Tevfik ERDEM

Tevfik ERDEM

Tüm Yazıları

İstanbul seçimleri: “Yerel düşünüp küresel hareket etmek!”

25 Haziran 2019
h4 { font-size: 24px !important; } Print Friendly and PDF

İstanbul seçimleri bir genel seçim havası estirdi ama yerel bir sonuç ortaya koydu. Biraz ironik olacak ama İstanbul seçmeni “yerel düşünüp küresel hareket etti!”.

Yerel düşünüp küresel hareket etmekle anlatılmak istenen, seçmen davranışın küresel eğilimlerden uzak olmadığı ve bu eylemin yerel süreci etkilemesidir ki 23 Haziran İstanbul yerel seçimlerinde bu ilke açıkça ortaya konulmuştur.

Seçmenin küresel hareketiyle anlatılmak istenen, aslında 31 Mart seçimlerinde şahit olunan, seçmenin aynı seçimlerde oyunun rengini farklılaştırabilmesidir. Seçmenlerin %5-10’luk bir kısmı artık özellikle yerel seçimlerde ideolojik bir angajman doğrultusunda hareket etmiyor. Sadece ideolojik bağlılık doğrultusunda hareket etmediği gibi, sandığa atacağı zarfa, aynı partilere basılmış seçmen zarfını doldurmuyor. Büyükşehirde bir partinin adayına, ilçede başka bir partinin adayına, il genel meclisinde bir diğer parti adayına oy verebiliyor. Seçmenin bu değişimine sebep olan husus onun apolitikliği olabilir, ideolojik hareket etmemesi olabilir ya da rasyonel oy verme tercihi olabilir. Ancak tüm bu profile sahip yani blok halinde hareket etmeyen seçmenin genelde büyükşehir seçmeni olması dikkat çekicidir. Seçimin yenilenmesine neden olan husus da seçmenin modernleştiğinin (“oy verme davranışının kendisi zaten modern bir faaliyet” olduğunu belirten itirazlardan hareketle) hatta küreselleştiğinin anlaşılamamasıdır. 31 Mart seçim sonuçlarına en büyük itiraz nedenlerinden biri, “seçmen ilçede bize oy veriyor ama büyükşehirde bize oy vermemiş görünüyor, ilçede aldığımız oy oranı ile büyükşehirde aldığımız oy oranı farklı, öyleyse oylarımız çalındı!” açıklaması idi. Bu seçmenin özelliği nedir ki, büyükşehir ve ilçelerde farklı oy kullanabiliyor. Ya da bu seçmenin özelliği nedir ki, 31 Mart seçimlerinde 13 bin 729 olan farkı 23 Haziran’da yani iki buçuk ayda 777 bine çıkarabiliyor.

Büyükşehirler ekonomik olarak nisbi gelişmişlik mekânlarıdır, bu gelişmiş şehirler farklı sosyo-ekonomik profillere sahip kent sakinlerinden oluşur; alt sınıflar, üst sınıflar ama daha da çok genişleyen orta sınıflar. Orta sınıflaşma kentlerin tipik özelliğidir. Orta sınıflaşma ortalama bir gelir düzeyini (medyan gelir), yüksek bir eğitim düzeyi ortalamasını, enformasyon ve hizmetler sektöründe çalışanların (beyaz yaka çalışanların) yoğunlaştığı mekânı ifade eder. Orta sınıflaşma ve onunla beraber işleyen beyaz yakalılaşma, kentin özgür havası, eğitim düzeyinin yüksekliği seçmen davranışlarını daha rasyonel bir çerçeveye oturtabilir. Kentli bireylerin merkezi ve yerel yönetimlerden beklentileri, günlük hayatlarını kolaylaştıracak, gelir düzeylerini yükseltecek (en azından daha da aşağıya düşürmeyecek), kendileri ve çocukları için daha yaşanabilir bir çevre ve kentsel altyapı imkânlarından sürdürülebilir şekilde faydalanmalarını mümkün kılacak merkezi ve yerel yönetim hizmetlerinin kendilerine sunulmasıdır. AK Parti’yi, ona oy veren farklı siyasi parti seçmenlerinin çeyrek asırdır İstanbul’da ve merkezi iktidarda (hükümette) tutmasının ardında bu beklentiler vardı. Ancak 31 Mart ile başlayan yerel seçimlerde AK Parti özellikle büyükşehirlerdeki ciddi kalelerini boşaltmaya başladı. 23 Haziran ile de İstanbul’u ciddi bir oy farkıyla kaybetti.

İstanbul için büyük hatta çılgın projeler üreten, ulaşım ve altyapı gibi hizmetlerinde büyük mesafeler alan büyükşehir belediyesi nasıl olur da bu kadar çok ve geniş kapsamlı hizmet sunumuna rağmen kaybedilebilir? Kaybedildi?

Ekonomik krizin seçmen davranışı üzerindeki etkisinden bahsedilebilir ancak Türkiye’deki ekonomik krizin 31 Mart ve 23 Haziran arasında büyük bir değişiklik göstermediği söylenebilir.

Rakip adayın seçim stratejisi ya da AK Parti’nin seçim stratejisindeki değişiklik etkili olmuş olabilir mi? Örneğin 31 Mart’taki beka sorunu, gönül belediyeciliği söylemlerinin yerini alan “çünkü çaldılar”, “Ordu havaalanı krizi” gibi temalar üzerinden yürütülen stratejinin başarısızlıkları etkili olmuş mudur? Ya da son üç günde piyasaya sürülen “Öcalan’ın mektubu” acaba Cumhur ittifakındaki sadece MHP’li değil AK Partideki milliyetçi seçmenler üzerinde de olumsuz bir etki uyandırmış ve oyların ters tepmesine neden olmuş mudur?

Millet ittifakı ya da İmamoğlu cephesinden de durum daha farklı okunabilir. AK Parti’nin daha saldırgan bir seçim stratejisi izleyip, rakip adayları değersizleştirme ve itibarsızlaştırma taktikleri İmamoğlu’nun kazanmasında ne derecede etkili olmuştur bilinmez ama etkili olduğu da kesin gibi. İmamoğlu’nun ve genelde millet ittifakının çatışmaya girmekten uzak sakin tarzı, adalet, sevgi, özgürlük, barış, israfın önlenmesi, liyakat vb. temalar üzerinden strateji izlemesi onu başarıya götürdü görünüyor. Hiç de şaşırtıcı değil çünkü tam da AK Parti’yi iktidara taşıyan sloganlar bunlar değil miydi? Özellikle israf ve liyakat vurgusu bu seçimlerde AK Parti’nin yumuşak karnı olarak görüldü ve İmamoğlu bu kanallardan abandıkça abandı. Görünen o ki buradan da sonuç aldı.

Apo ve Selo’nun seçimi

İstanbul seçimlerinin bir başka özelliği, özellikle Öcalan’ın seçimlerde HDP’nin tarafsız kalması gerektiği yönündeki telkinini içeren mektubunun avukatları tarafından açıklanmaması sonrası mektubun bir akademisyen tarafından piyasaya sürülmesidir. Mezkur akademisyen, Öcalan’ı onurlu bir mücadelenin lideri, PKK’yı TC terörüne isyan eden bir organizasyon ve teröristler için hazırladığı anketlerde PKK’lı teröristleri “çocuksu masumiyet” sahibi aktivistler olarak gören bir akademisyendir[1]. Son olarak teröristbaşını “yerli ve milli olarak tanıtarak” Öcalan hakkındaki kanaatini paylaşmıştır. Sıradan bir akademisyenin Öcalan üzerinden HDP seçmenini etkilemeye yönelik aracılığı da milliyetçi seçmeni etkilemiş olabilir. Zaten seçim öncesi zihinleri karıştıran bir Türkiye tablosu ortaya çıktı, Kafa karıştıran husus, HDP’nin Öcalan’ın sözünü dinlememesiydi. Ne tuhaf! Yıllarca “iradesi irademizdir” dedikleri, odası bir metrekare daha genişlesin diye açlık grevlerine başladıkları, uğruna kendilerini yaktıkları Öcalan’ın sözünü tutmuyorlardı. Zaten mektubun avukatlarla paylaşıldığı gün HDP’nin tutuklu eski başkanı S. Demirtaş, sosyal medya paylaşımında, HDP’nin İstanbul seçimlerinde İmamoğlu’na yönelik tercihlerinde bir değişme olmadığını acilen açıklamıştı. Öcalan’ın İmralı Notları adlı kitabında kendisine yönelik küçümsemelerinin bir intikamı gibiydi bu.

HDP’li seçmen ne yapmak istemekte, neyi amaçlamakta ve nereye doğru gitmekteydi? HDP’li seçmenin Öcalan’ı bile harcayacak bu pervasızlığı nasıl açıklanabilirdi ki? İstanbul’daki 1.195 bin seçmenin (İstanbul seçmeninin %12’si) Öcalan’ı dinlemesi seçimleri kaçınılmaz biçimde etkilerdi ancak feodal etkilerden arındırılmış kentli Kürt seçmen, neredeyse blok halinde[2] başka bir kolektivitenin (parti-örgüt) etkisi ile oylarını -Öcalan’ı da çiğneyerek- İmamoğlu lehinde kullandılar. Kandil bu zamana kadar Öcalan’ı defalarca çiğnedi, yok saydı, görmezden geldi ancak belki de görünür biçimde ilk kez sivil siyaset(!) Öcalan’ın sözünün dışına çıktı. Ancak dikkat edilmesi gereken şey, bu durumun sivil siyasetin silahların gölgesinden çıktığı anlamına gelmemesidir. Çünkü zaten yapılan Kandil yani terör örgütünün silahlı kanadının izlenmesini istediği politikadır. Yani muhalefetin dediği gibi, Öcalan’ın sözünün dışına çıkma sivil siyasetin silahların vesayetinden çıkması olarak okunmamalıdır çünkü tam da silahlı kanadın istediği şey olmuştur.

23 Haziran sonrası ne olacak?

23 Haziran seçimleri seçmenin elinin farklı partilere oy atmaya alıştığını gösterdi. İdeolojisi, dünya görüşü kendisininkiyle örtüşmeyen partilere oy verebiliyor artık seçmen. Çünkü sadece kendisi değil oy verdiği parti de artık ideoloji merkezli bir parti olmaktan çıkmış görünüyor. Partiler sorun odaklı ve kuşatıcı, farklı seçmen kitlelerini kendilerine çekmeye çalışan “hepsini yakala” tarzında bir parti olmaya çalışırken Türkiye gibi iki keskin blok üzerinde hareket eden cephelerde sağa sola salınan ve seçimin kaderini belirleyebilen %5-10’luk seçmen kitlesini çekmeye çalışıyorlar.

Bu süreç özellikle muhalefet partilerini daha çok (keskin sol) ideolojiden uzak ve yerel sorunlara odaklandırarak Türkiye’nin uzun bir dönem enerjisini içine çeken laiklik, şeriat, etnisite, mezhep, yaşam tarzı tartışmalarından uzak, evrensel adalet ve iyiyi hedefleyen hümanist ve âdil ekonomik program geliştirmeye odaklanan liyakat, refah, adalet, eşitlik, özgürlük gibi söylemleri ön plana çıkaran politikalar izlemeye itmektedir. İktidar hâlâ toplumun yarısının teveccühünü almaktadır ancak bu seçim daha önceki seçimde kaybedilen büyükşehirlerle birlikte ele alındığında bir tür “halk muhtırası” (ihtarı) olarak yorumlanmalıdır. İktidar artık biraz daha gergin ve sağlam adımlarla hareket etmek zorunda hissedecektir kendini.

Cumhur ittifakının tartışmaya açılmayacağına dair açıklamalara rağmen seçime katılmayanların ya da oylarının rengini değiştirenlerin politik kimliği üzerine yapılacak tartışmalar Öcalan’ın mektubu sonrası ortaya çıkan tartışmalarla birleştirildiğinde ittifak içi sıcak tartışmayı devam ettirecektir.

23 Haziran sonrası erken seçim tartışmaları gündeme gelecektir ancak millet ittifakının böyle bir dayatması ya da talebi, peş peşe seçim yaşayan kitle için tek sebep bu olmamakla birlikte bir hayal kırıklığı üretebilecektir. Çünkü seçmen öncelikle millet ittifakının büyükşehir performansını görmek isteyecektir. Bu yüzden büyükşehirler millet ittifakı için bir koçbaşı niteliği taşıyacaktır tıpkı AK Parti de olduğu gibi.

AK Parti cephesinde reise sağlıklı bilgi ulaştırma kanallarının tıkanıklığı sorgulanacak ve muhtemelen parti içinde ciddi değişikliklere gidilecektir. AK Parti en güçlü olduğu dönemde güç kaybetmeye başladığı için gerilemenin nedenlerini sorgulayacaktır. Bu noktada Kürt meselesinden Avrupa Birliğine, Ekonomik sorunlardan küskünlerin kazanılmasına kadar birçok başlık tekrar açılacaktır. Parti kurmaylarının seçim öncesi bahsettikleri günah çıkarma süreci belki de büyük iç hesaplaşmalarla yaşanacaktır. Ancak AK Parti bu tür değişimleri sancısız atlatan bir parti olma özelliğine sahip olduğu için iç hesaplaşmanın yerini özeleştiri ile çekilmeye bırakabilecektir. Sürecin sıkıntısız atlatılmasının önemi kapıda bekleyen yeni parti oluşumlarının varlığıdır.

24 Haziran sabahı yeni parti oluşumları daha da hızlanabilecektir çünkü yelkenlerini dolduracak bekledikleri rüzgâr çıkmıştır. Oy farkının 800 binlere varması AK Parti’nin ciddi bir eleştirisi olarak okunacak, 31 Marttaki kayıplardan ders çıkarılmadığı, oy erozyonunun daha da artacağı söylemiyle siyaset arenasında pozisyon alınabilecektir.

23 Haziran seçimi sonrası, siyasette kaybederken de kazanılabileceği konuşulacaktır. Tıpkı Binali Yıldırım’ın tam da YSK’nın seçim sonuçlarının açıklaması için izin verdiği dakikalarda oyların %70’i açıklanmışken, rakibinin seçimi kazandığını belirtip, ona başarılar dileyen Sayın Binali Yıldırım’ın hem Cumhur ittifakı hem de millet ittifakı taraftarlarının gözünde devleşmesi gibi.

31 Mart ve 23 Haziran 2019 Büyükşehir Belediye Başkanlığı Seçimi Mukayesesi

 

 

Cumhur ittifakı:

AK Parti ve MHP     

Millet İttifakı

CHP ve İyi Parti      

Diğer                          

Katılım oranı    

Geçerli oy                                

23 Haziran

2019       

3.921.201 %45.1

4.698.782 %54

SP: 47.540 %0.5      

VP. 15.170 %0.2   

% 84,4     

Toplam seçmen:10.570.222  

Kullanılan oy: 8.868.664

Geçerli oy: 8.696.552

31 Mart

2019

% 48,6  4.156.036

% 48,8  4.169.765

 

% 83.9

Toplam seçmen 10.570.939

Kullanılan oy:  8.865.072

Geçerli oy   8.549.822

Fark

-234.835 

+529.017

SP fark: -55.824

Vatan P. -258

% +0.5

Toplam seçmen

Sayısı:-717 azalmış.

Geçerli oy +146.730 artmış

24.06.2019 saat 00.52 itibariyle.

 

[1] Bakınız: Ali Kemal Özcan (2014), Türkiye’nin Kürtleri, Profil, İstanbul.

[2] https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2019/06/22/rawest-ve-team-arastirmasi-kurt-secmenin-yuzde-66si-imamogluna-oy-verecek/

Tüm hakları SDE'ye aittir.
Yazılım & Tasarım OMEDYA