Tevfik ERDEM
Tüm Yazıları“20. yy ın en büyük yalanı aşı, antibiyotik ve doktorların bizi ölümcül salgınlardan koruduğu yalanıdır” gibi, modern tıbba bir anlamda da modern bilime meydan okuyan ve oldukça karamsar (pesimist) iddiaların yer aldığı eser[1], Çin virüsünün oldukça can yaktığı bu günlerde okuyucuyu çok da ümitlendiren bir içeriğe sahip değil.
Andrew Nikiforuk’un insanların medenileşme ve modernleşme süreciyle birlikte doğa üzerinde meydana getirdikleri tahribat sonrasında ortaya çıkan salgın hastalıkları anlattığı, Mahşerin Dördüncü Atlısı adlı eser okunduğunda, bugün Çin virüsünün meydana getirdiği krizin çok da olağanüstü bir kriz olmayıp, insanlık tarihinin belli dönemlerinde yaşanılan talihsiz deneyimlerden biri olduğu anlaşılıyor.
Yazar insanlığın her zaman bir salgın hastalık riskiyle karşı karşıya olduğunu ve bunun insan nüfusunu hatırı sayılır bir oranda da azaltabileceğini söylüyor. Çünkü salgın hastalıklar ve onlara sebep olan mikrop, bakteri ya da virüsler karşısında insanların hep yenildiğini örnekleriyle gösteriyor. Tabii ki yazar modern tıbbın bir üyesi değil bir araştırmacı-gazeteci olduğu için bize verdiği bilgiler hakkında “acaba” diye bir tereddüt yaşamıyor değiliz ancak konusuna hâkim olduğunu ispatlayacak tıp, biyoloji ve kimya diline sahip olduğu da görülüyor. Yine aldığı ödüllerden dolayı da bilgilerin onaylandığı düşünülebilir. Ayrıca olayları basitleştirerek ve örneklendirerek anlatımı hem kitabı akıcı kılıyor hem de okuyucuyu (en azından beni) ikna ediyor.
Eser virüslerin ortaya çıkma sebebinin, insanların doğal çevreleri üzerinde yaptıkları değişikliklerin meydana getirdiği bir başka değişikliğin sonucu olduğunu iddia ediyor. Yani insanların doğaya müdahalesiyle birlikte doğal denge bozulduğunda bu durumdan olumsuz etkilenen türlerin diğer türleri etkilemesi sonucu virüsler ve haliyle hastalıklar ortaya çıkıyor.
Önce eserin adına bakalım. Kim bu Mahşerin Dördüncü Atlısı? Aslında o, diğer üç atlıyla birlikte dünyayı şekillendiren biçimlendirenlerden biri. Bu dört atlı İncil’deki Vahiy’in 6. Bölümünde zikrediliyor: Birinci atlı, beyaz bir atın üzerinde oturur başında bir taç vardır. Bu taç, Tanrının dünyasını ve umudu temsil eder. İkinci atlı, kan kırmızısı bir küheylana binen ve elinde kılıç taşıyan Savaştır. Üçüncü atlı, siyah bir atın üzerinde, refah ile kıtlığı ölçmek üzere bir terazi taşır. Bunlardan dördüncüsü, soluk ve kansız bir ata biner ve açlıkla hastalıkla öldürme gücüne sahiptir. Nikiforuk (s.15), bu dört atlının, kâh devrimlerle kâh kıtlıkla ve sürekli değişen ölümcül salgın türleriyle dünya tarihini hep birlikte yazdıklarını söyler. Savaşların sonucunun bazen salgınlar tarafından nasıl belirlendiğini örneklendirir(s.30): Araplar, Haçlı ordularını sıtmayla yener, Ruslar Napolyon'un ordularını tifoyla geri püskürtür, Amerikan iç Savaşı'nı Kuzeylilerin kazanmasının nedeni, iki tarafın ordusunu da kırıp geçiren ishalin ardından Güneylilere oranla Kuzeylilerin daha çok askerlerinin kalmasıdır. İnsanlık tarihinde salgınların ne kadar belirleyici olduğunu da veba salgını sonrası feodalizmin sonunun gelmesi ile örneklendirir. Ancak hemen bir dipnot düşelim ki feodalite, sadece veba salgını yüzünden sona ermemiştir. Feodallerin aşılmaz sanılan muhkem kalelerini yıkacak topların devreye girmesi yeni bir aktör olarak kent soylu orta sınıfların (burjuvazinin) ortaya çıkması da feodalizmin sonunu getiren etkenler olarak bilinir.
Eserde salgın hastalıkların, insanların doğaya çeşitli şekillerde müdahale etmesinden dolayı ya da doğadaki dengenin verimsizlik, kuraklık ya da başka sebeplerden dolayı bozulmasıyla, ortaya çıktığının altı sürekli çizilir. Bu yüzden hem mikro evren (insan) hem de makro evren (doğa) dengesinin çok önemli olduğu vurgulanır.
Nikiforuk bize, klasik bilim eleştirmeni Paul Feyerabend’in ya da Fritjof Capra’nın üslubuyla seslenir adeta, “20. yüzyılın en büyük yalanı aşı, antibiyotik ve doktorların bizi ölümcül salgınlardan koruduğu yalanıdır” (s.16), öyleyse modern tıp ve modern bilim bizi çaresizlikle baş başa bırakabilecektir. Hastanelerin artık hasta bakamaz ya da hasta seçer hale geldiği Çin virüsü salgını, hastaneleri tam da Capra’nın, insanların duygusal açıdan dezenfekte edilen ortamda ölümü bekledikleri bir mekan nitelemesine kavuşturacaktır. Capra’nın kanser için yaptığı bilim eleştirisini Nikiforuk salgın hastalıklar için yapar ve ekler, Dördüncü Atlı (salgın hastalıklar) sahneden ancak kendi istediği zaman çekilir/miştir.
Bakteriler
Bakteri ve virüs hakkındaki tarihsel bilgiler insanlığın onlarla olan karşılaşma hikâyesini de anlatır. Gözle görülmeyen mikroplar olarak anılan bakteriler ve virüsler sadece canlıların vücudunda değil her yerde bulunurlar, örneğin “toprağın bir gramında 1 ila 10 milyar arasında, yani dünya üzerindeki insan nüfusunun iki katı kadar bakteri hücresi barınır” (s. 23). Bakteriler insan vücudunun değişik yerlerinde burun, ağız, bağırsaklarda vb. uzun zamandır huzur içinde yaşarlar. İnsan vücudu 10 katrilyon hayvan hücresi ve 100 katrilyon bakteri hücresinden oluşur. İnsanlar bakterilerden yapılmış, bakterilerle kuşatılmıştır ve bakterilere bağımlıdırlar.
Bakteriler gruplar halinde çalışarak, hayvan ve bitki ölülerini, kurtçuklar için yiyeceğe, çiftçiler için verimli topraklara dönüştürüp doğaya geri kazandırır. Havadaki nitrojen gazını ayarlayarak bu yaşam kaynağını ağaçlara ve diğer canlılara aktarırlar. Başka hiçbir canlı bunu yapamaz (23).
Virüsler
Bakterilerden daha küçük olup, yaşayan ölüler ailesine mensup virüslerin birçoğu, büyük salgınlar ve ölümlerle bakteri topluluklarını kontrol altında tutarlar (s. 24). İnsanların virüs ve bakterilerle tanışması aslında medeniyetin seyriyle paraleldir. Tarımla başlayan medenileşme süreci büyük kentleri ortaya çıkarıp doğa üzerinde çeşitli değişiklikler yapınca, insanlar adeta bir hastalık pazarı oluşturan virüs ve bakterilerle tanışırlar. Bu tanışma beraberinde hastalıkları da getirir: Köpek kızamığı, inek difteri ve tüberküloz hastalığını insanlıkla tanıştırır. Ancak zamanla çiftçilerle birlikte yaşamayı öğrenir virüsler çünkü insanların ölmesi yerleşecek bulmayacakları için kendilerinin de ölmesi anlamına gelmektedir. Medeniyetin daha ileri aşamaları insanlığı metropollerle tanıştırdığında insanlık hava kirliği, çöp yığınları, su kirliliği ile tanıştı. Ormanların ve “vahşi toprakların yok edilmesi, fareleri, sıçanları, keneleri, pireleri ve sivrisinekleri insanlara daha yakın yaşamaya zorladı. Bu leş yiyiciler beraberlerinde veba, tularemi (böcek ısırmasıyla bulaşan bir hastalık), tifüs ve sıtma gibi sürprizlerle geldiler. Yüz binlerce insanın yaşadığı kentler ortaya çıktıkça, toplu ölümler de fırtınalar kadar sıradan hale geldi” (s. 28). Ancak şehrin insanı kırdaki ile mukayese edildiğinde zamanla daha sağlam bir bağışıklık sistemine sahip hale gelecektir.
Salgın hastalıkların önemli bir kaynağı olan virüslerin sahip olduğu özellikleri şu şekilde sıralamak mümkün;
Virüslerin zaman içinde değişikliğe uğramaları, ortaya çıktıkları zaman çok büyük can kayıplarına sebep olmaları, tedavide hızlı mesafe alınamaması, onların meydana getirdiği soruna yönelik mesafe alınmasını da engellemektedir. Ancak olayın bir başka yönü de bu tür salgın hastalıkların ortaya çıkmasında sorumlu olan aktörlerin kimler olduğuna dair sözde belirsizliktir. İnsanlığa ırk, din, sosyal sınıf farkı gözetmeksizin külliyen zarar veren bu salgınların sorumlusu kimdir? Yazar bu sorunun cevabını daha önce de belirtildiği gibi insan(oğlu) olarak açıklar. Biraz daha objektifi odaklarsak “mikrop kuramcıları, mikrop avcıları ve ilaç şirketleri bugün, insanların salgın hastalıkların saldırgan mimarları oldukları gerçeğini gizlemede daha başarılı" (s.32) diyen yazar, biraz daha ileri giderek virüslerin ortaya çıkmasına sebep olan politikaların, uygulamaların ve devletlerin de kimler olduğuna dair işaretler de verir. Örneğin;
“Çin, virüsleri teşvik edecek tarım politikaları izlediği için sıcak bölge kabul ediliyor. Çin'deki birçok çiftlikte önemli bir grip deposu olan ördekler ve yabani su kuşları, sağlam bir grip taşıyıcısı olan domuzlarla özgürce oynaşıyor. Ördeklerin, domuzların ve köylülerin yakın ilişkisi, başka türlere sıçraması ve insanların bilmediği bir biçimde yeniden örgütlenmesi için grip virüsüne sonsuz fırsatlar sunuyor. Böylesi ekolojik gerçekler ışığında, gribin imkanlarını tüketmediğini kesinlikle söyleyebiliriz” (s.191).
Yazar bize gelecekte ortaya çıkacak salgın hastalıkların nereden çıkacağını belirtirken bir yandan da bunların ne kadar büyük bir insan nüfusunu ortadan kaldıracağını söylemektedir. Eser bize ayrıca ilaç mucizesinin sonundan (insanın aklına Fukyama’nın Tarihin Sonu teorisi geliyor:) ve gerilla tarzı bir direniş sergileyen virüslerden söz ediyor çeşitli örneklerle. Bu örnekler nelermiş onlara bir bakalım…
[1] Nikiforuk, Andrew (2018), Mahşerin Dördüncü Atlısı, Salgın ve Bulaşıcı Hastalıklar Tarihi, Çev. Selahattin Erkanlı, İletişim Yayınları, İstanbul.
Güncel Yazıları
“Onlara Ait Her Şeyi Tümüyle Yok Et… Hepsini Öldür” Tevrat: Yasanın Tekrarı (Tesniye)..
30 Ekim 2023
Almanların Nazi/Faşizm Sevdasının Faturasını Müslümanlar Ödemek Zorunda Mı?
27 Ekim 2023
“Emperyalizmin En Ölümcül Silahı: Demokrasi Yalanı”
20 Ekim 2023
Mutlak Kötülük ve Zorba Devlet
14 Ekim 2023
Öğrenilmiş Acziyet, “Aksa Tufanı” ve Şu Bizim Ezik Aydınımsılar
09 Ekim 2023
12 Eylül ve NATO (ya da ABD)
12 Eylül 2023
Bale ve Opera ile AK Parti’yi Terbiye Etmek
24 Ağustos 2023
Muhalefet Dağınık, Yerel Seçimler Çantada Keklik (mi?)
22 Ağustos 2023
Ekrem Nereye Koşuyor?
18 Ağustos 2023
CHP İçindeki Kaostan İyi Parti’nin Kendi Sahasında Top Çevirmesine
14 Ağustos 2023
Suç ve Ceza İlişkisizliği : Esenyurt Saldırısı ve Diğerleri
01 Ağustos 2023
Zihni Batının İşgalinde Olanların Arap Düşmanlığı
26 Temmuz 2023
Bir İşgal Operasyonu: 15 Temmuz Başarısız Darbe Girişimi
14 Temmuz 2023
Konser İptallerini Karşı Devrim Olarak Okumak
12 Temmuz 2023
CHP Kabuk Değiştirebilecek mi?
05 Temmuz 2023