Tevfik ERDEM

Tevfik ERDEM

Tüm Yazıları

HDP’nin Kapısında Direnen Anneleri Sınıf Perspektifinden Okumak

07 Eylül 2019
h4 { font-size: 24px !important; } Print Friendly and PDF

Kürt sivil toplumu tarihi şartlardan ve kendi özgün durumundan dolayı demokratik bir gelişme seyrinden mahrum kaldı. Bu durum Türkiye’nin doğulu toplum olma özelliğiyle de ilişkilendirilince köklerinin ne kadar eskiye gittiği tartışma götürmez. HDP Diyarbakır il binası önünde çocuklarının HDP aracılığıyla dağa kaçırıldığını iddia eden anneler birkaç gündür eylem yapıyor. İlk eylem Hacire Akar ile sonuç verdiği için tüm Türkiye adeta kilitlenmiş ve “Truman Show” filmini seyreder gibi sonucu bekliyor1

Eylemlerin ortaya çıkmasını iki şekilde açıklamak mümkün, ilk olarak devlet bölgede hiç olmadığı kadar güçlü, terörist ve destekçilerine fırsat vermiyor. İkinci olarak, Kürt sivil toplumu güçleniyor ve bu kez örgüt destekli olmaksızın (NTO=non-terrorist organizations) gelişiyor, denilebilir.

Kürt anneleri HDP’yi iki hususta itham ediyor. Aslında bu iki itham da sınıf perspektifinden yapılıyor. Bu ithamlar önemli çünkü HDP’nin kuruluş ilkelerini oluşturan temele atılan EYP niteliğinde.  Annelerin eylemini Polonya’da 1980’li yılların karizmatik işçi lideri Lech Walesa ve adeta onunla anılan Dayanışma Sendikası (Solidarnosc) Hareketi ile benzeştirirsek modern toplumların ne kadar karmaşık bir işleyiş sürecine sahip olduğunu haliyle sosyal bilimcilerin işlerinin de ne kadar zor olduğunu söyleyebiliriz. Tabii kehanet teknisyenleri ve doxazoflar hariç.

İthamlardan ilki, çocuklarının HDP marifetiyle dağa-PKK’ya katıldıklarına dair. Bu iddianın sonucu HDP’nin terör örgütüyle organik ilişkisinin yadsınmazlığıdır.

HDP’nin kapısında “Batsın sizin Kürdistan davanız! ... Diyarbakır’da genç bırakmadınız ya yerin altındalar ya hapisteler” sözleri, Kürt hareketini demokratik zeminde yürüten en temel yasal siyasi hareketini teröre bulaşmakla suçlayan bir ifade.

İkinci itham, elinde HDP milletvekili-eşbaşkanının kızı ve oğlunun fotoğraflarını göstererek, onların lüks yaşam tarzını iğneleyici tarzda sunan babanın, Kürt hareketi içindeki sınıfsal ayrışmanın ne kadar ön plana çıktığını göstermesi açısından anlamlı. Sosyal medyada kaç gündür bir yanda, dağa çıkan 12-13 yaşındaki kızların terörist kıyafetli fotoğrafları, küçücük bedenleri, Birinci Dünya Savaşı’ndan kalma siyah beyaz fotoğrafları; diğer tarafta ise, kayak yaparken, gitar çalarken ya da lüks bir arabada farklı bir dünyada yaşayan HDP’li vekillerin-belediye başkanlarının çocuklarının fotoğrafları servis ediliyor.

Bu fotoğrafları eylemcilerin akrabalarından Aysel Bozkurt’un şu feryat ve şikâyetiyle gördüğünüzde hikâyenin Orwell’in Hayvan Çiftliği’nden farklı olmadığını düşünüyorsunuz: “Batsın sizin Kürdistan davanız. Oğullarınız özel okullarda, karılarınız plajlarda. Kürdistan diyenlerin çocukları en iyi okullarda okuyor. Ama fakirin çocuğu dağlarda ölüyor. Dağa gönderecek çocuğumuz yok. Artık yeter”

HDP’lilerin kendi çocuklarını dağa değil Avrupa’ya tatile, eğitim için özel okullara gönderdikleri ama halk çocuklarını dağa gönderdiklerine yönelik sınıfsal bir eleştiriydi onların yaptıkları. Bu sınıfsal eleştiri de ilk eleştiride olduğu gibi HDP’yi en yumuşak yerinden yakalamıştır zira BDP’den HDP’ye doğru geçiş süreci yaşanırken HDP’nin temel iddiası, tüm Türkiye’deki ezilenlerin partisi olmaktı. Ancak şimdi Kürt halkının alt tabakası HDP’nin kapısının önünde onu sigaya çekiyor.

Belki de HDP için halkın (demos=ayak takımı) bu bilince sahip olması arzu edilen toplumun önündeki bir engeli ortaya çıkarıyordu: Yanlış bilinç. İstanbullu lümpen Kürt orta sınıf küçük burjuvanın zaten öteden beri bilinen vurdumduymazlığı tolere edilebilirdi ama kendini davasına adamak zorunda olması beklenen halkın öz evlatlarının bu çıkışları ancak hegemon devletin ikna ve baskı araçları sayesinde mümkün olabilirdi. HDP’nin aileleri hala kendi kendilerine karar verecek özne olarak görmediği anlaşılıyor yani eleştirdikleri ‘otoriter devlet’ten farklı bir şekilde bakmıyorlar sıradan insanlara.

Tabii bir de orta sınıf Türkler için bir ‘HDP’yi anlama klavuzu’ yayınlamak gerekiyor çünkü HDP’yi yekvücut PKK’nın uzantısı ve tüm üyelerinin, vekillerinin ve destekçilerinin terör örgütü ile uzantılı olduğunu (hatalı olarak) düşünüyorlar. Elbette ki bu hataya sebep olan HDP’nin hep eleştirilen turnusol olma işlevini yerine getir(e)memesi (yani dağa karşı sesini -biraz daha- yükseltememesi). Yoksa HDP içine çekildi ailelere kızıyor, bunları nasıl engelleriz diye düşünmüyordur, düşünmemesi gerekir. Şu anda HDP’nin kapısında verilen demokrasi ve yaşatma mücadelesi HDP’nin içinde hangi hararetle tartışılıyor bunu zamanla öğreneceğiz.

Walesa ile başlamıştık onunla bitirelim. Çok ilginçtir Walesa’nın işçi örgütü “Dayanışma Sendikası” sosyalist bir rejime karşı işçi haklarını savunmak için ortaya çıkıyordu ve milyonlarca üyesi vardı. Doğu Avrupa devletlerini sosyalizmden vazgeçirmeye götüren 1989-1991 sürecinin yaşanmasında, sosyalist bir rejime karşı (Marx’ı mezarından ters döndürecek biçimde!) mücadele eden bu işçi örgütünün etkisi çok büyüktür.

Ezilenlerin (ve Kürtlerin) sözcülüğünü yapma iddiasıyla ortaya çıkan bir partinin kendi kitlesi tarafından sert bir dille kepenklerini kapatmak zorunda kalması da Türkiye’de siyasetin yürütülme biçiminde etkili olacaktır. Sonuç, Lech Walesa sosyalizmin sonunu getirdi Kürt anneler de bu sorunu bitirecek değil. Sorun ancak demokratik bir yolla ve sivil direniş kanallarının kamusal alanda yaygınlaşmasıyla mümkün.  Yoksa sorunu basitleştirmiş ve çözümü bulmuş değilim, ne haddime!

Tüm hakları SDE'ye aittir.
Yazılım & Tasarım OMEDYA