasındaki ilişki ne askeri ne de ekonomik olarak Cezayir ve Fransa ilişkisine benzemez, milliyetçilik ya da ulus oluşturma bağlamında ise iş muhtemelen Macron’un tamamen fransız kaldığı bir başlıkla ilgilidir: Millet Sistemi.
Osmanlı millet sistemi, imparatorluk içindeki kategorileştirmeyi etnik köken üzerinden değil din üzerinden yapmıştır. Bu anlamda Müslümanlar (Cezayirliler) dahil imparatorluğun asli unsuru olarak görülürken gayri Müslümler ayrı bir kategoride görülmüşlerdir. Dolayısıyla Cezayirliler Osmanlı’nın gözünde milliyet duygusu bağlamında “ötekiler”i oluşturmamaktadır. Cezayir’de imparatorluk döneminde milli kimlik uyanışı imparatorluk içindeki jön-Türklerin izdüşümü olarak jön-Cezayirlilerle birlikte çıkar, yani Devlet-i Aliye’nin ötekileştirme politikasından kaynaklanan bir milli kimlik hareketi ile değil İtalya’da Mazzini ile başlayan milli kimlik üzerinden ulusal bir devlet oluşturma motivasyonu ile ortaya çıkar.
Kısaca Macron’un Cezayir üzerinden dile getirdiği düşünce Batı’nın sömürgelerini bile modernleştirdiği varsayımı üzerine kurulu Kiplingci bir bakış. Macron bize ‘beyaz adamın ağır yükü’nü hatırlatıyor. Bu ağır yük sömürgeleri kalkındırıyor, modernleştiriyor, modern ulusların ortaya çıkmasına neden oluyor, kısaca medeniyeti öğretiyor.
Cezayir ulusunun Fransa eliyle inşa edildiği iddiası, bir yandan sömürüyü gizler ve onu meşru hale getirirken örneğin, ABD’nin Afganistan, Suriye ve Irak gibi ülkelerde sadece ulus inşa (nation building) değil devlet inşa (state- building) süreçlerinin bölgeyi istikrarsızlaştıran değil bölgeye demokrasi ve insan hakları götürme iddiasını meşru hale getirmektedir. Oysa görüldüğü gibi Batılı söylem eğer tersinden okunursa bir anlam kazanır. Tıpkı kalkınma, modernleştirme, demokratikleştirme, terörden arındırma varsayımıyla bölgede devlet inşa (state-building) girişimlerinin tam tersine başarısız (iflas etmiş- failed states) aslında iflas ettirilmiş devletleri ortaya çıkarması gibi.
[1]https://www.aa.com.tr/tr/dunya/fransa-ile-cezayir-arasindaki-gerginlik-macronun-sozleriyle-yeniden-tirmandi/2381985 (5.10.2021 erişim tarihi)