Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

Neden Çin Virüsü?

Tevfik ERDEM
21 Mayıs 2020 13:16
A-
A+

11 Eylül 2001 saldırıları gerçekleştiğinde dönemin Amerikan başkanı George W. Bush, dünyayı, barbar ve medeni olarak ikiye ayırdığı bir söylemle savaşı başlattığını ilan etmişti. Bu savaş medeni beyaz dünyanın barbarlara açtığı savaştı. 11 Eylül sonrası Amerika SSCB’ye karşı desteklediği eski dost Taliban’a karşı, Ek-Kaideyi desteklediği gerekçesiyle savaşı başlatmıştı.

Amerika daha sonra da Irak’a karşı bir savaş başlattı buradaki gerçekçisi, Irak lideri Saddam Hüseyin’in El Kaide ile sözde bağlantısı idi. Ancak savaşı ABD’nin gözünde meşru kılan başka gerekçeler de vardı, örneğin Irak liderinin petrol satışlarını Euro üzerinden yaparak uluslararası piyasalardaki dolar hâkimiyetini kıracak bir girişimde bulunmasıydı. Ayrıca Saddam Hüseyin’in adeta “Ortadoğu’nun serseri devleti” nitelemesini ABD’nin gözünde meşru kılacak biçimde Kuveyt’i işgal girişimi de her ne kadar bu işgale göz kırpmış olsa da önemli bir gerekçeydi. İsrail’in bölgedeki güvenliğini tehdit edebilecek düzeye gelmesini hiç saymıyorum. Hülasa Amerika daha baştan pusuya yatmış ve Ortadoğu’nun enerji kaynaklarını kontrol altına almanın yollarını gözlüyordu demek çok da yanlış değil. Amerikan çıkarları için bu kadar hayati olan kaynakların, bu kaynakları kontrol edebilecek insani düzeyin evrimsel olgunluğa erişmediği bir topluma bırakılması çok da rasyonel görünmüyordu. Üstelik bu savaş, kazanması kolay ve maliyeti karşılanabilecek bir savaştı. Bu savaş aracılığı ile de tüm dünyaya yeni bir düzen verilmiş olacaktı.

11 Eylül sadece Amerika’ya değil özgürlük, demokrasi, insan hakları gibi Batılı değerlere karşı açılmış bir savaş olarak algılandığı için tüm Batılı devletler çok ani bir refleksle bu savaşta Amerika’nın yanında olduklarını açıkladılar.

Siyasi tarih bundan sonra adeta 11 Eylül’den önce ve 11 Eylül’den sonra olmak üzere ikiye ayrıldı. Herkes dünyanın artık eskisi gibi olmayacağını, artık günlük hayatımızdan dünyanın işleyişine kadar her şeyin değişeceğini söyledi.

Yeni bir dünya düzeni, küreselleşme ve şimdi de küreselleşmenin artık sonunun geldiğinin işareti olarak korumacı politikalar uygulayan Amerikan yönetimi post küresel bir dünyanın geldiğini duyurdu. Böylece kapitalizmin istediği (ya da işine geldiği) zaman serbest piyasacı, istediği zaman da korumacı bir politika izleyebileceği gerçeği bir kez daha tekrarlanmış oldu. Bu yeni dönemde de Amerika’nın uygulayacağı olağanüstü politikaları meşru kılacak bir düşmana ihtiyacı vardı. Kullanım süreleri dolan kızıl ve yeşil şeytanların yerini Kanada’daki Huawei tutuklamasıyla sarı şeytan almış oldu. Giderek ekonomik bir güç olarak tüm dünya üzerinde etkisini hissettiren, fason üretim ve bilgi hırsızlığıyla suçlanan bir ülke kendi markalarını yaratarak, disipline edilmiş bir toplumun ürettiği caydırıcı ekonomisi ve popülasyonuyla adeta özgür dünyaya meydan okuyordu. Amerika’nın bu yeni tehdidi dizginlemesi ve karşı harekete geçmesi için bir Pearl Harbour veya 11 Eylül tarzı saldırıya ihtiyacı vardı. Ancak ne Hong Kong krizi ne de Huawei tutuklaması uyuyan devi agresif bir yol izlemeye itmedi, zaten buna ihtiyacı olduğunu da düşünmeyen bir tarz sunuyor Çin. Ta ki wuhan’da patlayan virüs vakasına kadar.

ABD böylece Wuhan eyaletinde üreyen virüs aracılığıyla rakibini köşeye sıkıştıracak bir koza sahip oldu. Çünkü virüsün kaynağı Çin’di ve 11 Eylül kadar doğrudan bir saldırı olmasa da verdiği zarar (ölü sayısı) çok daha fazlaydı. Bu sayının giderek artması da dolaylı olarak Çin’in verdiği zararın büyümesi anlamına geliyordu. Bu yüzden doktorlara yapılan ölüm vakalarında, sebebin covid 19 olarak gösterilmesi baskısı, Çin’e karşı yapılacak herhangi bir girişimin meşruiyetini (hem halkın hem de tüm dünyanın gözünde) meşrulaştıracaktı.  Peşi sıra Çin’e karşı açılacak tazminat davalarında vaka sayısı tazminat talep miktarını etkileyecekti.

Virüsün ilk kez Çin’de ortaya çıkmış olması Çin’e yönelik küresel bir yeniden değerlendirmeyi gerekli kılıyor. En azından şimdilik tüm veriler virüsün ilk kez Wuhan eyaletinde ortaya çıktığını gösteriyor. En azından diyorum çünkü virüsün Amerika’da Kasım (2019) ayında görüldüğü söylentileri de var. Çin küresel ekonomide giderek artan gücünü siyasete de tahvil etmek istiyor, bu zaten ekonomik gücün doğasında içkin. Hiçbir ekonomik güç sadece ekonomik bir güç olarak kendini sınırlandırmak istemiyor, istemez de. Çin tam da Amerikan hegemonyasını sona erdirecek başlangıcı yapacak ekonomik, askeri ve siyasi güce ulaştığını düşündüğü bir anda hiç hesapta olmayan bir sorunun kaynağı olarak görülmeye başlandığında belki de bin yıllık planlarının gerçekleşme hayallerinin bir karabasana dönüştüğü dönemle tanıştı. Virüsle birkaç aylık mücadele sonrası başarı elde etmesi onun hanesine bir kazanç olarak yazılsa da kayıplarını karşılayabilecek bir kazanç değil gibi görünüyor. Çünkü başta Amerika ve Avrupalı ülkeler (tonlaması Amerika kadar olmasa da) Çin’e karşı virüsten dolayı ortak bir tavır alınması gerektiği konusunda fikir birliği içindeler. Çin’in virüsü ve virüsün etkilerini tüm dünyaya geç haber vermek ve virüsün yayılmasını engellemek için yeterince tedbir almamaktan soruşturulması için AB tarafından hazırlanan karar tasarısına, Rusya dâhil 119 ülkenin destek vermesi, Çin’in küresel düzeyde yalnızlaştığının önemli bir göstergesi olarak okunabilir.

Çin bir yandan kendi ülkesiyle ilgili virüs sonrası görüntülerle ülkesinin normalleştiği algısını yerleştirmeye çalışırken bir yandan da Afrikalıların virüsü yaydığı gerekçesiyle onlara yönelik yaptırımları gündeme getirip kendi olumsuz algısını silmeye çalışıyor. Ancak ne yaparsa yapsın bu virüs Çin’in üzerine bir stigma (damga) gibi yapıştı.

Virüsün (covid 19), Çin virüsü olarak tanımlanmasının arkasında bir yandan Amerika’nın Çin’i çeşitli yönlerden sıkıştırmak istemesi diğer yandan virüsün Çin’de çıktığı andan itibaren Çin’in Dünya Sağlık Teşkilatını ve onun aracılığıyla da tüm dünyayı virüs hakkında doğru bilgilendirmemesi yatıyor. Sadece bu değil, virüsün ortaya çıkmasından sonra sağlık malzemeleri konusunda ihracatı yasaklayıp, ihtiyaç duyulacak ürünlerin ithalatını yaparak virüse karşı oldukça avantajlı pozisyon elde etmesi, başta Amerika olmak üzere bu virüsle uğraşan ve yüksek kayıplar veren ülkelerin tepkisini çekiyor. Bu yüzden de Trump virüse Çin virüsü diyor.

ABD’de virüsten kaynaklanan ekonomik kriz, büyüyen Çin ekonomisi ve tehdidi, işsiz sayısının 40 milyon civarında olacağı beklentisi Trump için sonun başlangıcı gibi, karşısındaki ülke kolayca işgal edilecek ya da gözdağı verilecek bir ülke değil ama 3 Kasım 2020’de de başkanlık seçimleri var. Bu gidişle virüs öncesi pozisyonunu elde etmesi mümkün görünmeyen Trump, Avrupa ülkelerinden 11 Eylül’deki gibi bir desteği bulamıyor, Johnson hiç de Blair gibi değil, biraz sürü bağışıklıkçısı ve avami tarzı var, yarenlik genlerinden geldiğini düşünüyor insan. İtalya ve İspanya gibi virüsten çok fazla etkilenen diğer ülkelerde de Çin’e yönelik eleştiriler var ama 11 Eylül refleksi onlarda yok. Tüm bu sebeplerden dolayı seçim baskısı Trump’ı daha saldırgan bir politika izlemeye itecek gibi görünüyor, Dünya Sağlık Örgütüne abanmasının arkasında bu var.

Tüm bu gelişmeler olurken 11 Eylül sonrası adeta cehenneme çevrilen İslam dünyası kısmi bir durulma ve kendini toplama aşamasına girecek gibi. Ama şimdilik görünen o ki, virüs belki de Ortadoğu üzerinden İslam dünyasının savaşlardan nefes almasını sağlayacak bir sessizliği ve huzuru sağlayacak gibi. Bu arada İnsanın aklına, acaba bu virüs Müslüman bir ülkede ortaya çıkmış olsaydı Amerika, BM kararı almadan bu ülkeye karşı da bir medeniyet savaşı verir miydi, sorusu gelmiyor değil.